Bu köşede 12 Eylül 2018 târihli ve "Milletvekillerimiz için bir proje" başlıklı yazımda, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden beklentilerin arasında özellikle yasama erkinin halka daha yakın olması olduğunu belirtmiş ve bir proje teklif etmiştim.
Bu köşede 12 Eylül 2018 târihli ve “Milletvekillerimiz için bir proje” başlıklı yazımda, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden beklentilerin arasında özellikle yasama erkinin halka daha yakın olması olduğunu belirtmiş ve bir proje teklif etmiştim. Proje kısaca, halkın milletvekillerine daha rahat ulaşmak için her ilde TBMM İl Ofisi açılması ve her ilin milletvekillerinin bu ofislerde halk ile doğrudan bir araya gelmesi düşüncesini ortaya koymaktadır.
Projenin ayrıntılarını da o yazımda şöyle anlatmıştım:
“Bu sistemde, milletvekillerinin vekili oldukları millete, yâni seçmenlere daha yakın olmaları gerekiyor. Milletvekillerinin seçim bölgelerine seçimden seçime gidip, yeniden seçilmek için bol keseden vaad vermeleri devri bitti. Artık yüzde 50+1’in getirdiği istikrarlı icraat ve iletişim dönemindeyiz. Bunu eski alışkanlıkla, “Ankara’ya gidip vekili görmek” şeklinde halletmek artık çok zor. Bu, TBMM’nin fiziksel imkânları açısından da pek mümkün gözükmüyor. Milyonlarca seçmen 600 milletvekiliyle görüşmek için Türkiye’nin dört bir yanından Ankara’ya geliyor. Seksen bir ilin farklı farklı sorunları aynı ortama sıkıştırılıyor.
İstanbul’un 97, Ankara’nın 36, İzmir’in 28, Bursa’nın 20 milletvekili var. Birçok ilimizde her partinin milletvekili bulunuyor. Bu illerdeki milyonlarca seçmen, milletvekilleriyle görüşmek için Ankara’ya gitmek yerine, milletvekilleri milletin ayağına gitse nasıl olur?
Şu anda da milletvekilleri kendi partilerinin il veya ilçe teşkilatlarından seçmenlerle bir araya geliyorlar. Ama partiler ön plâna çıkıyor ve bu durum, partizanlık hatta terörle arasında mesâfe koymayan HDP’ye oy verenler için sakınca doğuruyor.
Belli illerde TBMM’deki her partinin tek çatı altında bulunacağı bir yapılanmaya gidilmesi fikri kulağa nasıl geliyor? Örneğin İstanbul’un merkezî bölgesinde, doksan yedi milletvekiline tek adreste ulaşma imkânı veren ve milletvekillerine partilerinden önce vekili oldukları millete hizmet etmeyi ön plâna koymayı fizîken kolaylaştıran bir yapılanma neler getirir?
Böyle bir fizikî yapılanma, TBMM’nin yasama görevini daha verimli ve çözüm-odaklı icraatlarla yerine getirmesini sağlamaz mı? TBMM millete daha yakın hâle gelmez mi? Seçmen, yasama sürecinin daha âcil sorunlara çözüm getiren bir süreçte işlemesine katkıda bulunmaz mı? Seçmen-milletvekili ilişkisi daha şeffaf hâle gelmez mi? Milletvekillerinin seçmen ile iletişimleri partiler üstü bir yapıya kavuşmaz mı? Kimin çalıştığını, kimin çalışmadığını halk daha iyi görmez mi? TBMM’de yan yana oturan farklı parti milletvekilleri, seçmenlerin karşısına yan yana odalarda çıksa fenâ mı olur?”
Siyâset kurumunun kötü alışkanlığı
Bu projem devletimizin yetkili makamlarında nasıl karşılandı bilmiyorum, çünkü herhangi bir “geri dönüş” almadım. Ancak bu “geri dönüş” almama durumu, Türk siyâsetinde kötü bir alışkanlığa da işâret ediyor. Bu kötü alışkanlık, siyâsetçinin halka konuşması ama halkı dinlememesi şeklinde özetlenebilir.
