Birçok açıdan evet. Seçimde en büyük kaybı yaşayan iktidardaki AK Parti'nin Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bile "Demokrasi kazandı" dedi.
Ancak seçimlerin demokrasiye kaybettiren tarafı da var kanımca.
Seçim sonuçlarını ayrıntılara boğmadan bu çerçevede ele almaya çalışalım.
Önce Türkiye açısından…
Demokrasinin en önemli kıstası olan iktidarların, yönetimlerin halk iradesiyle belirlenmesi ilkesinin Türkiye’de ne denli işler halde olduğunun teyidi açısından seçim sonuçları önemli bir işlev görmüştür.
Bu çerçevede bu seçimler, demokrasiye dair inançlarını, umutlarını yitirmiş kesimlerin umutlarının yeşermesine önemli bir katkı sağlamıştır.
Ana muhalefet partisi başta olmak üzere kimi muhalif partilerin ve çevrelerin Türkiye demokrasisini “tek parti rejimlerine” benzetme çabalarının ne denli boş olduğu hatta “tek adam rejimi” gibi yaftalamaların safsatadan ibaret olduğu kendileri dâhil herkes tarafından anlaşılmıştır.
Yine bu kesimlerin etkisiyle özellikle ABD ve bazı Avrupa ülkelerinde Türkiye’ye yönelik bu yöndeki kimi eleştirilerin de ne denli haksız olduğu kanıtlanmıştır.
Tüm bu nedenlerle bu seçimler Türkiye demokrasisi açısından bir zaferdir.
CHP açısından…
Ana muhalefet partisi CHP, 47 yıl sonra ilk kez seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştır.
Kuşkusuz gerek ulaştığı yüzde 37.77’lik oy oranı gerekse de kazandığı belediye sayısı açısından CHP büyük bir başarı elde etmiştir.
Ancak kanımca bu seçimler, CHP ve CHP’ye gönül verenler açısından elde edilen oy oranı ve kazanılan belediye sayısından çok daha büyük bir kazanım sunmuştur.
Onun adı, umuttur.
Çok açık ki bu başarı CHP’nin seçimlerde iyi bir performans sergilemesi neticesinde gerçekleşmiş değildir.
CHP’nin bu kazanımı AK Parti’nin büyük kaybı nedeniyle gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla oyların büyük bir kısmı emanet oylardır.
Ancak CHP’nin, halkın kendilerine verdiği yetkiyi doğru kullanarak, iyi hizmetler üreterek bu oyları kendileri açısından kalıcı hale getirme ihtimalleri vardır.
Ve de halk verdiği oylarla CHP’ye iktidar kapılarını açabileceğini de göstermiştir.
O nedenle CHP’nin ülke yönetimine de talip olma çerçevesinde artık sadece eleştirmek yerine ülke sorunlarına dair kendi çözüm önerilerini de ortaya koyma yoluna gitmelidir.
AK Parti açısından…
Bu seçimlerde en büyük kaybı yaşamasına karşın kanımca halk en büyük kazanımı yine AK Parti’ye bahşetmiştir.
Türkiye toplumu, devlet ve ülke yönetiminde AK Parti ve lideri Erdoğan’dan vazgeçmek istemediğini, ancak hataların ve yanlışların da görülmesi gerektiğini, son birkaç seçimde küçük müdahalelerle bu yönde uyarılarda bulunmasına karşın arzu ettiği oranda bunların dikkate alınmadığını, 2028’de yapılacak seçimlere kadar AK Parti’nin bu eksiklerini gidermesini, hatalarını düzeltmesini istediğini çok açık, çok net ve epey de sert şekilde göstermiş oldu.
Kanımca bu uyarının kendisi, kazanılacak çok sayıda belediyeden çok daha değerli ve kıymetlidir.
Bu uyarının doğru şekilde alınıp gereğinin yapılması hem AK Parti hem de ülkemiz açısından hayati önemdedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, seçim gecesi yaptığı balkon konuşması ve dün gerçekleştirilen MYK toplantısından yansıyan bilgiler AK Parti’nin bu uyarıları doğru okuma eğiliminde olduğunu ve gereğini yapacağına dairdir.
Bu açından bu seçim sonuçları AK Parti açısından da olumlu ve kıymete değerdir.
Gelelim seçim sonuçlarının DEM Parti ve ülkenin geleceği ve bekâsıyla ilgili boyutuna…
Seçim sonuçları bu boyutuyla ele alındığında demokrasiden yana olan, aklı başında hiç kimse ne demokrasi ne de ülke açısından bir zafer olarak değerlendiremez.
