Harfler ve kelimeler kişiyi, kişiliği, o toplumun yaşayışını, anlayışını, kültür ve ahlakını anlatır bize.
Harfler ve kelimeler kişiyi, kişiliği, o toplumun yaşayışını, anlayışını, kültür ve ahlakını anlatır bize. Her kelime, içinde barındırdığı harflerin sırlarını yüklenerek gelir. Harfler kelimeye dönüştükçe sırrın sırlanarak büyümesiyle bir yandan anlam zenginliği artarken, diğer yandan geldiği iklimin-toplumun ahlaki değerlerini sessizce ama derinden yedirmeye başlar. Bu konu başlı başına üzerinde durduğumuz-durulacak konulardan biridir. Yazıda gündeme aldığımız “Modernite” kelimesi de böyledir. Geldiği ülkenin-coğrafyanın (batının) tecrübelerini, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi alanda yaşadıklarını anlatır. Aynı zamanda kendi köklerinden-değerlerinden koparak öykünen halklara işaret eder.
“Modern olmak”-“modernleşmek” ise, yenilenme, yeni olanı benimseme, eskiyi terketme, beğenmeme gibi anlamlara gelirken, moderniteyi de içine almaktadır. Böylesi bir yolculuğa bakıldığında son yüzyılın aklının, ruhunun, düşüncesinin böylesi bir alaboraya-sarhoşluğa-karmaşaya-kendinden utanmaya-kaçışa girdiğini ve akıl tutulması yaşadığını söyleyebiliriz. Son yüzyıl, Anadolu halklarının yani Türk Coğrafyasının-Turan İllerinin-halkı Müslüman coğrafyanın saraya tutulduğu yüzyıldır. “Asri” kelimesi de tam bu manada kullanıldığından hemen hemen her şehrimizde var olan “Asri Mezarlık” eskiden kurtulup yenilenmiş, yeni elbise giydirilmiş, soyunup eski kıyafetlerini beğenmemiş anlamlarında kullanıldığı bilinir. Eski mezar taşlarının yerine, yeni, anlamsız taşlarla kabirlerin nevzuhur ettiği yüzyıla işaret eder. Asri olmak batılı olmaktır denilmiş. Bu değişimin adıdır modernite, modernlik ve asrilik. Kabaca ifade ettiğimiz düşünülmesin; yeni, yenilikçi, farklı ve yerli olmayan fikirleri aleni ve apaçık olarak benimseyen kişilerin unvanıdır asri kelimesi. Son yüzyılın anlayışı, yaşayış ve yaşantısı, çarşı pazarı bunu gösterir. Yol yapmak için belirlenen istikametten sapmadan dozerin sökerek, dökerek, kazarak, kırarak, yok ederek, taşları, toprakları, tortuları, önüne gelen ne varsa atarak oluşturduğu zemine benziyor bu türden kelimeler. Bu nedenledir ki bir kelime almadan evvel, o kelimenin harflerinin hangi sırları taşıdığına bakmanız icap eder. Hangi harflerle bir araya gelerek neleri getirip, neleri yok ettiğini bilmeden-hayranlıkla alınan her kelime, ruhun, dilin, dinin ve toplumun ölümüdür. Böylesi bir geçmişten bugüne doğru yeniden kıyam eden bir ülke konumuna gelmek öyle kolay değildir. Sizi komaya sokanlar size kolay kolay nefes aldırmazlar. Elbette şer şerliğini yapacak, hakka tabi olanlarda daha çok çalışıp, kıyam etmeyi sürdüreceklerdir.
Günlük yaşayışınıza-inanışınıza müdahale eden “modernite”, sizi toptan-kökten değiştirmek için gelmiştir. Kendi tarihinden, değerlerinden, dinin getirdiği kurallar, ahlak ve usullerinden utanan bir toplum oluşturmak; o toplumu topyekün halde iflas ettirmek, felç etmek, kendinden utandırmak anlamına gelir. Bireyden kurumsala doğru evrilerek bu modernite asriliği, sinsi bir yılan gibi içten içe ve dıştan dışa doğru toplumun ruhunu öldürmeye, dilini ve dinini yok etmeye kalkışmıştır. Bu da gösteriyor ki, sizin ne tarihinizin, ne değerlerinizin, ne ahlak ve din anlayışlarının bir anlamı yoktur. Milli olmanın, yerli olmanın ötesinde artık istenilen bir küreselliğe doğru sizi yola koymuşlar, kendinizden utanır hale dönüştürmüşlerdir. Burada benlik, güven, inanç, kültür, tarih şuuru yok edilmiştir.
