Bankacılık sektörü üzerine benim önceki yazılarıma ek olarak sevgili Yusuf Dinç de, özellikle, sektörün rekabet yapısı üzerine bir seri yazı yazdı.
Türkiye’de bankacılık sektörü hem mevduat hem de kredi piyasalarında eksik rekabete, tasarrufçu ve emekçi sömürüsüne ve kredi üzerinden alınan fahiş kârlara yol açmaktadır. Bu işin bir bölümüdür. Elbette ki, hem Rekabet Kurumuna hem de BDDK’ya görev düşmektedir. Bankacılık sektöründe düzeltilmesi gereken başka bir konu da, holding bankacılığıdır. Bankacılık sektörünün reel sektörle organik bağ içerisinde bulunması hem haksız rekabete hem de kredi verme gücünün etik dışı istismarına yol açabilir. Türkiye’de bankacılık sektörünün milli hedefler doğrultusunda koordinasyonunu sağlamak için sanayi firmaları ile organik ilişkisinin ortadan kaldırılması gerekir.
Bütün bunlar daha önce yazdıklarımın bir özetidir, ancak… Bankacılık sektörünün varlığı için en temel sebep tasarruflardır. Bir millet niye tasarruf eder? Tek tek bireyler hangi saiklerle tasarruf yaparlar? Türkiye’de neden yetersiz bir tasarruf eğilimi var? Bu yazıda bunlara değinmeye çalışacağım.
Bireyin Zamanlar Arası Tüketim Kararı
Her insan, belli bir dönemde, tüketim için ayırdığı bütçesini çeşitli mal ve hizmetlere paylaştırır. Tüketicinin bütçesi ve malların fiyatları tüketicinin reel satın alma gücünü oluşturur. Tüketicinin hangi maldan ne kadar fayda elde edeceği de tüketicinin tercih ve beğenilerine bağlıdır. Bu üç faktör – yani tüketici bütçesi, malların fiyatları ve tüketici tercihleri- tüketicinin belli bir andaki mal ve hizmetlere olan talebini belirler. Pekiyi, tüketicilerin talebi zamana göre farklılık gösterir mi? El-cevap: Evet. İsterseniz burada La Fontain’in ünlü “Ağustos Böceği ve Karınca” hikayesini hatırlayalım:
“Yazın Ağustos Böceği bütün gün yiyip içip, şarkı söylemekte ve gününü gün etmektedir. Karınca ise, durmadan çalışmakta, etraftan yiyecek toplayıp, evine taşımaktadır. Ağustos Böceği çalıp söylerken Karınca ile de dalga geçmektedir. Gel zaman git zaman yaz biter, kışın karlı günleri gelir. Etrafta yiyecek kalmamış, hava dondurucu soğuktur. Ağustos Böceği aç bilaç, soğuktan tir tir titrer vaziyette Karınca’nın kapısına varır. Karınca sıcak evinde yazdan biriktirdiği yemekleri ile karnı tok keyif içinde yaşamaktadır. Kapıyı açıp sefil haldeki Ağustos Böceğini görür. Ağustos Böceği ‘Karınca Kardeş, durumum çok zor… Bir sıcak tas çorba, ısınacağım bir ocak başına ihtiyacım var. Ne olur yardım et!’, der. Karınca şöyle bir bakar ve der ki: ‘Yazın çok güzel çalıp söyledin, şimdi de bir güzel oyna’. Kapıyı Ağustos Böceğinin yüzüne kapatır.”
İktisatta tasarruf arzını modellerken, bireylerin yaşamı iki kısma ayrılır: Çalışma dönemi ve emeklilik dönemi. Bireyler, çalışma döneminde elde ettikleri gelirin bir kısmını tüketime ayırır, bir kısmını da tasarruf eder. Emeklilik döneminde ise, tüketimini çalışma döneminde yaptığı tasarrufların anapara artı faiz toplamından karşılar. Birey eğer Ağustos Böceği karakterine sahipse, çalışma döneminde elde ettiği bütün gelirini tüketime ayırır, hiç tasarruf yapmaz. Emeklilik döneminde ise aç kalır. Eğer birey, Karınca karakterine sahipse, o zaman büyük miktarda tasarruf yapar ve çalışma döneminde daha az tüketim ile yetinirken emeklilik döneminde refaha kavuşur. Bu egemen iktisadın anlatısıdır. Burada önemli bir nokta, tüketim ve tasarrufun “zorunluluk dereceleri” arasında bir fark belirtilmemesidir. Bu yaşamsal hatalara yol açabilir. İkincisi, bireyin borçlanma imkânının olmadığı varsayılmıştır. Üçüncüsü de, bireyler bütün gelirleri kendileri için kullanırlar, dolayısıyla ne babalarından bir miras kalır, ne de çocuklarına belli bir servet bırakma ihtiyacı duyarlar. İkinci ve üçüncü maddeler, modeli gerçek hayattan uzaklaştıran varsayımlardır. Bu modele göre ana fikir şudur: “Bireyler, çalışma döneminde tüketimin faydası ile emeklilik döneminde tüketimin faydası arasında, her dönemde kendi refahlarını en yüksek düzeye çıkaracak bir seçim yaparlar.” Buna göre de, tüketim ve tasarruf miktarları belirlenir.
