Hazreti Meryem hamiledir, doğum yaklaşmıştır. Acılar içinde olan Meryem kurumuş hurma ağacının dibine oturur ve yorgun bir şekilde ağacın gövdesine sığınır.

KADIN BİLGEDİR

Hazreti Meryem hamiledir, doğum yaklaşmıştır. Acılar içinde olan Meryem kurumuş hurma ağacının dibine oturur ve yorgun bir şekilde ağacın gövdesine sığınır. Acısı arttıkça ağaca daha da bir sarılır Hazreti Meryem. Kurumuş hurma ağacı anneliğe hazırlanan Hazreti Meryem’e dayanak olmaya çalışır. Meryem’in sancısı artar ve acıyla ağaca öyle bir sarılır ki doğumla aynı anda hurma ağacı da yeşerir. Varlığın yeniden canlanışı için çekilen acının gücü her şeyi diriltmeye muktedirdir. Doğumdaki acı, zahmet, sıkıntı yeni bir var oluş meydana getirir. Varlıktan varlık getiren kadın, içindeki tohuma ad koyan, onu görünür kılan kadındır. Kadın bilgiyi doğurandır. O yüzden kadın bilgedir.

Bilginin kaynağı

Cenab-ı Mevlana’nın dediği gibi kadın adeta hâliktir. Bundan dolayı da kadının annelik vasfı ona bilginin kaynağını sunmuştur. Doğumla doğayı tecrübe eden kadın yaratılmış her şeyin sırrına erebilecek bir ipucuna sahiptir. Kadının tecrübi bilgisinin yanında ezberlenmiş bilgilerin anlamı yoktur. Kadın iyiyi ve kötüyü ayırt edebilecek bilgiyi kaynağından almıştır. Sonradan kazanmamıştır. Bu ona verilen bir armağandır. O yüzden kız çocukları hikmetin sırrına erecek, mananın peşinde koşacak şekilde yetiştirilmeleri gerekiyor. Boş, anlamsız, faydasız işlerden uzak durmaları ve ailelerinin uyanık olmaları çok önemlidir. Zira dünyayı çekip çeviren, doğumla ölüm arasındaki o bitimsiz döngüyü yaşatan kadındır.

Kadın beyni

Biyolojik araştırmalar da artık gösteriyor ki kadın beyni erkek beyninden farklı çalışıyor. Kadın çok yönlü düşünebilen; sorun çözücü, birleştirici, yaratıcılık özellikleri nedeniyle muhakeme yeteneği bakımından özel bir yerde duruyor. Bu anlamda bellek fonksiyonu da daha fazla olduğundan çoğu şeyi unutmadan hafızalarında tutabilme özelliğine sahip. Kadın adeta bir orkestra şefi gibi aynı anda tüm bilgileri birleştirip yönetebilen bir yeteneği de var. Kadın olayların sırrı suretini anlayacak bir güce ve değerlendirme özelliğini taşır. Yani siz a derken aslında b demek istediğinizi anlar.

Sınıfların kadına düşmanlığı

Güçsüz, korkak olanlar karşı tarafı birer tehdit olarak görürler. Bunu bilen firavunlar da toplulukları bu korkuyla besleyip yönetirler. Sınıfsal ayrımların en derin bir şekilde yaşandığı batı dünyası hiçbir zaman kadının gücünü ve hatta insan olduğunu dahi uzun süre kabul etmedi. İskenderiyeli bilgin kadın Hypatia, inanmadan önce düşünenlerden olduğu için ve bu düşüncesinin ruhbanlara tehdit olacağı bilindiği için orta çağ karanlığına gömüldü; kilisede parçalanarak yakıldı. Hem de Hazreti İsa’nın annesi olan kutsal Meryem’e inandıklarını söyleyenlerin emriyle öldürüldü. Oysa astronomi, matematik, felsefe alanında çok önemli eserler vermiş Atina okulunda da resmedilmiş bilginin ışığındaki insandır Hypatia. Ortaçağ kadınlar için kabus dönemiyken sınıfsal kolonilere bölünmüş insanlığın yüzkarasına umut tek aydınlık millet olan Türklerin kadına verdiği değer ortadaydı.