Yine bu köşede 10 Ekim 2021 târihli ve “Körler sağırlar, Twitter’da birbirini ağırlar” başlıklı yazımda, bu kötü alışkanlığın sosyal medyadaki yansımasına dikkat çekmiştim. Hangi partiden ve o partideki seviyesi ne olursa olsun, herhangi bir aktif siyâsetçinin sosyal medyadaki genel tavrı, kendisini binlerce hatta yüzbinlerce kişinin tâkip etmesine rağmen, kendisinin çok az kişisel veya kurumsal hesâbı tâkip etmesidir.
Siyâsetçi dinlemiyor
Bu tavır günümüz dünyâsında seçmen tarafından kabûl edilen bir tavır değildir. Başta genç nesil ve 2023’te ilk defa oy kullanacak seçmenler olmak üzere, artık vatandaş konuşan siyâsetçi değil, dinleyen siyâsetçi istiyor. Kürsüye çıkıp mikrofonu eline alınca susmak bilmeyen siyâsetçi profili artık itici hâle gelmiştir. Vatandaş, kuru söz ve vaad duymak istemiyor. Vatandaşın istediği önce kendisini dinleyecek ve sonra da icraat yapacak bir siyâsetçi profilidir.
Burada sâdece icraat yapmak da yeterli olmuyor. Vatandaş siyâsetçiden gözünün içine bakmasını, ona dokunacak kadar yakın olmasını istiyor. Oysa maalesef hâlâ, “Ben konuşayım, seçmen dinlesin” ya da “Seçmen tâkip etsin, ben etmem” tavrını sürdüren siyâsetçi profili, baskın bir çoğunluğu oluşturuyor.
Seçmenin siyâsetçiye ihtiyâcı yok. Ayrıca seçmenin karşısında alternatif de var. Oysa siyâsetçi seçmene ve seçmenin oyuna muhtaçtır. Siyâsetçinin seçmeni görmeme, duymama, dinlememe, tâkip etmeme lüksü yoktur.
Dertleri konuşmaksa
Maalesef çoğunluğu oluşturan bu profildeki siyâsetçiler, hem oy aldıkları seçmene hem de seçmen tabanını kullandıkları siyasî partiye yük olmaktadır. Bu yükün en bâriz olduğu taraf da genel ya da yerel olsun, iktidar partileri olmaktadır.
Ancak bu profildeki siyâsetçilerin eğer dertleri sâdece konuşmak, nutuk atmak, vaaz vermek ise siyâset kurumunu hantallaştırmak yerine, başka bir iş yapabilirler. Mesela sosyal bilimler alanında öğretmenlik ya da akademisyen yapabilirler. Örneğin hukuk fakültelerinin yüzlerce öğrencinin aynı sınıfta girdiği derslerini anlatabilirler. Bu açıdan Prof.Dr. Ersan Şen’in çok doğru bir meslekî seçim yaptığını söyleyebiliriz. Ama konuşup dinlememe konusunda televizyon programlarında biraz daha farklı davranması da yerinde olacaktır. Aynı tavrı bâzı ilâhiyat fakültesi hocalarından da görüyoruz. Kürsüye çıkınca susmaları zor olmaktadır. Ama bu tavır siyâsetçilerde söz konusu olunca, seçmen nazarında itici bir imaj ortaya çıkmaktadır.
Dinle!
Lafa gelince Hz. Mevlânâ’ya âit olmasa da onun zannedilen “Gel ne olursan ol gel” sözünü ağzına sakız yapıp 17 Aralıklardaki Şeb-i Arus törenlerinde tekrarlayan bu siyâsetçiler keşke, Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî adlı eserinin ilk kelimesini bir öğüt ve nasihat olarak anlasalar ve “Dinle” sözünü siyâsî tavırlarına uygulasalar.
Böylece hem seçmen nazarında daha olumlu bir imaja sâhip olurlar hem de hangi konuya öncelik vermeleri gerektiği daha kolay anlayıp siyâsî başarılarını daha verimli şekilde ortaya çıkarabilirler.