Ben bu yazıyı yazarak şu "Türkiye, hindi değildir" geyiğine ne kadar engel olabilirim, bilmiyorum. Ama uygun görüp yazıyı paylaşanlar, bu gereksiz ve bizi gülünç durumu düşüren vatan-millet(!) meselesinin kapanmasına yardım etmiş olurlar.
Bir taraftan yılbaşı, bir taraftan da Hristiyanların dinî bayramı olan Noel yaklaşıyor. Dolayısıyla birçok kasap, şarküteri ve markette hindi satışı ha başladı ha başlayacak. Bununla birlikte, bu nasıl mevsimlik bir hassasiyettir ki bâzı Müslüman ve Türkler, “turkey, hindi demektir; bize hindi diyorlar” denen bozuk pilavı, her yılbaşında olduğu gibi yine ısıtmaya başlayacak. Her yılbaşı millî ve dinî gündeme yaklaşırken ortaya atılan bu konuda birkaç kelâm edip sıramı savmış olayım.
Türkiye – Turkey
Kendi coğrafyalarının hayvanı olmamasına rağmen, hindiyi dinî bayramlarında kullanan Amerikalı Hristiyanlar, İngilizce konuştukları için bu hayvana “turkey” diyor. Diğer taraftan “Türkiye”nin İngilizcesi de “Turkey”. Ama mesele, bilinenin değil zannedilenin ve iddia edilenin tam tersidir. Meselenin doğrusu bilinmiyor, sâdece zannediliyor. İşin doğrusunu söylemek ve birilerine öğretmek gerekirse İngilizler, Türkiye’ye “hindi” demiyor; o hayvana “Türkiye’den gelen” anlamında “turkey” diyorlar.
Hindistan, hindi ülkesi mi?
Kendini hakir görmeye yer arayan, bulamazsa düşmana saldıracak yalan uyduran bâzı aklı evveller, nedense bir şehir efsânesi olarak “turkey-hindi” meselesini her yılbaşı tekrarlamayı ve kendilerince tepki göstermeyi çok seviyorlar.
Bu yalan ve yanlış bilgi üzerinden oluşturulan mantığı, yine aynı hayvan üzerinden Hindistan’a da uygularsak, konunun ne kadar komik ve bir o kadar da saçma olduğu ortaya çıkacaktır.
Eğer İngilizler, Türkiye’ye “turkey” yâni “hindi” diyorsa, biz de bir milyardan fazla insanın yaşadığı, dünyânın en kalabalık ikinci ülkesi olan Hindistan’a “hindi ülkesi” demiş oluyoruz?
Ben, Hindistan’da böyle bir polemiğin yaşandığını zannetmiyorum. Bir Hintli çıkıp “biz hindi ülkesi değiliz. Bize, “Hintya deyin, Hindistan demeyin” dememiştir.
Ancak biz Türkler, bu hayvan Hindistan’dan geldiği için “hindî” diyoruz. Hindistan’dan, Türkiye’ye gelince “hindi” adını alan bu hayvan, ticâret yollarını kontrol eden Osmanlı zamânında Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidince İngilizler, bu hayvana “turkey”; yâni “Türkiye’den gelen hayvan” demişlerdir.
Mısır, mısır koçanı ülkesi mi?
Eğer biz şu “turkey-hindi” meselesini yanlış bilip, yanlışta ısrar edersek, Hindistan ile birlikte Mısır da ârıza çıkarabilir. Mısırlılar, “siz bize mısır koçanı mı demek istiyorsunuz” derse ne yaparız?
Öyle ya, aslı “mısr” yâni “kara toprak ülkesi” demek olan Mısır, sesdeş bir kelime olan mısırı çağrıştırmaz. Belki bugüne kadar hiç kimse patlamış mısır, haşlanmış mısır, közde mısır ya da mısırözü yağı yerken; piramitleri, Nil nehri, Süveyş Kanalı, Rabia Meydanı ile ünlü ve Türk târihinde hilâfetin gelme vesilesi olan Mısır’a aklına getirmemiştir. Getirmesinin de hiçbir mantıklı açıklaması yoktur. Tıpkı Hindistan’ın “hindi ülkesi” ve Türkiye’nin de “turkey-hindi” olmaması gibi.
Bir de Brezilya var!
Güney Amerika’nın en büyük ve futboluyla ünlü ülkesi Brezilya’nın İngilizce ve birçok dildeki karşılığı “Brazil”dir. Brezilya’nın uluslararası kısaltması ise “Bra”dır. Ama bunun yanında, İngilizcede “bra”, “sutyen” demektir. Peki Brezilyalıların “İngilizler bize sutyen diyor” dediğini duyan var mı?
Ben bu yazıyı yazarak şu “Türkiye, hindi değildir” geyiğine ne kadar engel olabilirim, bilmiyorum. Ama uygun görüp yazıyı paylaşanlar, bu gereksiz ve bizi gülünç durumu düşüren vatan-millet(!) meselesinin kapanmasına yardım etmiş olurlar.
Gönül ve akıl ister ki, Ramazan’da orucu neyin bozduğu ve teravih namazının kaç rekât ve nerede kılınacağı, Kurban Bayramı’nda hangi hayvandan kurban olup olmayacağı, kandilin İslam’da yeri olup olmadığı, faiz parasıyla Hacca gidilirse kabul olmayacağı, Ayasofya’nın altında saklı olduğu iddia edilen Bizans hazinesiyle Türkiye’nin dış borçlarının ödenip ödenmeyeceği, Türkiye’de bütün önemli yerlerdekilerin Sabetayçı olup olduğu, Nimet Abla’nın piyango biletinden kazandığı paralarla yaptırdığı câmide namaz kılınıp kılınamayacağı gibi daha birçok saçma sapan ve zaman kaybettirici şeylerle uğraşmayalım. Kendimizi ne hakir görmek için olmayan konulara takılıp milletin hindisiyle uğraşmayalım, ne de övünmek için Fransız sarayında tuvalet olmadığı komedisinden medet ummayalım. Bunlarla uğraşmaktan vazgeçersek, başımıza gelen her kötülüğün “dış güçler” tarafından plânladığı gibi bir ayak ve akıl bağından da kurtuluruz.
Tüm bu incir çekirdeğini bile doldurmayan boş konularla uğraşıp zaman kaybetmek yerine, 2018 yılı bitip 2019 yılına girerken Türkiye ve İslâm dünyâsı olarak çağımızın sorunlarına nasıl çözümler üretebileceğimizin derdine düşelim. Yeni olan her şey büyük bir hızla eskiyip yok olurken, biz 21. yüzyıla kalıcı neler bırakabileceğimizi derdine düşelim. Türkiye’nin uluslararası isminin ne olduğu ile değil, Türkiye deyince kimin ne hissettiği, ne hissettiği ile ilgilenelim.