Kuşkusuz gün-günler kendi şartlarıyla doğar ve gelir. Her olayın kendi vaktinde ve şartlarında değerlendirilmesi en doğru sonucu verir. Üzerimizden geçen asırlar öncesi bir hadiseyi bugünün aklıyla, şartlarıyla, bulgularıyla, tutanaklarıyla ele alınmış olması, bizi o günün şartlarını, sosyolojisini-psikolojisini kavramamıza götürmez. Şöyle ya da böyle yakın temaslar kurulabilse bile sapmaların, yanlış teşhislerin olacağı muhakkaktır. Kişilerin kişiliklerine göre değişen olay kurgularını tahlil, böylesi sapmaları kendi içinde barındıracaktır.
“Modernlik”, akıl ve bilim ışığında insanı, doğayı ve çevreyi tanımaksa eğer; bizim asırlar boyu devlet üzerine devletler kurduğumuz, medeniyetler inşa ettiğimiz, akla, ilme, irfana, insana, çevre ve doğaya verdiğimiz değerlerin durumu-kıymeti nereye konulacaktır? “Beşikten mezara kadar ilim mümin erkek ve kadına farz kılınmıştır.” Hayvanların, kuşların, kurtların, canlıların kışın yiyebilmeleri için kurulan vakıfların, müesseselerin, cami ve külliyelerdeki kuş yuvalarının, şehrin ana bulvarlarındaki sadaka taşlarının vs varlığına ne denilecektir? “Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim” diyen büyük komutan Fatih Sultan Mehmet Han’a ne buyrulacaktır? İnsan bireyi yaratılışından itibaren mevcudatın bütününe hükmedebilecek bir akla, ilme, bilgiye, irfana, öngörüye, basirete, idrake sahip olarak yaratılmıştır. Mesele bu verilmiş vergilerin nasıl kullanıldığına dairdir soru?
İnsanı, sınıflara ayıramazsınız. Böylesi bir tasnif yaratılış sırrına aykırıdır. İnsan fıtratına aykırıdır. Yaratılış olarak bütün insanlar eşrefi mahlûktur-en şerefli varlıktır. Yaşarken meleklerden üstün ya da hayvanlardan aşağı seviyeye yükselir ve iner.
Bakınız Prof. Dr. Bekir Karlığa “Medeniyet Bilinci” eserinin girişinde şöyle yazıyor; “Dünyamız, bugün küresel çapta büyük ve derin bir bunalımdan geçmektedir. Doğrudan doğruya bir medeniyet krizinin sonucudur. Bu krizin kökeninde bağnazlıklar, bilgisizlikler, tahammülsüzlükler, ön yargılar, düşmanlıklar, kin ve nefret duyguları, savaş ve saldırganlık eğilimleri yatmaktadır. Bu ise insanlığın uzun asırlar içerisinde oluşturup geliştirdiği evrensel değerleri kökten tehdit etmektedir. Buna ek olarak çevre kirliliği, insani ve ahlaki değerlerin erozyonu, gerek bireyler, gerek toplumlar, gerekse uluslar arasındaki sosyal, kültürel ve ekonomik dengesizlikler küremizi yaşanmaz hale getirmek için adeta el birliği etmektedirler.”
Cümleler; meramı, kelimeler zihni, harfler sırrı dolayısıyla dili ifade eder. Dil, ağzımızda mevcut bulunan bir organ olmakla birlikte, bütün mevcudata hükmetme, kavrama, anlama, yönetme yollarını da öğretir bizlere. Dildeki bu maharet Âdem peygambere öğretilmiş bir maharetin sırrıdır. Öğretilmiş bu bilgi-isimler bizim hafızamıza yön verir. İnsan hafızası fıtrata uygun olan bir hafızadır. Fıtrat yaratılışın bozulmaması, emanet edilen her ne var ise ona hakkıyla sahip çıkarak yerinde değerlendirme ve kullanılmasıdır. Böyle olunca modern bakış, bu sırra aykırıdır. Yaratılış sırrını bozmaya yönelik bir faaliyettir. Asli hüviyetini kavrayarak, koruyarak, geliştirerek fıtratı bozmadan ilmin, irfanın, fennin, ekonominin, kültürün gerektirdiği her ne var ise her birisini hizmete sunmak-geçirmek insan aklının da bir gereğidir. Aksi takdirde istediğiniz kadar bu işe epistemolojik, rasyonel sınıflama yaparsanız yapınız bir işe yaramaz. İlim samimiyet ister, tıpkı insan gibi, çocuk gibi, çiçek gibi, hayvan gibi, varlık gibi. Belirlenen, sınırları çizilen alan insan olma vasfıdır, fıtratın kaybedilmemelidir.
