Cumhuriyetin ilk yıllarından 1950'ye kadar hac yolları kapalıydı.
Cumhuriyetin ilk yıllarından 1950’ye kadar hac yolları kapalıydı. Hacca gitme yasağının kaldırılmasından sonra hacca giden ve Kudüs’e uğrayan Merhum Gönenli Mehmet Hoca (1903-1991) Kudüs hatırasını talebeleriyle paylaşımında, duygulanarak şöyle diyor:
“Bakın, size bir yağmur hikâyesi anlatayım, şimdi hatırıma getirildi. Bendeniz karayoluyla ilk hacca giden kafilelerde bulundum. Biliyorsunuz, uzun bir süre Hacca gitmek yasaktı, sonra Allah razı olsun, Menderes zamanında kanunlar müsaade etti. İşte karayoluyla gidiyorduk.
Neyse efendim, Kudüs’e dört beş otobüs peş peşe geldik. Biz, tam kapının olduğu yerden şehre girdik, birdenbire gök gürledi. Bir rahmet, bir yağmur ki sormayın. Fesübhânellah! Fakat o anda acayip bir şey oldu. Normalde yağmur yağdığında herkes sokaklardan kaçar, ıslanmamak için bir yere girer. Ama Kudüs’te yağmurun yağmasıyla insanlar sokağa döküldü.
Bizim Hacıların bulunduğu otobüs kafilesinin etrafı insan seline döndü. Öyle ki arabaları sallıyor, pencerelere vuruyor, ağlayarak ve yüksek sesle bir şeyler söylüyorlardı. Sanki olan biteni anlamıyormuş gibi bilmezden gelerek ben de görevliye sordum:
“Kardeşim, ne bu gürültü, ne bu nümayiş? Bunlar ne bağırıp çağırıyorlar?’ diye.
Kafile başkanı ağlayarak bana ne dese beğenirsiniz?
“Hocam, hep bir ağızdan ‘Kudüs’ün sahipleri geldi, Allah Teala da yağmur indirdi’ diye bağırıyorlar.”
Meğer üç senedir Kudüs’e bir damla yağmur yağmamış. Ama ne acayip tecellidir ki, bizim arabaların geldiği an, Cenâb-ı Mevla yağmur indiriverdi. Orada olduğumuz müddetçe insanlar, bu rahmete ve yağmura doya doya kandılar.
İşte kutsal Kudüs dememizin hikmeti de burada yatıyor. Ancak ümmetin kurtuluşu Osmanlı bakiyesi Türklerin önderliğinde olacak. Bütün Ortadoğu, Türki Cumhuriyetler, Kuzey Afrika, Balkanlar ve Uzakdoğulu kardeşlerimizin yegâne kurtuluş umudu Türkler. Gönenli Mehmet Hocanın Kutsal Kudüs ziyaretinde yaşadıkları feyz almamız, sorumluluk almamız ve şuurlanmamız için bize yeter. Allah ondan razı olsun.
Kut Kazanmak
Türklerin hayat nizamındaki Töre anlayışına göre, Kut ancak Tanrı tarafından bahşedilen bir değerdir. Günlük hayatımızda çokça kullandığımız Kut’lama, Kut’sama, Kut’lu kelimelerinin kök kelimesi olan Kut bizim değerler sistemimizin içinde bin yıllardan beri vardır. Kutlu belde Kudüs dediğimiz zaman da bahsettiğimiz şey o beldeye verilen bir hediyedir, ihsandır. Tanrı Kut verdiği yere bereketi de beraberinde getirir. Zaferler, Tanrı katında Kut için yani hem kişinin (Hakan-bey veya birey) kendi içindeki nefis mücadelesinde hem de adaletin tam tesisi için kazanılmalıdır.
