İstanbul'da seçimlerin yenileyip yenilenmeyeceğine dair belirsizlik giderildikten sonra Türkiye'nin önünde 2023'e kadar sürecek uzun bir seçimsiz dönem başlıyor.
Bu süreç, Türkiye için gerek ekonomik daralmayı aşmak gerekse de iç siyasi gerilimleri düşürmek için iyi bir fırsat.
Ancak bu süreç özellikle dış siyasi gelişmeler açısından ciddi risklerin olduğu bir süreç.
Zira ABD’nin Arap coğrafyası ve Orta Doğu’da hayata geçirmeye çalıştığı planlarının büyük iç karışıklıklara, ciddi yıkımlara yol açacağını öngörmek zor değil.
Bu gelişmelerin Türkiye’yi etkilememesi düşünülemez.
Ayrıca zaten Washington’un söz konusu planlarının içinde Türkiye’ye “diz çöktürülmesi” de yer alıyor.
ABD, bu çerçevede Türkiye’ye karşı ekonomik ve siyasi yaptırım, uluslararası kuşatma dâhil her türlü seçeneği masada tutuyor.
Geçtiğimiz günlerde PYD/YPG’ye 1200 TIR dolusu askeri yardım gönderilmesi, ABD’nin bu planlarının en önemli araçlarından biri olan “Kürt kartı”yla oynamayı sürdüreceğini de gösteriyor.
Malum, ABD kendisinin de terör örgütü olarak nitelendirdiği PKK’nın Suriye’deki bu unsurları için “Kürt güçleri” tanımını kullanıyor.
Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi de aynı şekilde bunlara verdiği desteği “Kürtlere destek” olarak sunuyor.
Türkiye de bu desteklere şiddetle karşı çıktığı için uluslararası camiada “Kürt karşıtı” olarak lanse edilmeye, bu yönde algı oluşturulmaya çalışılıyor.
Seçimsiz geçirilecek bu 4 yıl Türkiye’nin bu algıyı yıkması için de önemli bir fırsat.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun geçtiğimiz hafta yaptığı Erbil ziyareti bunun için bir başlangıç olabilir.
Bu ziyaret, Irak Kürdistanı Bölgesi’nde Eylül 2017’deki bağımsızlık referandumunun ardından gerileyen Ankara-Erbil ilişkilerinin düzeleceğinin işaretlerini veriyor.
Gerek Çavuşoğlu’nun oradaki yoğun temasları ve verdiği mesajlar gerek Erbil tarafının Çavuşoğlu’nu bir devlet başkanı gibi karşılayıp ağırlaması her iki tarafın da ilişkileri düzeltmeyi ciddi şekilde arzuladığını gösteriyor.
İlişkilerin eski seyrine getirilmesi hatta daha da ileriye taşınması hem Türkiye’nin hem Kürdistan Bölgesi’nin yararına olacağı aşikâr.
Kürdistan Bölgesi ekonomik kalkınma ve siyasi istikrar için Türkiye’ye muhtaç.
İlişkilerin düzelmesi Türkiye’ye de gerek ekonomik gerek siyasi alanda ciddi katkılar sağlayacaktır.
Referandumdan önce Türkiye’nin bölge ile yıllık 10 milyar doları bulan ticari ilişkisi vardı. Referandumdan sonra bu 8 milyar dolara düştü.
Bu oranın 15-20 milyar dolar düzeyine çıkarılması mümkün.
Zira ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları nedeniyle Tahran’ın Kürdistan Bölgesi’ndeki alanı giderek daralıyor.
Ayrıca Türkiye’nin de aynı sebeple İran ile daralan ticari ilişkileri buraya kayabilir.
Öte yandan Kürdistan Bölgesi’ndeki enerji kaynakları, gerek bu bölgenin kalkınması gerek Türkiye’nin hem kendi enerji ihtiyaçlarını karşılaması hem de bu enerjinin Avrupa’ya taşınması suretiyle önemli bir enerji koridoru olması açısından ciddi fırsatlar sunuyor.
Ancak gerek Ankara’nın gerekse de Erbil’in bu yolda ilerlerken ilişkileri sekteye uğratmak için her türlü yola başvuracak büyük küresel güçlerin olduğu bilinciyle hareket etmesi gerekiyor.
Bu güçler bunu yapmak için bugüne kadar hep PKK’yı kullandılar. Bundan sonra da kullanmaya devam edecekler. Bu tuzaklara düşmemek gerek.