Hasan Âli Yücel'in tespit ettiği gibi, başta "sistem" olmak üzere eğitimdeki sorunlar için "halka mâl olmaktan" başka bir çıkış gözükmemektedir.
1938-1946 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı yapmış olan Hasan Âli Yücel’i genç nesil pek bilmez. Belki adını İş Bankası Kültür Yayınları’ndaki Hasan Âli Yücel Klasikleri’nden veya İstanbul Üniversitesi Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi’nden bilen gençler vardır. Aynı zamanda ünlü şâir Can Yücel’in babasıdır. Hasan Âli Yücel’in, 1974 yılında Türkiye İş Bankası’nın 50. Yılı münâsebetiyle yayınlanan Kültür Üzerine Düşünceler adlı kitabında toplanan yazılarının çoğunluğu eğitim ile ilgilidir. Kitabı okurken, 1950’li yılları değil de, sanki 2018’deki şartları okuyor gibiyiz. Bugün sizinle 22 Ocak 1955 târihli “Neden bir maarif sistemimiz olamıyor” başlıklı yazısının konuyla ilgili kısmını (aynen) paylaşmak istiyorum.
Bütçe Komisyonundan, oradan yankılanarak matbuatta gene “maarifte sistem” meselesi ortaya çıktı. Senelerden beri söylene söylene ağızlarda çam sakızına dönen bu kavramın kendi üstünde kimse durmamaktadır. «Maarifte sistem»den murat nedir? Herşeyden önce bunun üstünde zihin yormak, bu tabirde anlaşmak ve dercengievvel onu iyice anlamak lâzımdır. Halbuki bu kadar mühim bir meselede yol göstermesi beklenen yetkili insanlar eski ve yeni pedagoji profesörleri, terbiye ile uğraşanlar, pek böyle konulara iltifat etmiyorlar. Meselâ 40 sene önce “Talim ve Terbiyede inkılâp yapan hocamız, terbiyecimiz İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Kuran-ı Kerim tercümesi ile meşgûldü. Gençler de aktif metodla uğraşmaktadır. Her ikisi de güzel; Fakat böyle müphem kalmış umumî maarif meseleleri üstünde fikirlerin söylenilmesine, terbiyeli terbiye tartışmalarına ihtiyaç nekadar kesindir. Buna benzer bazı konular meslek dergilerinde ele alınıyor. Ama bunlardan büyük okuyucu kitleleri haberdar olamıyorlar. Bazı yazılarda da bir takım ithamlar yahut indi kanaatler hakim olduğu için zayıf kalan fikir tarafları aranan faydayı sağlamamaya sebep oluyor.
Fikri olup da «yazmağa yer bulamıyoruz» diyen meslektaşlarımıza bu imkân daima açıktır. Naçiz meslekdaşları olan bu eski öğretmen, onlara sütünlarını memnuniyetle hazır tutmaktadır. Yazılarını «Eski öğretmen. Mithat Paşa Caddesi, No.10 Ankara» adresine lütfedip göndersinler. Bunun gibi bazı meseleleri burada ileri sürdüğümüz olmadı değil. Kıdem, maaş, tayin nevinden olanlar hakkında yazılar ve fikirler geldi. Bunlar faydasızdır demek istemiyorum. Fakat umumi ve toplayıcı meslek davaları da aynı ilgiyi uyandırmamalı mıdır?
Gelecek fikirleri beklerken mücerret olarak birkaç mütalaayı açıklamak istiyorum. Birinci meseleyi şu soruda formüllemek mümkündür.
Bir memleketin maarifinde sistem nasıl doğar?
Bu soruyu ele alınca, bir memleket dediğimiz yerde halk tabakalarından en yüksek fikir ve devlet adamlarına kadar mevcut terbiye kıymetleri gözümüzün önüne gelmelidir. Çünkü herhangi bir insan topluluğunun içinde, tıpkı bir kumaşın tersi gibi terbiye kıymetlerine varlığı dokunmıyan tek olay yoktur. Meselâ ekonomik olaylar, harp içinde ve sonrasında İngiltere’de tatbik edilen verasyon denilen ölçülü gıda rejimi asırlardan beri devam eden ciddi İngiliz terbiyesinin fert-cemiyet anlayışına dayandırılmasa idi her tarafından falso verir ve muvaffak olmazdı. Krallarından en mahdut gelirli vatandaşına kadar bütün Britanya halkı, hükûmeti fazla kontrol külfetine sokmadan aldıkları tavsiyelere riayet etmişlerdir. İşte bir tarafı ekonomik, diğer tarafı eğitim esaslarına dayanan bir olay.