Farz edelim ki bir fantezi gibi, ruhun pörsümesi gibi, dilin ve düşüncenin kendi yolundan ayrılması gibi bir usulle diyelim ki, tutarsızlıklar, uyumsuzluklar, mantıksızlıklar, tanımlanmazlıklar, bağdaşmazlıklar bir araya getirilecek olunsa neyi değiştirir? Hiçbir şeyi değiştirmez. Yaratılışta mevcut bulunan insana has vasıfları zikretmiş olursunuz. Ya da belirsizlikler, bilinmezlikler, muğlaklıklar günümüz dünyasına ne verir? İnsan ait hasletlerin varlığına işaret eder. Çünkü insan yaratılmış en seçkin varlıktır ki bütün bunlar üzerinde akıllar yürütüyor, kendisine çıkış yolları arıyor. Din anlayışında müphemlik yani belirsizlik söz konusu değildir. Daha da açık ifadeyle din; insan hayatını iki dünya etrafında şekillendiren, istikamet veren, madde ile mana arasında insicam kurduran, yaratılmış olan hiçbir şeye haddinden fazla ihtiram göstermeyen yegâne din gününün sahibi olan Allah'a kul, habibi Muhammed Mustafa (sav) ümmet olma şuurudur.
Hayatı nasıl yaşamak gerektiği, ahiret yurdundaki mamur edilmiş ebedi hayatın hazırlıklarının burada öğretilip uygulamalarla elde edileceği çok net ifade edilmektedir. Amentüde belirtilen Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve öldükten sonra tekrar dirilmeye şeksiz ve şüphesiz iman ile emrolunduk. İslam’ın beş şartı olan namazın, orucun, hac ve zekâtın Allah’ın varlık ve birliğine, Hz. Muhammed’in Onun kulu ve resulü olduğuna dil ile ikrar, kalp ile tasdik etmek gerektiğine iman ettik. Böylelikle helal ve haramın belirlendiği kurallar bütünü olan Kuran hükümlerine tam bir teslimiyet içinde kul olunması gerektiğini bildik. Bütün bunları son peygamber Muhammed (as)ın yaşadıklarından, hadis ve sünnetlerinden öğrendik. Seçilmiş insan olma, ancak böylesi bir kabulleniş, inanç, itikat ve amel edişlerle, zikir ve tefekkür ile mümkündür.
Bu kısa geçişi; modernite, modernlik ve asrilik gibi kelimelerle bizim aklımızı, ruhumuzu, içimizi ve dışımızı bozmaya yönelik yönelişlerin sinsi birer plan olduğunu ifade etmek içindi. Kısaca, “insan hayatı göz açıp kapayıncaya değin” diye ifade ediliyor. Böylesi kısa bir dünya hayatının peşinden fazla koşmak kazançları, dünyalıkları artırmaz. İçtiğimiz sudan, yiyeceğimiz ekmekten, aldığımız nefesten fazlası ve eksiği yok. Ne kadarsa o kadardır. İnsan çırpınıp kavrulsa, gecesini gündüzüne katsa, füze gibi hız yapsa nefesi bellidir, içeceği bellidir, yiyeceği bellidir. Lakin elbette hareket halinde bu talepler peşinde olmakla birlikte kulluk en önemli unsurdur. “İnsanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” diye buyrulmaktadır.
Her eylemin, her işin, her sözün, her bakışın bir bedeli, bir sonucu var. Bunu bilerek hareket etmek ona göre hazırlık yapmak akıllı insanların işidir. Dünyayı içimize sokmadan dünyanın işini görmek, dünyalıklar kalbe-gönle girmeden-düşmeden oyun ve oyalanmadan ibaret olduğunu unutmamak icap ediyor vesselam.
www.recepgarip.com