İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan'ın da aralarında bulunduğu 9 kişinin hayatını kaybettiği helikopterin düşmesi olayı tüm dünyada en önemli gündem maddesi.
Her ne kadar Tahran, olayın bir kaza olduğunu açıklasa da “kaza mı, sabotaj mı?” uzun süre devam edeceğe benziyor.
Kuşkusuz olayın bir kaza olma ihtimali de var ancak İran tarafından yapılan açıklamalardaki çelişkiler, tutarsızlıklar, kazaysa bunun neden ve nasıl gerçekleştiğine dair sorulara tatmin edici yanıtlar verilmemesi, olayla ilgili sabotaj ihtimallerini güçlendiriyor.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, şayet bu bir kaza ise İran’da devlet sistemi çökmüş demektir.
Kadim bir devlet geleneği olan İran’ın, üst düzey yetkililerinin yer aldığı bir heyetin uçuş planında bu denli ihmaller, acemilikler göstermesi ve de sonrasında ortaya çıkan durumu yönetmekteki basiretsizlikleri anlaşılabilir değil.
Böyle olduğu içindir ki olay bir kazadan çok sabotaj konusunu gündeme getiriyor.
Bu aşamada, Tahran yönetiminden çelişki ve tutarsızlıkları ve de birçok soruya yanıt verilmeme durumunu sabotajı örtbas etme çabası olarak değerlendirmek mümkün.
Peki İran yönetimi, muhtemel bir sabotajı neden gizlemeye çalışıyor olsun?
Bunun yanıt ve yanıtları var.
Şayet bu bir sabotaj ise İran buna eşdeğer bir şekilde yanıt vermek zorunda kalacaktır.
Oysa İran’ın buna ne gücü ne de iradesi var.
Hatırlayalım…
Geçtiğimiz Nisan ayında İsrail, İran’ın Suriye’deki konsolosluk binasını vurdu ve aralarında üst düzey komutanların da bulunduğu 8 kişi hayatını kaybetti.
Tahran’ın buna çok sert bir misillemeyle yanıt vermesi beklentisi oluştu ancak İran olaydan 18 gün sonra İsrail’e bir dizi hava saldırısı düzenlerken bunu hiçbir zayiata yol açmayacak şekilde planladı.
Oysa İran, İsrail’in canını yakan bir yanıt verebilirdi ama özellikle bunu yapmadı.
Çünkü öyle bir durumda İsrail’in savaş ilan edeceğini biliyordu ve İran bundan çekindiği için göstermelik bir misillemeyle yetinmek zorunda kaldı.
Şayet bu olay da bir sabotaj ise ki bunun bir numaralı şüphelisinin İsrail olacağı çok açık.
Böyle bir durumda İran’ın İsrail’e savaş ilanına tekabül eden bir yanıt vermesi gerekiyor ancak Tahran böyle bir sürece girmek istemiyor.
İstemediği için de “sabotaj yok, kaza” diyor.
Üstelik henüz olay yeri incelemesi yapılmadan, kanıtlar toplanmadan, hiçbir analiz yapılmadan dedi ve demeye devam ediyor.
Sabotaj olasılığı güçlü bir olayı kaza diye sunmaya çalışırken de bu tip çelişkili açıklamalar ortaya çıkıyor.
SABOTAJ İSE İÇERİDEN Mİ, DIŞARIDAN MI?
Peki sabotaj ise kim, neden ve nasıl yapmış olabilir?
Bu sorulara verilebilecek çok sayıda makul yanıt var.
Şayet bu bir sabotaj ise helikopterin elektronik sistemlerine erişim sağlanarak, rotasının kaza yapma olasılığı güçlü olan bir yöne yönlendirilip sonrasında söz konusu sistemler devre dışı bırakılmış olabilir.
Bunun içeriden de dışarıdan da planlanmış olması ihtimal dâhilinde.
İçeriden planlanmış olma ihtimali, İran’daki güç kavgalarıyla ilgili.
Bilindiği üzere İran’da en büyük otorite dini liderdir.
Ve 85 yaşını geçmiş olan mevcut dini lider Ali Hamaney’in yerini bir başka isme bırakması gündemde.
İran’da Hamaney’in yerine geçebilecek en güçlü isim olarak Cumhurbaşkanı Reisi’nin ismi konuşuluyordu.
İkinci isim ise Hamaney’in oğlu Mücteba Hamaney.
Reisi ortadan kalktığına göre bundan sonraki en güçlü aday o.
Ortadoğu coğrafyasında bu tip koltuk kavgalarına çok sık rastlandığı bilinen bir realite.
Dolayısıyla oğul Hamaney’in böyle bir sabotaj ile en güçlü rakibini saf dışı etmiş olma ihtimali yadsınamaz.
Olayın örtbas edilmeye çalışılması, alelacele yapılan “kaza” açıklamaları bu olasılığı anlatır nitelikte.
İkinci ve daha güçlü olasılık, dışarıdan organize edilmiş bir sabotaj olma ihtimali.
Kuşkusuz burada baş şüpheli İsrail.
İsrail’in böyle bir saldırı planlama olasılığıyla ilgili çok sayıda neden var.
Birincisi, Filistin’e yönelik katliam ve soykırım girişimi nedeniyle içeride ve dışarıda sıkışan Netanyahu yönetiminin bu sıkışıklıktan kurtulmak ve iktidarını devam ettirmek için İran ile açık bir savaşa girme arzusu biliniyor.
İran’ın 18 Nisan’da göstermelik de olsa gerçekleştirdiği füze saldırılarına yanıt vereceğini de zaten açıklamıştı.
İsrail, böyle bir saldırıyla hem füze saldırılarına yanıt vermiş olmayı hem de İran’ı konvansiyonel bir savaşa çekmiş olmayı ummuş olabilir.
Öte yandan bu helikopter düşme olayından hemen bir gün sonra Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Netanyahu’nun da aralarında bulunduğu bazı İsrailli yetkililer hakkında yakalama emri çıkarttı.
İsrail de UCM’nin bu yönde bir karar vereceğini biliyordu.
Bu kararın özellikle uluslararası kamuoyunda İsrail’e yönelik tepkileri çok daha üst düzeylere taşıyacağı çok açık.
Dolayısıyla İsrail, böyle bir suikast planlayarak UCM’nin kararının dünyada çok fazla tartışılmasının önüne geçmek istemiş olabilir ki zaten öyle oldu.
UCM’nin kararı tüm dünyada helikopter olayının gölgesinde kaldı.
Bir diğer konu Azerbaycan ile İran arasında yumuşama çabalarını sekteye uğratma amacı.
Malum, Reisi ve beraberindeki heyet kazadan önce Doğu Azerbaycan eyaletinde Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile birlikte, iki ülke sınırında bulunan Aras nehri üzerinde, Kız Kalesi ve Hudaferin barajlarının açılışını yapmıştı.
Bu baraj açılışı, uzun süredir gergin olan iki ülke ilişkilerinin yumuşaması için önemli bir fırsat olarak değerlendiriliyordu.
İran ile Azerbaycan ilişkilerinin düzelmesinin, Tahran-Ankara ilişkilerini de daha olumlu bir sürece evireceği de çok açık.
Dolayısıyla bu sabotaj girişimiyle, hem İran-Azerbaycan hem de İran-Türkiye ilişkilerinin gelişmesinin önlenmesinin hedeflenmiş olma olasılığı göz ardı edilemez.
Tüm bu nedenlerle, henüz elde somut bir veri olmasa bile sabotaj ihtimali kaza ihtimalinden çok daha güçlü gibi görünüyor.