Sanırım düşünce ve yazı detoksu yaptığım günlerin başıydı. Bir televizyon programında CHP parti meclis üyesi Erdal Aksünger'in, Eski İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen'i övdüğü konuşmaları işitince bir kez daha anladım ki temel mesele CHP'nin aday profilinde değil bizatihi mantalitesinde saklıydı.
O nedenle başlığa bakıp da aldanmayın sakın. CHP’nin İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu parti tarafından seçilmiş bir “kurban”. Öyle ki ilk reklam çalışması sabahın ilk saatlerinde sevgiliye atar gibi İstanbullulara gönderdiği “Günaydın İstanbul” SMS’i en fanatik CHP’liler tarafından bile samimiyetsiz, özel hayata gasp olarak yorumlandı. Bazılarının aksine bunda İmamoğlu’nun hatasının olduğunu düşünenlerden değilim. Çünkü İmamoğlu’nun bunu yapma gayesi bile yüz yıla yakındır halka rağmen ve halktan kopuk siyaset yapan CHP’nin o mantalitesini değiştirme isteğinde saklı. Maalesef ki bu da münferit eylemlerle sağlanacak bir şey değil.
Yine klasik bir ezberden gidiyor Cumhuriyet Halk Partisi. Halkın çoğunluğunun muhafazakâr değerlere sahip olduğunu bilerek aileden merkez sağa yakın olan bir kişiyi İstanbul’a aday gösteriyor. Toplumun ne tarafa yakın olduğunu bilen ama toplumun bu değerlerine aykırı hareket eden bir partinin yaşamış olduğu bu sendromun hiçbir cümleyle açıklanır bir tarafı yok. Belki de 31 Mart akşamı Ekmeleddin İhsanoğlu örneğini bile aratacak bu durum Kemal Kılıçdaroğlu’nun umurunda mı bilinmez ama günün sonunda koltuğunu bir şekilde yine kurtaracak. En kötü ihtimalle, o da eğer olursa “İstanbul’da oylarımızı yükselttik” diyecek ve zaten partililer tarafından dahi ismi pek bilinmeyen İmamoğlu’nun genel başkanlığa oynayamayacağını hesap ederek hareket edecek. Elde edilen son kurguda kazan-kazan kuralı Kılıçdaroğlu ve yanına almış olduğu o arkadaşlarına işleyecek.
Öyle ya, İmamoğlu partisinin toplumu ayrıştıran o kötü profilini bilip “benim annem de başörtülü” diyebilmek uğruna annesini oynattığı bir reklam videosu bile çekti. Çünkü o da biliyor ki CHP’nin savunduğu değerlerle ve bugüne kadar ki o kötü geçmişiyle İstanbul’u kazanma şansı yok. Beylikdüzü’nde ne gibi çalışmalar yaptığını bilmiyorum, dünyanın en harika belediyecilik örneğini sergilemiş olsa bile vatandaşın ilk tercihi yapılan hizmetler mi yoksa insan gibi muamele görmek mi sorusuna yanıt aramak gerekir. Çünkü AK Parti’nin kuruluşundan bu yana yapmış olduğu başarılı projeleri bir kenara bırakın, her insana göstermiş olduğu eşit değer ve mütevazilik herkesin kalbini kazandı. Sonuç olarak bu toplum böyle kodlara sahip. Samimiyeti, sıcaklığı, kalpten yapılanı takdir ediyor ve bu sürdüğü müddetçe de oyunu veriyor. Bu seçimde de böyle olacak.
Zaten dikkat edin, Erdoğan’ın AK Partili belediye başkanlarına birkaç aydır seslenmesindeki ana tema ne projelerle alakalıydı, ne de yapılan hizmetlerle. Kibre, tepeden bakmaya, halktan uzak olmaya işaret ediyordu. Çünkü Erdoğan biliyor ki vatandaşa ne kadar temas edersen o kadar oyunu alabilirsin. Hala daha başörtüsünün bir özgürlük mücadelesi olduğunu anlayamayan CHP’de hiçbir zaman olmayan ve olsa bile eğreti duracak olan tam da bu.
Beylikdüzü’nde bir caddeye 15 Temmuz kahramanı Ömer Halisdemir’in adının verilmesine “isim enflasyonu olur” diye karşı çıkan Ekrem İmamoğlu da 31 Mart’tan sonra CHP’nin bir hayli kabarık olan kaybedenler kulübü adlı isim enflasyonu listesine adını yazdıracak. İstanbul’dan ziyade Kılıçdaroğlu’nun son kurbanı olmaya aday olmuş durumda kendisi. Aylardır Muharrem İnce’ye oynayıp şimdi İmamoğlu’na seçim kazandırmak isteyen Ahmet Hakan bile kara kara ne yazacağını düşünüyor…
Elite’den sonra Bodyguard dizisinde İslamofobi
Bundan yaklaşık bir ay önce Elite adlı İspanyol dizisindeki İslamofobiyi yazmıştım.
Bu sefer İslamofobi İngiliz yapımı Bodyguard dizisinde karşıma çıktı.
Altı bölümlük dizi; bir politikacıyı korumakla görevli olan savaş gazisinin hikâyesini konu ediyor. David Budd isimli korumayı canlandıran Richard Madden’in oyunculuğu harika. Dizinin de sürükleyici bir tarafı var. Özellikle İngiltere’de istihbarat ile polis arasındaki çekişmeyi konu alması cesur bir yapım olmuş.
İslamofobi ise dizinin en başında kendini gösteriyor. David Budd, bir trende yolculuk yaparken terör istihbaratının alındığını anlıyor ve olaya müdahale ederek trendeki canlı bombayı durduruyor. Bu canlı bomba ise Müslüman bir kadının üzerinde. Diziyle ilgili çok fazla spoiler vermek istemiyorum ama altı bölümün sonunda Müslümanları terörist olarak gösteren bir algı çok net bir şekilde işlenmiş.
Terörün sadece terör olduğunu Batı’nın anlaması yakın bir zamanda pek mümkün gözükmüyor. Dizilerinde bile Müslümanları terörist olarak göstererek dünyada İslamofobi’nin artması için canla başla çalışıyorlar.