Türklerde kadın

Sınıf ayrımının olmadığı Türk topluluklarında cinsiyet ayrımı yoktur. Cinsiyetçi kelimeler de yoktur. Kadın doğurması hasebiyle Toprak Ana; Basireti sayesinde Bilge Ana; Eşliği dolayısıyla da Kadın Ana’dır. Kadın İslamiyet’ten önce de sonra da Türklerde değerinden bir şey kaybetmemiştir. Dede Korkut hikayelerinde kadınlar, analar hep danışılan, akıl sorulan, yardım istenilen ve bilgeliği ile yol gösteren iç huzuru sağlayan bir kişiliktir. Türklerde kadının bilgelik vasfı bir kişide sembolleşmemiştir. Her kadında bir bilgelik vardır diye düşünülmüş ve her kadın bilgeliğe aday bir kişilik olarak görülmüştür. Oğlunu, kızını hayata hazırlayan, obasını, evini, mahallesini koruyup, kollayan şifa dağıtan Şifa Ana’lar, Ebe Ana’lar olmuştur. Dede Korkut hikayelerinde kadınlara akıl danışılır yollarından gidilir ve maiyetlerinde de kırk ince belli kızları olan bir ekipten bahsedilir. Bu kadınlar hayatın tam da ortasında erkeğiyle hikmetin kaynağını besleyen güzel gönüllü bilge insanlardır. Onları yok oldu sanmayın. Etrafınıza dikkatlice bakın!

KANDİL, VİRÜS, İZOLASYON

Hızlandırılmış ders içindeyiz. Cumartesi akşamı mübarek miraç kandilini idrak edeceğiz. İdrak derken bu çok üst bir anlayışı gerektiren kelimeyi yine de kullanıyoruz o seviyeye çıkma ümidini içimizde taşıyarak. Kandiller birbirimizle selamlaşmayı, kucaklaşmayı, cemaat ile birlikte ibadethanelerde olmaya can attığımız yerler ya! Ondan dahi izole ediliyoruz bu kandilde. Anladık mı acaba? Anlamadık; çünkü hala birbirimizi yemeye devam ediyoruz sosyal medyada. Bu büyük izolasyonun insanlarla aramızda nasıl bir mesafe yaratacağını anladık mı acaba? Kafelerde zaman geçirirken anne, baba ve büyüklerimizi sevdiklerimizi ihmal ettiğimizi aklımızdan bile geçmezken şimdi onlara yaklaşamıyoruz bile. Gözle görülmeyen bir virüsün öğrettikleri sadece bunlar mı? Hem insani hem hayvani yönlerimizi ortaya nasıl da çıkarıyor bu virüs. Koca koca insanların korkudan betinin benzinin attığını gördükçe Allah’ım sen ne büyüksün diyorum. Ama biliyorum yine de her şey kaldığı yerden devam edecek. Peki kendinize şunu sorabiliyor musunuz ben bu olayların tam da neresindeyim? Hadi başlayalım bakalım.

KÖREBE OYUNU

İtiraf etsek ya! Görmek istemedik. Görünmez olsun istedik. Gözlerimizi kaçırdık. Kendimizi kör ettik. Günümüzü gün ettik. Gazetelerdeki haberlere göz gezdirdik. Çocukların çığlıklarına, annelerin haykırışlarına, kopan bedenlere, kan kokusuna, sefalete gözlerimizi kapattık. Ya şimdi! Bu ne sessizlik? Dünyaya bir virüs bulaşmış. Herkes korkuyormuş. O çocuk gibi mi? Hani şu deniz kıyısına vuran minnacık Aylan bebek gibi mi? Hastalanıp boğularak ölmekten mi korkuyor beşeriyet. Mazlumlar bombalar altında can verirken neredeydi medeniyet? Şimdi çok bilmiş Avrupa, Çin hatta Müslümanım diyen İran ve diğer milletler bu virüse çare bulsunlar ya! Hani nerede koca koca bilim adamlarınız, uzay mekikleriniz..? Hadi sende kapasana kendini Covit-19 haberlerine, gezsene AVM AVM, kafe kafe, elinde karton bardakta kahve ile .. Çocuklar körebe oynuyorlar bizimle. Sen de katılsana bu oyuna!

BABASININ SIRRI:

FÂTIMA HAZRETLERİ (2)

Yazan: Gülgûn Uyar

ABÂ SIRRI

Kızı Fâtıma Hazretlerinin her hâliyle hem-dem olan Peygamber Efendimiz, onu emânet edeceği, birlikte yuva kurmasını onaylayacağı kişi hakkında da son derece hassas davranmıştır. Zira kızını emânet edeceği damadı, bu nikâh ile Resûlullâh’ın neseb sırrına iştirak edecek ve aynı beytin ehli olmakla ayrıca bu vahdet sırrına âgâh olacaktı.

