Yazılı ve görsel basında veya sosyal medyada böyle bir "iş ilânı" görseniz ne yaparsınız?
“Hangi okuldan mezun olduğu önemli değil. Daha önce ne iş yaptığı önemli değil. Bir işinin olup olmaması da önemli değil. Evli olması tercih sebebidir, ama bekâr olmasında sakınca yoktur. Sufizm konusunda yazılmış kitaplardan alıntı yapacak kadar birikimi olmasında yarar var. Kişisel gelişim terimlerine hâkim olması avantaj sağlayacaktır. Müslümanlar tarafından kutsal kabul edilen yerleri gitmiş olması tercih sebebidir. Avrupa ve Amerika’nın bilinen şehirlerinde buluşmuş ve hatta Uzak Doğu’daki mistik bölgeleri ziyâret etmiş olması önemli tercih sebepleri arasındadır. Zengin, Batı hayranı yâni kısaca “Beyaz Türk” olarak nitelendirilen kesime hitap edebilmelidir. Bütün özelliklerinin yanında özellikle İngilizce bilen ve Türkçe konuşurken araya İngilizce kelimeler sıkıştırmada zorluk çekmeyen şeyh adayları aranmaktadır. İngilizce düzeyini belgelemesine gerek yoktur.”
Yazılı ve görsel basında veya sosyal medyada böyle bir “iş ilânı” görseniz ne yaparsınız? Muhtemelen bunun bir mizah metni olduğunu düşünürsünüz. Ya da Müslümanlıkla dalga geçen, farklı inançlara saygı duymayanların yazdığı bir metin olduğuna hükmedersiniz.
Ama maalesef bunların hiç biri değil. Zâten böyle bir ilân metni de yok. Ama bu metinde yazılanların birçoğuna sâhip olanlar yok değil.
Üç gün önceki “Neden bu kadar afalladık?” başlıklı yazımda meselenin merkez noktasına Türkçeyi koymuşken, sosyal medyada “bir bu eksikti” dedirten şeylere şâhit oluyoruz. “Kerâmeti kendinden menkul” denilen tipler kimin verdiği bilinmeyen “hocalık” sıfatını kullanıp “fırsatçı” olarak arz-ı endam ediyorlar. Meraklıları, daha doğrusu “müşterileri” de bir hayli fazla.
Sıra leyleklerde…
Konuşmaya başlayınca kulaktan dolma ezberlerini makinalı tüfek gibi sıralama becerisine sâhip bu “yeni yetme hocalar”, alıntıdan alıntıya atlayıp “tırnak içi” laflarla oldukça dikkat çekiyor. Doğduğu âileyi, yaşadığı mahalleyi, arkadaş çevresini “menfaat kapısı” hâline getirmekten çekinmeyen hatta bunu “doğal hak” ve “silsile” olarak gören bu “hoca müsvetteleri”, Türkçe ile yaptıkları yetmiyormuş gibi, şimdi de teknolojik imkânları kullanıp “İngilizce irşad” vazifesini(!) üstlenmiş durumdalar. Anadolu’da bu gibi durumlarda “Bütün kuşlar bitti, sıra leyleklere geldi” denir.
İngilizce konuşan bu sosyal medya soytarılarına “kanalıma hoşgeldiniz” başlayan videolardan alışık olabiliriz. Ülkemizdeki “kısa zamanda popüler olma” anlayışı bunu tuhaf karşılamayabilir. Atılan çamurun izi gibi, arkalarından hiçbir şey bırakmadan kayboluyorlar. Ancak mantar gibi çoğaldıkları için nitelik değil nicelik sebebiyle kalıcı oldukları zannediliyor. Ama “dünya dili” olduğunu iddia ettikleri İngilizceyi iletişim ve “irşad dili” olarak kullanmaya başlayanlar bu zevat, giderek “câmi duvarına bevletme”aşamasına gelmektedir.
İşlerini erbâbıyla yapsalar ve karşılarına alıp konuştukları kişinin anadili İngilizce olsa, sıkıntı yok. Ancak erbâbının karşısında iki kelime etme becerisine sâhip değiller. Ancak daha vahim olanı, kendisinin dili Türkçe, konuştuğu kişinin dili Türkçe ve izleyicilerin dili de Türkçe olmasına rağmen iletişimi İngilizce yapılmaya çalışılmaları tam anlamıyla sıranın leyleklere geldiğini gösteriyor.
