Bana soracak olursanız FETÖ'yle mücadelenin en önemli virajı ne hukuki ne de siyasi.
2015 yılında Ahmet Altan’ı konu alan “Geç bu işleri Ahmet Altan!” başlıklı yazımda şu ifadeleri kullanmışım:
‘…Birkaç gün önce yine televizyondaydı Ahmet Altan. Geçmişte “Eğer hükümetle Cemaat siyasi iktidar kavgasına girerse, Cemaat siyasi iktidarı paylaşmak isterse ben hükümeti desteklerim. Hükümet, isterse MHP hükümeti olsun, benim için fark etmez. Siyasi iktidara sadece siyasi aktörler, siyasi partiler talip olabilir, siyaset dışı bir güç siyasi iktidardan pay talep edemez, siyasi bir iktidar istiyorsa siyasi partisini kurar. Eğer hükümet, devlette görevli insanları Fetullahçı diye fişlerse, onların hak ettikleri halde yükselmesine izin vermezse ben Cemaat’i desteklerim. Çünkü herkes inancında özgürdür, buna kimse karışmaz, kimse kimsenin önünü inancından dolayı kesemez. Eğer Cemaat’ten birileri devlet içinde geldikleri mevkileri, o mevkiin gereklerine göre değil de Cemaat’in isteklerine göre kullanmaya kalkarsa, bu yüzden işinden olursa, onu görevden alan hükümeti desteklerim.” diyen Ahmet Altan artık hangi kanıtla inanacaktır pek kestiremesek de devletin içine sızmış ve sızmanın sonucunda hükümeti devirmeye kalkışarak bir darbe planı ortaya koyan paralel yapıyı destekleyen bir televizyondaydı.’
Ve devam etmişim:
“Vermiş olduğu bir sunumda gazeteciliğin yüzde 99’unun alçaklık ve korkaklık olduğunu söyleyen Ahmet Altan’ın geriye kalan yüzde 1’lik cesarete sahip olup da Zaman’daki röportajında paralel yapının gizlice dinlediği milyonlardan, KPSS Skandalı’ndan, insanların en özel mahremlerinin bile açık edildiğinden, devletin en gizli toplantısının dahi gizlice dinlenip nerelere servis edildiğini sorgulamasını beklerdik.”
O yıllardan bugüne değişen bir şey olmamış. Ahmet Altan aynı Ahmet Altan. Bırakın FETÖ’yü savunduğunu düşünmesini içine batmış olduğu kibrinin kölesi olmuş bir şekilde muhtemelen FETÖ’nün “Ahmet Altan’cı” olduğunu falan düşünüyordur. Devletin iliklerine kadar sızan terörist bir yapıyla ilgili hapiste geçirmiş olduğu üç yıl boyunca tek bir cümle kurmamayı başardı Altan. Hatta mahkeme salonlarında ucuz kahramanlık yapıp durdu. Gazeteciliğin yüzde 99’unun alçaklık ve korkaklık olduğunu söyleyen bir kişi FETÖ’nün bugüne kadar yapmış olduğu alçaklıkları bir kez olsun ağzına almadı.
Muhtemelen hapisten çıkacağı gün yapmış olduğu o savunmalarla tüm dünyada kahraman olarak lanse edilmeyi bekliyordu. İnandığından değil aslında, o yere göğe sığdıramadığı egosunu tatmin etmek uğruna “Cemaat iktidarı paylaşmak isterse hükümeti desteklerim” sözünü çiğnedi, entelektüel itibarını rezillik seviyesine getirmeyi başardı. Yaşamı boyunca vesayetle mücadele ettiğini söyleyen Altan, terörist faaliyetlere imza atmış bir vesayetin yanında yer alarak inandırıcılığını da yitirdi. Dünyada bile yankı bulmadı hapisten çıkışı, muhtemelen bundan sonra da birkaç kere sırtını sıvazlayıp unutmaya mahkûm edeceklerdir.
Nazlı Ilıcak ise hapisten yazdığı mektuplarla pişman olduğunu söyledi söylemesine ama onun da itibarını yitireli çok olmuştu. Bugüne kadar hep yanlış tarafta yer almayı başararak gazetecilik tarihinde kırılması zor bir rekora imza attı. Arkasına dönüp baktığında işine “special life” karıştırmayı hayatında yapmış olduğu en büyük pişmanlık olarak göreceğine emin olmak istiyorum. Akıllanır mı bilinmez ama bir gerçek var ki bu iki ismin dediklerinin artık hiçbir kesimde hükmü yok, hayatlarının son demlerini itibarları sıfırlanmış bir şekilde yaşayacaklar. Hayat boyu alacakları en büyük ceza bu olacak belki de.