Gene aynı hal içinde sonu gelmiyeceğini bilen bir çok Alman, ölümleri pahasına da olsa kendilerine verilmiş harp hizmetlerini, hattâ faydasına inanmadıkları halde yerine getirmişlerdir. Bir sosyal olay… Bu kumaşın tersinde de Almanların asırlardan beri aldıkları emre itaat şeklinde özetliyebileceğimiz terbiye… Verdiğimiz İngiliz, Alman misallerinde görüldüğü veçhile bu iki ayrı olayın müşterek tarafı konuları başka başka olan terbiye tarafından görülmektedir. Bu terbiye “millidir yani millet bütününün asırlar içinde benimsedikleri kıymetlerdir.
İşte bir milletin bütün tabakalarına yaygın olan bu kıymetleri yetişkin nesillerin yetişecek nesillere vermelerine «terbiye» en üstün tesiri yapmaktadır. Onları evde ve okulda gerçekleştirmek için alınan tedbirlerin bütününe o memleketin “terbiye sistemi” bu teoriye sisteminin teşkilâtlanmış haline de “maarif sistemi” derler.
Şu halde bir memleketin halkındaki istidat ve kıymetlere dayanmayan bir maarif sistemi tutar mı? Devamlı bir hayata erebilir mi?
İşte ikinci mütalaanın mantıkî olarak bizi getirdiği nokta. Bu sorunun cevabını verirken kendiliğinden «milli terbiye»meselesi meydana çıkar. Çünkü halkta yaşıyan kıymetler ve istidatlar gözönüne alınmadan belirtilmesi veya yontulması lâzım cihetler dikkatle tesbit edilmeden başka memleketlerden el yordamı ile alınacak metodları uluorta tatbike kalkmak her zaman neticesiz olmağa mahkumdur.
Prens Sabahattin’in «ferdi” «tecemmui» diye yaptığı cemiyet bölümüne dayanıp «tecemmüi» cemiyetleri ferdi” kılmak hususundaki tavsiyeleri ve o tavsiyelere esas alınan Avrupalı fikir ve terbiye adamlarının tecrübeleri bu noktayı ihmal ettiklerinden dolayı umulan başarıyı vermemiştir.
İşte, «neden bir maarif sistemimiz olamıyor?» sorusuna bu cihetler gözden uzak tutulmıyarak cevap vermede fayda mülâhaza ettik. Bunlar da nihayet bir kafanın düşündükleridir. Milletimizin ana meselelerinden biri olan bu konuyu ancak kafa kafaya verdiğimiz takdirde hiç değilse nazari olarak bir yere bağlamış olabiliriz.
Bu yazıyı yazmadan önce sekiz yıl millî eğitim bakanlığı yapmış biri olarak, ama kendi deyimi ile “eski öğretmen” olarak bir durum değerlendirmesi yapan Hasan Âli Yücel’in değindiği sorunların ve hususların hâlâ var olduğunu görmek üzüntü vericidir. Ancak Hasan Âli Yücel’in, kendi posta adresini verip fikri olup da “yazmaya yer bulamayanlar”a yaptığı dâveti ben de tekrarlıyorum ve [email protected] eposta adresime göndereceğiniz yapıcı fikirleri bu sayfada paylaşacağımı duyurmak istiyorum.
Hasan Âli Yücel’in tespit ettiği gibi, başta “sistem” olmak üzere eğitimdeki sorunlar için “halka mâl olmaktan” başka bir çıkış gözükmemektedir. Lafla peynir ekmek gemisi yürümediği gibi, sâdece konuşup eğitim sorunlarını hiç çözümeyiz. Değerli fikir ve görüşlerinizi bekliyorum.