Menkıbeler, Temel Fıkrası gibi
Tâbi bunu yaparken, İslâm’a hakaret etmek için fırsat kollayanlara “gol pası” attıklarının farkına varamıyorlar. Onca birikimlerine(!) rağmen, bu basirete sâhip değiller. Elbette herkesin ağzına sakız olan sufizmi, Müslüman mahallede tasavvuf sosuyla satıyorlar. Sırf bunu yapmaları bile tasavvufun “T”sini bilmediklerini, hatta yanlış bildiklerini gösteriyor. Ağızlarına almadıkları ne Mevlânâ, ne Yûnus Emre, ne Hallac, ne de İbn Arabî kalıyor. Menkıbeler, Temel fıkrası gibi ardı ardına anlatılıyor ve “hoşgörü”nün sınırları zorlanıyor.
Ancak Temel fıkrası hâline getirdikleri menkıbeleri, İngilizce nasıl anlatacaklar acaba? Hadi onlar kafa göz yararak anlattılar, İngilizler neyi nasıl anlayacaklar? Dinleyenlerin anadili Türkçe olduğuna göre bunu neden İngilizce yaptıkları, traji-komedinin belkemiğini oluşturuyor.
Öncelik “pazarlama”da
Benim burada “pazarlama” kelimesini kullandığımıza bakmayın; onlar “marketing” diyorlar. Bir de “Halkla İlişkiler” kavramının İngilizcesinin kısaltması olan “PiaR” (Public Relations) ifâdesini çok seviyorlar. Paçozluklarını pazarlamak için, kırk yıllık üçkâğıtçılara ders verecek yöntemler kullanıyorlar. Editörlerin derlediği kitapları kendi adıyla bastıran, dün gurme, bugün kişisel gelişim uzmanı, yarın bio-enerji ve kuantum enerji uzmanı olarak ortalıkta dolaşanlarla düşüp kalkmakta beis görmezler. Mânevî omurgaları ve duruşları olmadığı için ve şahsiyet gelişimleri yarım kaldığı için her şekle girip her renge boyanan bu tipleri iyi tanıyıp çabuk teşhis etmeniz gerekiyor. Karabatak gibi bir gözüküp bir kaybolma özellikleri var.
Demedi demeyin
Bakın buraya yazıyorum. Öyle parmağımı ıslatıp sağa sola da yazmıyorum. Buraya, yâni gazeye yazıyorum ve târihe not düşüyorum. Eğer üç vakte kadar “Bizim hocamız İngilizce de biliyor”, “Bizim şeyhimizin tüm dünyâdan gelip İngilizce konuşan müridleri var” diye hava atanlar görürseniz şaşırmayın. Hatta “tasavvufu dünyâya tanıtan isim” diye televizyonlarda boy gösterirlerse de şaşırmayın. Zira sosyal medya bu kadar yaygınlaşmadan önce bu tipler, internetten topladıkları özlü sözleri derleyip ayda bir kitap çıkartıyor ve “en çok satanlar” listesinde yer alıyorlardı. Şimdi ise daha masrafsız pazarlama teknikleri kullanıyorlar.
Ayrıca simlerinin yanına “şeyh” yerine “sheih”, “mürşid” yerine “muershid” yazmamaları onlar için çok “normal”. Böyle tipler görürseniz, sosyal medya kanallarından çıkın; tâkip edip seyrederek prim vermiş olursunuz. Sosyal temâsınız varsa, mümkün olan en kısa sürede temâsınızı kesin ve mühitlerine uzak durun. Ne olur, ne olmaz! Sonra boşluğunuza gelir sosyal medya hesaplarına abone falan olursunuz; düzenledikleri sufi turlara falan gidersiniz; lüks otellerdeki yemekli sohbetlere falan katılırsınız; yazdıkları takvim yaprağı içerikli kitaplarını alıp imzatırsınız. Hatta Allah korusun, kerâmetine falan şâhit olup neye uğradığınızı şaşırırsınız. Ben, bu şeyh bozuntularının ve çakma hocaların gözüne girmek için onların adına kerâmet uyduran ve onların reklamını yapmaya hevesli “tâkipçiler” bile gördüm. Benden günah gitti. Demedi demeyin.