Ne olursa olsun üç sene hapis yatmış, biri akıllanmış(?) diğeri akıldan uzak bu iki ismin cezasını “KHK faciadır” diye ortalıkta dolaşanları gördükçe çekmiş olduğunu düşünüyorum. Bundan sonra demokrasinin yanında, terörist yapıların karşısında dururlar mı bilinmez ama FETÖ’yle mücadelenin bu kısır döngüye sokulması doğru değil.
Bana soracak olursanız FETÖ’yle mücadelenin en önemli virajı ne hukuki ne de siyasi. Psikolojik üstünlüğü elde ettiğinizde FETÖ gibi terör yapılarının üzerine gitmek ne yorucu oluyor, ne de yıldırıcı. Psikolojik üstünlüğü elde tutmak adına koskoca bir mücadeleyi bu iki isme indirgemekte doğru değil. Zira Mehmet Altan dışında ikisi de ceza aldılar, hapiste üç sene de kaldılar. Ne var ki mahkeme salonlarında Sartre’nin minyatür pozisyonu olmaya çalışanlar da gülünesi oluyor artık, inanın sözlerinin hiçbir şekilde ciddiye alınmayacakları lokasyona düşmeleri onlar için en büyük ceza. Hapisten bile.
Muhalif kanadın “özgürlükler kısıtlanıyor” diye çığlık atarak anlamadığı günün birinde kendilerine de özgürlüğün lazım olacağı. “Özgürlük” goygoyuna kapılarak her on yılda bir farklı ama amaç olarak birbirinden ayrılmayan vesayetleri savununca hepsi terör faaliyetine savrulmaktan geri kalmıyor, bu öyle bir bumerang ki en başta Erdoğan’a karşı olmak için bu terörist yapıları savunma çukuruna düşenleri vurur, hala daha anlamak istemedikleri bu.
Sözün özü… FETÖ’yle mücadele aralıksız bir şekilde sürmeli, devletin içinde tek bir FETÖ’cü kalmayana dek bu mücadeleyi gündemden düşürmemek gerek. Çılgınlar gibi sevdiğimiz özgürlük burada yatıyor işte.
Ahmet Hakan’dan sonra kim genel yayın yönetmeni olacak? (Başlık)
Hürriyet’te yaşanan işten çıkarmaların ardından Vahap Munyar istifa ederek yerini Ahmet Hakan’a bıraktı.
Ne yalan söyleyeyim, insani etikle bağdaşmayan bu çıkarma şekliyle istifa edenler ne maksadıyla yapıyor olursa olsun, bence doğru bir duruş sergilediler. En azından görmeyi özlediğimiz manzaralardan biriydi.
Munyar’dan sonra Ahmet Hakan göreve gelerek “Hürriyet’in markasını daha üst noktalara taşımak istediğinden” bahsetti. Hürriyet’in bir markası kalmış mıydı bilmem ama bu görevi almak için son zamanlarda çok çalıştığı yazı şeklinden ya da bulunduğu yerlerden belli oluyordu. En sonunda istediğini kopardı.
Artık yazdıkları haber değeri taşımayan ve kendisi dışında pek kimsenin okumadığı Ertuğrul Özkök ise her zaman ki o dengeci halini sürdürüyor. Bu yaşananlar sanki yıllardır yönettiği gazetede olmamış gibi pasif agresif yazılarına devam ediyor.
Hürriyet açısından değişen bir şey olmayacak. Ahmet Hakan’ın televizyondaki değil, yazılarındaki her yere boncuk dağıtan hali gazetenin çizgisi olmaya devam edecek. Hakan’dan sonra ise benim adayım Abdülkadir Selvi, zira o gazetede başka da kimse kalmadı zaten.
İki kahvaltı mekânı
Instagram’da paylaştım, buraya da yazıyorum. Keşfettiğim iki kahvaltı mekânını sizlerle paylaşmak istiyorum, güzel bir pazar günü sevdiklerinizle deneyin derim.
Boris’in Yeri: Kumkapı’da. En eski meyhanelerden biri olan Kör Agop’un yakınında olan bu salaş mekânı denemenizi özellikle öneriyorum. Boris’in açtığı ama şimdi Türk işletmeciler tarafından işletilen bu yerde gelenekler aynen devam ediyor. Kaymak, tereyağı ve yoğurtları hala kendileri yapıyorlar. Kahvaltınızın yanında ise çay değil, sıcak süt için.
Kafe La Mekan: Kuzguncuk’ta bulunan bu küçük dükkanda dün kahvaltımı yaptım. Fırından her seferinde başka bir ürün çıkıyor, gidip seçiyorsunuz. Peynirli poğaçalarına bayıldım. Zeytinyağlı yemeklerini tatmadım ama çok güzel olduğu söyleniyor, buraya da gitmenizi öneririm.