Kut ve Bilge
Devlet ve millet ayrımının olmadığı Türk devlet geleneğinin yapısındaki geçişkenlik önemli bir unsurdur. Devleti yöneten bey eğer Kut almışsa millet ile birlikte Tanrı katında yücelir. Kut alçakgönüllülükle kazanılır ve adaletle yücelir. O yüzden bilgeler bizim varlığımızın çok önemli bir parçasıdır. Devlet beyleri bilge olmalıdır veya bir bilgeye danışmalı bilgeler ile istişare etmelidir. Devletin başındaki beyler milletin içinden gelirler. Bizde Avrupa’daki gibi özel asil bir sınıf yoktur. Asalet ancak bilgelikle kutsanmıştır. Bilgelerin ana fonksiyonu ister birey olsun isterse halktan biri olsun aralarında bir fark olmaksızın Kut’un varlığını haberdar etmek ve Kut’un gelişine zemin hazırlamaktır. O yüzden eski mahallelerimizde bir attar bir berber bilge kişi konumundaydı. Tekkeler, esnaflar bilgiyi bilgelik yolunda bir cevhere dönüştürmeye ve o cevhere Kut’un yerleşmesini isteyen kişilerdir. Kut tek başına elde edilip hasıraltı edilecek bir değer değildir. Kut izhar olmak ve Tanrı’nın huzurunda varlığını ilelebet sürdürmek ister.
Kut’u korumak için
Kut’u kazansanız bile onu sürekli elinizde tutmak için hep yeniden ve yeniden var olmak zorundasınız. Yani Allah’u Teala’nın “her an yeni bir şan ile dirilirim” sözündeki ile aynı manadadır Kut’lanmak. Gevşeklik, rehavet, şükürsüzlük, ihtiras Kut’un karakteri icabı oradan ayrılmasına sebebiyet verir. Bugün Töre’nin hüküm sürdüğü beldeler hala kutsiyetini soyut da olsa devam ettiriyorlar. Kut’un bir kere yüzünü sürdüğü yerde o iz kalır. O vakit insan hep o izin peşine düşer, arar durur. Oysa Kut’u kaybetmemek için harcanacak çaba kaybettikten sonra harcanacak çabadan daha zahmetlidir. Zira kut nazlıdır. Değerine leke sürdürmemek için gittiği yerden tam anlamıyla emin olmadıktan sonra geri dönmez. Kut kaybedildiğinde çok zor elde edilir ve özlenen bir hikâye olarak kalıverir. Biz şuurlu olursak varlığımız da, mabedlerimiz de, beldelerimiz de varlığıyla kutsanacak vesselam.
KOMŞUMA KAHVEYE GİTTİM
Dün uzun zamandır hatta on beş aydır ilk defa komşuma kahveye çıktım. Kendileri de zaten salgının başından beri Silivri’deki evlerindeydiler. Bir iki kere gördümse de uzaktan maskeli bir şekilde el salladık. Yarım yamalak ayaküstü hal hatır sorduktan sonrada hemen evin içine kaçıveriyorduk. Sudan çıkmış balık gibi komşularımızla -yine de mesafeli oturduk sarılmadık- hasret giderdik. Bir acı kahvelerini içtik. Komşularım diye sarılıverecektik, gözlerimizin içine nasıl da baktığımızın farkındaydık. İnsan insana nasıl da muhtaçmış. İnsan insanın kurduymuş. Tüm bu deyimler, atasözleri dönüverdi zihnimde. Allah bize büyük bir imtihan verdi. İnşallah atlatmışızdır. Bundan sonra birbirimize kenetlenmemiz gerekiyor. Anlamış olmalıyız. Hadi inşallah.
RENGÂRENK KADINLAR
Ne zaman insan görsem zihnimde renkler belirir. Üzüntüleri sarı, yasları kara, kızgınlıkları kırmızı, dertleri kahverengi. Ne zaman bir kadın görsem, bilirim renkleri bir birine girmiş ebrulidir. Kadının bakışı, hüznü, sevgisi her şeyi rengârenktir. Geçişlidir renkleri kadının. Desen desen bakışları, üzerindeki örtü gibi çiçekli bazen çizgili. Ne yöne dönse yüzünü, yeşertir solmuş renkleri. Rüzgârı estiren yürüyüşü, masmavi gökyüzünde bulutları yerinden oynatır. Bembeyaz örtüsüne sarılı başı amin derken, duaları duvarlardan aşırtır. Annelikle göğüsler dünyanın kirini pasını, bembeyaz sütünde aklar, yoğurur aş diye yedirir insanoğluna. Gözünden bellidir pektir kadının cevabı, dönmez yolundan inandı mı bir kere. İnsanı doğuran kadınana hayatın tam ortasında, elleriyle kalıplara sığdıramadığı nice duyguları sinesinde saklar. Gün gelir bir saksıda kıpkırmızı krizantem gün gelir bir mor menekşe açtırır. Bazen de oya gibi işler rengârenk duygularını, yemeni kenarına usul usul bir posta güvercini misali. Bütün renklerin bir geçiş noktası bir paratoneridir kadın. İnsanın insanlık macerasında kadının bilgeliğidir insanı insan yapan. Gün gelir gece gündüzü doğurduğu gibi kadın da tüm renkleri doğurur bağrından; Hak ve hakikat güneşi gibi.