O’nun damadı olma şerefini kazanmak sâikiyle önce Hazret-i Ebû Bekir, sonra Hazret-i Ömer Hazret-i Fâtıma’ya tâlib olmuşlar, ancak Hazret-i Peygamber bu teklifleri kabul etmemişti. Sonunda İlâhî işaret gelmiş, Nebiyy-i Zîşân, kızını emanet edebileceği yegâne kişi olarak tanıttığı Hazret-i Ali’nin bu konudaki talebine müsbet cevap vermiştir. Ki Ali kerramallâhu vechehû, hicret yolculuğuna çıkan Resûl-i Ekrem’in emanetlerini sahiplerine teslim ettiği gibi, Hazret-i Fâtıma ile birlikte aile efrâdını da emânet olarak Medîne’ye getirerek Cenâb-ı Peygamber’e kavuşturmuştu.

Hazret-i Fâtıma ve Ali’nin düğünleri, 2. yılın Zilhicce ayında (Haziran 624) o günün geleneklerine uygun, fakat mütevazî imkânlarla yapıldı. Hazret-i Ali, Bedir Harbi’nde ganimetten payına düşen zırhı, bazı rivayetlere göre de devesini ve bir kısım eşyasını satarak yaklaşık 450 dirhem mehir verdi. Hazret-i Fâtıma’nın çeyizi ise kadife bir örtü, içine hurma lifi doldurulmuş bir deri yastık, iki el değirmeni ve deriden yapılma iki su kabından müteşekkildi. Nikâhları Resûlullah’ın “Allahım sen onları ve soylarını kutlu kıl” duâsıyla kıyıldı. Düğün yemeklerini Hazret-i Peygamber kendi elleriyle hazırladı. Sahâbî Hârise b. Nu’man’ın, Mescid-i Nebevî’ye çok yakın olan bir evini genç evlilere hediye etmesi ise ayrıca sevinç yarattı; böylece Hazret-i Fâtıma ve Hazret-i Ali, baba ocağından ayrılmamış oldular.

Hazret-i Fâtıma, Hazret-i Ali’nin tek eşi olmuştur. Hazret-i Ali, Mekke’nin fethinden sonra Ebû Cehil’in kızı Cüveyriyye ile evlendirilmek istendiğinde, Peygamber Efendimiz bu duruma râzı olmamış, kızının üzülmesini istemediğini söylemiş ve damadının, ancak Hazret-i Fâtıma’dan boşanırsa bir başka hanımla evlenebileceğini beyân etmiştir.

Cenâb-ı Peygamber’in alâkası, sürekli Hazret-i Fâtıma ve ailesinin üzerinde olmuştur. Bir peygamber soyuna mensup olmanın gereklerini yerine getirmeleri, asâlet ve faziletlerini muhafaza etmeleri, ibadetlerini yerine getirmeleri için titizlik göstermiştir. Hazret-i Fâtıma, Ali, Hasan ve Hüseyin’in üzerine hırkasını örtüp “Ey Ehl-i beyt, Allah sizden ancak kiri/kusuru giderip tertemiz yapmak ister (el-Ahzâb 33/33)” âyetini okuyarak, “Allahım! Bunlar benim Ehl-i beyt’imdir; onları kötülüklerden koru ve kendilerini tertemiz kıl” diye duâ buyurmuştur. Böylece Ehl-i beyt sırrı, Âl-i abâ sırrı olarak kendisini ifşâ etmiştir.

KANAAT SIRRI

Hazret-i Fâtıma ve Hazret-i Ali’nin mes’ûd bir aile hayatları olmuştur. Ufak tefek anlaşmazlıkları ise kısa sürede tatlıya bağlarlardı. Hazret-i Ali, Fâtıma Anamız’a kırıldığı zaman ona bir şey söylemez, onunla hoşnut olmayacağı tarzda konuşmazdı; sadece bir parça toprak alarak başının üstüne koyardı. Hazret-i Peygamber bu toprak parçasını gördüğünde, Hazret-i Fâtıma’ya dargın olduğunu anlar, “Neyin var yâ Ebâ Türâb! Ne olduğunu Allah bilir” buyururdu.