Birinci varsayımı düşünürsek, tüketim büyük oranda zorunluluk içerir. En azından her birey kendi çağının standartlarına uygun bir yaşamı sağlayabilmek için belli bir miktar tüketim harcaması yapmak zorundadır. Buna karşın tasarruf, uzak bir gelecekte tüketimin finanse edilmesi için fon biriktirilmesidir. Dolayısıyla, çalışma dönemindeki birey için tüketim daha zorunlu bir ihtiyaç iken tasarruf lüks bir ihtiyaçtır. Çalışma döneminde, bireyin elde ettiği gelir, ancak yaşaması için zorunlu tüketimi karşılayacak bir düzeyde ise, o zaman bu birey “Karınca karakterinde” olsa da tasarruf yapamaz. Öte yandan çalışma döneminde çok yüksek gelir elde eden başka bir birey de ihtiyaç duyduğu her türlü tüketimi yaptığı halde, geriye hala büyük miktarda gelir kalabilir. Bunlar da tasarrufa dönüşür. Yani, çok yüksek gelirli birisi “Ağustos Böceği karakterinde” olsa da, yüksek oranda tasarruf yapabilir. Zorunlu malların tüketimi gelir artışından çok etkilenmezken, lüks mallar gelir artışına (veya azalışına) çok duyarlıdır. Tüketimin zorunluluk derecesi yüksekken, tasarrufun lükslük derecesi yüksektir.
“Hocam ne dediniz siz?”, diyorsanız hemen cevabı vereyim: Kardeşim, adam ayda 2000 TL. kazanıp eşi ve iki çocuğuna nasıl bakacak? Bırak gelirinden arttırıp tasarruf etmeyi, yaşaması için zorunlu olan ihtiyaçlarını bile karşılayamayabilir. Bu adam, müsrif bir adam olmasa ve kanaatkâr bir adam olsa bile tasarruf yapamaz. Ancak açlık sınırı değil, fakirlik sınırının üstünde bir gelire sahip olan bir aile tasarruf edebilir. (Türk-İş tarafından açıklanan dört kişilik bir aile için Şubat ayı açlık sınırı 1637 TL, Fakirlik Sınırı da 5331 TL’dır.) Öte yandan, ayda 100 bin TL geliri olan bir adam dört kişilik ailesinin en lüks ihtiyaçlarını hayli israfa da kaçarak 50 bin TL harcayarak karşılayabilir. Bu da kalan 50 bin TL’nın tasarruf edileceği anlamına gelir. Kanaatkâr bir adam gelirinden hiç tasarruf yapamazken, müsrif bir adam gelirinin yarısını tasarruf etmektedir. Yani bir ülkede tasarrufu belirleyen en önemli etken kişi başına gelirdir.
Pekiyi, Türkiye halkının ciddi bir bölümü fakirlik sınırının altında yaşarken, nasıl hayatından bu kadar memnundur? (Memnuniyet anketlerine bakın, Türkler en mutlu milletlerden birisidir!) Cevap basit: Türkler bol bol borçlanmaktadır. Ülkede tasarruf yetersizliği olduğu için, - Türkiye’nin milli gelirinin yüzde 13’ü kadar tasarruf yapılmaktadır- bunun finansmanı da dış borçla karşılanmaktadır. Bir kısım zengin de babadan kalma servetlerini tüketmektedirler. 500 milyar dolara yaklaşan dış borç stokunun ana nedeni de budur. Temel insani ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılamak zorunda olan insanlar gelirleri yetmediği için borçlanmakta, bu da netice olarak anlık yaşam standardının yükselmesi ile beraber (çalışma dönemi tüketiminde artış), uzun dönemde milli servetin ve sermaye birikiminin düşmesine ve buna paralel olarak yaşam standardının (emeklilik dönemi tüketiminin) düşmesine yol açmaktadır. Diyebiliriz ki, daha eşitlikçi bir gelir dağılımı, tasarrufların artmasına, doğal olarak da uzun dönem büyüme oranının yükselmesine sebep olacaktır.
SON SÖZ: Düşük kişi başına gelir Karıncayı Ağustos Böceği, yüksek kişi başına gelir de Ağustos Böceğini Karınca yapar.