Salgının Türkiye'yi esir alması, on binlerce insanın hayatını kaybetmesi, ekonominin çökmesi, bu sürecin ülkede büyük bir kaosa yol açması ve nihayetinde hükümetin havlu atması umuldu.
Türkiye’de AK Parti iktidarını devrilip, ülkeyi eskisi gibi istedikleri şekilde yönetebilecekleri bir zemine oturtmak için son 10 yıldan bu yana sayısız planlar devreye sokan ancak hiçbirinden arzu ettikleri sonucu elde edemeyen ABD ve Avrupa merkezli batılı küresel güçlerin son umudu koronavirüs idi.
Tabi aynı şekilde Türkiye’deki muhalefetin de umudu buydu.
Salgının Türkiye’yi esir alması, on binlerce insanın hayatını kaybetmesi, ekonominin çökmesi, bu sürecin ülkede büyük bir kaosa yol açması ve nihayetinde hükümetin havlu atması umuldu.
Bu, uçuk kaçık bir umut ya da boş bir beklenti değildi.
Zira ekonomileri Türkiye’den kat be kat büyük çok sayıda ülkede benzer durumlar yaşanmış, hükümetler derin sarsıntılar geçiriyordu ki bu durum halen birçok ülkede devam ediyor.
Tabi bu hayallerinin gerçekleşmesini öyle uzaktan izleyerek beklemediler.
Böyle bir sürecinin başarıyla atlatılmasının temel gereksinimlerinden birisi olan toplumdaki güven duygusunu çökertmek için ellerindeki tüm enstrümanları devreye soktular.
Lakin umdukları gibi olmadı.
Yönetim kabiliyeti güçlü, öngörüsü yüksek iktidar bilimin yol göstericiliğinde, dünyada salgınla mücadelenin en iyi örneklerinden birini sergiledi.
Sadece koronavirüsü kontrol altına almakla kalmadı, insanların ölümünden siyasi rant devşirmeye çalışanların heveslerini de kursaklarında bıraktı.
Salgınla mücadeleden başarıyla çıkılmasının hükümetin karnesine artı puan yazmaya başladığını fark eden söz konusu güçler, bu kez en azından bu yükselişi engellemek için iç siyasette gündem değiştirme yollarına başvurdular.
Bu başarılarının konuşmasını durdurmak için darbe tartışmalarını dolaşıma soktular.
Bunun da işe yaramadığı görülünce en çok umut bağladıkları, Türkiye’nin “yumuşak karnı” olarak gördükleri “Kürt kartı”nı devreye soktular.
Türkiye’de iktidarın devrilmesini isteyen ve buna umut bağlayan içerde ve dışarıda tüm güçler bu kart etrafında pozisyon almışa benziyor.
Önce PKK’nin eylemlerini arttırması kararı alındı.
Eş zamanlı olarak HDP bugüne kadar hiç olmadığı kadar dilini sertleştirmeye başladı.
Eş başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar, “Bu iktidar gelmiş geçmiş en büyük Kürt düşmanı” dedi.
HDP’li Osman Beydemir, “Bu devlet artık benim devletim, Kürtlerin devleti değil. Artık değişim dönüşecek bir rejim yok karşımızda. Yıkılması gereken, enkazları içinde kaybolması gereken, boğulması gereken ceberut bir rejim ile karşı karşıyayız” ifadelerini kullandı.
Buldan, “Bu iktidarı değiştirmek için farklı tarafları destekleyebiliriz” diyerek ana muhalefet başta olmak üzere yeniler dâhil tüm muhalefet cephesine selam çaktı.
Yeniler dâhil tüm muhalefet partileri bu selamı aldı ve karşı selam gönderdi.
Muhalefetin HDP ile bu fingirdeşmesini salt bir ittifak arayışı çerçevesinde görmemek lazım.
Bu ilişki, rolü gereği ülkenin, devletin ve toplumun sinir uçlarıyla oynayan HDP’nin kriminalize edilmemesi için etrafında muhalefetten bir güvenlik çemberi oluşturma çabası.
Yani HDP, Türkiye’deki iktidarı devirme çabasında olan güçlerin devreye soktuğu “Kürt kartı” planlarının içerideki unsuru olma rolünü almış durumda.
Muhalefet de bu kartın işlevli olması ve kolay kolay tüketilmemesi için destekleyici unsur olarak devrede.
Lakin bu kartı sahaya sürenler, devletin ve iktidarın salt içerde oynanacak bu oyunla başa çıkabilme kabiliyetinin farkında.
O nedenle devletin ve hükümetin, oyunun Türkiye sahası dışındaki bölümüne etkisinin daha az olacağı düşünülerek eş zamanlı olarak “Kürt kartı”nın Türkiye dışı unsurları da tüm yönleriyle devreye sokulmuş durumda.
Irak ve Suriye’deki tüm Kürt gruplar “ittifak” adı altında PKK etrafında birleştirilmeye çalışılıyor. Böylelikle Türkiye’de eylem kabiliyetini yitiren PKK’ya alan açılmaya, Türkiye karşıtı Kürt cephesi genişletilmeye çalışılıyor.
PKK da son dönemde neredeyse tüm enerjisini buraya yöneltmiş durumda.
“Ulusal ittifak” diye “Türkiye’ye karşı birlikte savaşalım” çağrısı yapıyor.
Kuzey Irak’taki iktidar partisi KDP ve ona yakın Suriye’deki Kürt gruplar ikilemde.
Kimileri Türkiye ile ilişkilerinin bozulmasının, daha da ötesi Türkiye’yi karşılarına almalarının kendileri açısından bir felaket olabileceğini görerek bu yöndeki baskılara direnirken kimileri de kendilerine vaat edilen “büyük birleşik bağımsız devlet” hayallerinin etkisiyle bu senaryoda rol kapma arayışında.
Yani bu “Kürt kartı”nın Türkiye dışı ayağında durum henüz belirsiz.
Ancak kanaatimce söz konusu küresel güçlerin, önümüzdeki yakın dönemde Türkiye’de iktidarı devirme amaçlı hamleleri, en fazla bu “yumuşak karın” olarak gördükleri bu “Kürt kartı” üzerinden gelecek.
O nedenle, “Kürt kartı” üzerinden başlayan ve şiddetini arttırarak sürmesi muhtemel olan bu çok yönlü saldırıları boşa çıkartmak için devletin ve hükümetin acilen çok yönlü stratejiler geliştirip bunları sahaya yansıtmasında zaruriyet olduğunu düşünüyorum.