Hazret-i Peygamber ve Ezvâc-i tâhirât’ın sade ve mütevâzî hayat şartları, Hazret-i Fâtıma ve Ali’nin hânelerinde de geçerli idi. Bu durum yokluktan değil, ihtiyaçtan fazlasına sahip olmamak, olanı bağışlamak itiyâdından kaynaklanıyordu. Hazret-i Peygamber, beytülmaldeki şahsına ait hesabından belli miktarda kızına da hisse ayırırdı. O günün imkânlarında evlerinde hizmetli çalıştırabilecek konumda olmalarına rağmen Peygamberimiz bu hususta kendi ailesine ve kızına ruhsat vermemiştir. Hazret-i Fâtıma, tek başına ev işlerinin üstesinden gelmekte zorlandığını söylediğinde Nebiyy-i Zîşân kızına otuz üçer kere Subhânallah, Elhamdülillah ve Allâhüekber diyerek tesbîh etmesini ve sonunda da “Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülk ve lehü’l-hamd ve hüve alâ külli şey’in kadîr” şeklinde duâ etmesini tavsiye ve tenbîh etmiş, bu sözlerin istediği hizmetliden daha hayırlı olduğunu buyurmuştur. Böylece Resûl-i Ekrem’in yüce ahlâkının bir parçası olan kanaat özelliği de Fâtıma aynasının sırrı olmuştur.

Not; Babasının sırrı; Fatıma Hazretlerinin üçüncü bölümü ile haftaya son bölümü yayımlanacaktır.

-MIŞ GİBİ YAPMAK

İnsanların içinde kırması gereken ve anlama sıkıntısı yaşattıran bir virüs var. Bunun ne olduğunu ben de merak ediyorum. Herkesin bu konuda kendi içine bakmasını öneriyorum. Bir yönetici, aynı amaç aynı mefkure için çalışıldığı söylenen bir sivil toplum kurumunda fedakârca mücadele edenleri görmez ve hakkını vermekten kaçınacak bahanelere inanır ve dogmatik davranılırsa bu kurumların itibarına büyük zarar verir. Bu kurumlarda kalben kimsenin birbirine inancı ve güveni kalmaz. Sadece -mış gibi yapılır. Sivil toplum kurumlarının en büyük sermayesi dışarıdan bakıldığında edindikleri imajdır. Bu imaj ise iç iletişimdeki samimiyetten kaynaklanır. Bu yoksa o sivil toplum kurumu hükmünü kaybetmiştir. Sadece fiilen vardır.

ARTI – EKSİ

Artı

Apartmanda yaşayan yaşlı ve kronik hastalarımız bu günlerde asla dışarı çıkmamalılar. Bunun farkında olan bazı hayırsever vatandaşlarımız apartmanın duyuru panosuna yazı yazarak yardımcı olabileceklerini, dışarıya çıkmamaları gereken sakinlere ihtiyaçlarını karşılayabileceklerini yazmışlar. Bazen bir musibet bin nasihatten evladır. İyiliği öğrenmek, iyilik yapmak için Allah insanın karşısına fırsatlar çıkarır.

Eksi

Marketlerdeki rafları hunharca boşaltmanın endişe ve telaş içinde oradan oraya koşturmayı Müslümana yakıştıramıyorum. Tevekkül ve dua ile geçireceğimiz şu günleri ya aç kalırsak ya dışarı çıkma yasağı olursa diye vehimle geçirmek doğru değil. Kimde ne varsa paylaşacak şekilde hareket edersek böyle bir düşünceye kapılmayız. Bencillik mi, teslimiyet eksikliği mi insanları bu hale getiriyor? İşte tefekkür için bir konu daha.

YOĞUN BAKIM ÜNİTELERİ YETERLİ Mİ?

Bu soru neye hizmet ediyor. Dünyanın hangi ülkesinde (bugünlerde görüyoruz İtalya, İran vb.) bir anda binlerce hastanın solunum cihazına bağlayacak şekilde yoğun bakım üniteleri olan ülke var? Bu bir salgın ve olağanüstü bir durum. Başlıktaki soru şunu demek istiyor. Bizde de hasta sayısı çoğalsın ki görün bakın hükümet, o çok beğendiğiniz sağlık bakanı nasıl da çuvallayacak. Bu kadar kötü, aşağılık ve acımasız olunmaz. Olsa olsa ancak bu tür haberlerin arkasında başka niyetlere bakılır. Bu yüzden evde olunması konusunda çok titiz davranılıyor zaten. Seksen milyonluk nüfusun yüzde biri dahi bu virüse yakalanması büyük bir sayıyı ortaya çıkarıyor. G8 ülkesi olan İtalya neden bu halde sanıyorsunuz? Önlem almadığı için. Sağlık sistemi önlem almayan ve virüsün bulaştığı her ülkede çöktü. Yanlı yayın yapan ve kasıtlı bir şekilde sosyal medyada haber dolaştıranlar virüsten daha kötü olduklarını ve buna da hiçbir tabibin çare bulamadığını üzüntüyle belirtmek zorundayım. Güzel şeyler yazmak söylemek çok mu zor! Körü körüne inanın demiyorum. Ama çözüme doğru haber yapmıyorsunuz? Kötülük yapmak için varsınız? Yazık çok yazık.