Daha önce bu köşede sayısız kez, Türkiye’nin hem demokrasisi hem de bekâsı açısından en büyük tehdidin PKK değil onun siyasi kolu BDP, HDP ve şimdi onların devamı mahiyetindeki DEM Parti olduğunu anlatmaya çalıştım.
HDP, 2019’daki yerel seçimlerde yüzde 4.24 oy oranıyla 3 büyükşehir, 5 il, 50 ilçe ve 12 belde belediye başkanlığını elde etmişti.
Bu seçimde DEM Parti yüzde 5.7 oy oranıyla 3 büyükşehir, 7 il, 65 ilçe ve 10 belde belediye başkanlığı kazandı.
Yani hem oy oranını hem de kazandığı belediye sayısını arttırdı.
Daha önemlisi AK Parti’nin gerilemesiyle Doğu ve Güneydoğu’da açık ara birinci parti oldu.
Kuşkusuz Türkiye’nin her noktasında olduğu gibi DEM Parti’nin kazandığı yerlerde de sandık sonuçlarına, halkın tercihlerine saygı gösterilmelidir, gösterilecektir.
Ancak saygı göstermek, tehlikeyi görmezden gelmeyi gerektirmez, gerektirmemelidir.
Aksine seçim sonuçları Doğu ve Güneydoğu için tehlike çanları anlamına gelmektedir.
Seçilme yeterliliği olup olmaması üzerinden tartışmalara konu olan ve mazbatasının verilmemesi büyük nümayişlere yol açan DEM Parti Van Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Abdullah Zeydan üzerinden konuyu ele alalım.
“PKK sizi tükürüğünde boğar” diyen birisi Van gibi bir kente açık ara farkla belediye başkanlığını alıyor.
Dahası Van’ın tüm ilçelerini de aynı şekilde DEM Parti kazanıyor.
Bu durumun Türkiye’nin bekâsı açısından, bölünmez bütünlüğü açısından ve dahası demokrasisi açısından büyük bir tehdit olduğunu görmemek için kör olmak gerek.
Abdullah Zeydan’ın PKK ile fiili bağı, bağlantısı hukuki bir meseledir ve yargı alanını ilgilendirir.
Ancak Zeydan’ın, Türkiye Cumhuriyeti devleti ile PKK kıyaslamasında hangisinin çıkarlarını gözeteceğini, kimden yana olacağını bilmek anlamak için kâhin olmaya gerek yok.
Sadece Zeydan’ın değil, DEM Parti adına seçimlere giren, kazanan, kazanmayanların büyük kısmının ve hatta DEM Parti yöneticilerinin büyük kısmının da bu kıyaslamada tercihini PKK’dan yana kullanacakları gayet açıktır.
Türkiye’nin başka bir yerinde bir belediye yönetiminin bir partiden başka bir partiye geçişi demokrasinin işleyişi ve halkın tercihi anlamına gelir.
Yeni yönetim daha iyi hizmet ederse bir sonraki seçimi de kazanır, hizmet etmezse kaybeder yönetim yeniden el değiştirir vs.
Ancak Doğu ve Güneydoğu’da DEM Parti’nin kazandığı hem belediye bir terör örgütü olan PKK için güçtür, paradır, silahtır ve Türkiye’yi bölme emellerine hizmet edilmesidir.
Buradan kastım ne Zeydan’ın ya da diğer DEM Partililerin tutuklanması ve/veya DEM Parti’nin kapatılması değildir.
Bunlar hukuki meselelerdir ve yargıyı ilgilendirir ancak ülkenin birlik ve bütünlüğü ve de bekâsı için siyaseten tüm partiler için özellikle de AK Parti için ötelenemez, geciktirilemez yükümlülükler vardır.
O da, DEM Parti’ye oy veren kitleleri kazanarak bu partinin toplum üzerindeki etkisini kırmaktır.
AK Parti’nin bunu sağlayabilmesi için neler yapması gerektiğine dair görüşlerim vardır ancak bu muhasebe sürecinde Doğu ve Güneydoğu illerinden seçilen vekillere, bu illerdeki teşkilat yöneticilerine ve de bölge halkına yeterince ve gereğince kulak verilmesi halinde benim önereceklerimden çok daha değerli bir yol haritası çıkacağı kanısındayım.
AK Parti’nin, ülkenin birlik ve bütünlüğü, huzur ve refahı ve de demokrasisi için bu konuya öncelikli olarak el atması gerektiğini düşünüyorum.