KİTAP İSTİFLEMEK
Artık teknolojiyle birlikte birçok şeye ulaşmak çok kolaylaştı. Ben bu nedenle ne kadar her şeyin teknolojiye teslim edilmesine karşı olsam da bazı şeylerde tamamen yanındayım. Mesela kitapların internet ortamında saklanabilmesi ile birlikte kitap sitelerinin varlığı evde kitapların yer almasına gerek olmadığını gösteriyor. Hiçbir zaman okunamayacak kadar kitapların evin her yerinde kütüphaneleri dolduracak şekilde istiflenmesini doğru bulmuyorum. Ev ortamında başyapıtların haricinde kitapların saklanması geri kalanların kırsalda ihtiyacı olan yeni kurulan kütüphanelere hibe edilerek paylaşılması çok yerinde olacaktır. Evde kitaplarınız için ayıracak ayrı bir odanız olması ve bu kitapları öğrencilere açabilecek olsanız durumu anlayışla karşılayabilirim. Bir yazara göre kavram aramak istediğinizde ilgili cümleyi bulacak şekilde internette arama yapabiliyorsunuz. Elinizdeki kitaptan aramaya çalışsanız dakikalarınızı bulacaktır. Sadeleşmek her şeyde mümkündür ve olmalıdır da. Kitapları sırtımıza yükleyip bir yerden bir yere hamallığını yapmak yerine sadeleşerek paylaşmak daha azla yaşamanın mümkün olduğunu biliyoruz.
ARTI EKSİ
Artı
Erik ağacındaki not
İznik’te bir erik bahçesi sahibi ağaç dalında not buluyor. Geçerken ağaçtan yaklaşık bir bir, buçuk kilo erik topladığını yazan kişi ödeme için telefon numarasını bırakıyor. Bahçenin sahibi bu notu görünce, elbette helal ettiğini, kötü niyetli olsa zaten haber vermezdi, diyor. İçinde zerre haram korkusu olan insan şu dünyada en zengin insandır.
Eksi
Telafi eğitimi mi?!
Milli eğitim bakanlığının telafi eğitimi açıklaması talihsizliktir. Çevrim içi eğitim çocukları aptallaştırdı, asileştirdi ve aile büyükleri ile yüz göz etti. Tarlada ailesiyle çalışacak çocuklar var. Onun dışında köyüne gidecek ya da tatile kaçmak isteyenler var. Azad edilelim artık. Çözüm bu değil. Çözüm müfredattan gereksiz bilgilerin atılması ve ders sürelerinin kısaltılarak yüz yüze yapılmasıdır. Eylülün on beşinde okullar açılsın ve öğretmenler de elini taşın altına koyarak eğitimi konservatif hale getirerek versin. Çocukların dikkatleri de dağıldı baklalım nasıl toparlayacaklar.
LEVENT’E CAMİ
Çamlıca, Taksim ve şimdi de Levent semtinde yeni bir camii inşaatına başlanıyor. Sarıyer Büyükdere'den Yıldız Hamidiye Camisi'ne kadar ana arterdeki tek büyük cami olacak olan bu cami 20 bin insana ibadet etme imkânı verecek bir proje. Özellikle bu büyüklükteki camileri sadece ibadethane olarak görmemek gerekir. Son zamanlarda ve günümüz teknolojisiyle yapılan bu büyüklükteki camiler ibadethane özelliği yanı sıra bir toplanma ve sosyalleşme alanıdır. Deprem riskini her zaman taşıyan İstanbul için gerekli olan toplanma alanları anlamında en güvenli yerler bu camiler olacaktır. Aşevleri, sağlık hizmetleri, kreş, atölyeler ve benzeri birimlerin olduğu bu yapılarda gerektiğinde hastaneye dönüşebilme, barınabilme gibi işlevleri olacaktır. Bu cami Levent gibi özellikle de iş nüfusunun yoğun olduğu bu semtte büyük bir eksikliği giderecek olan bir projedir.