Bütün okuyucularımın 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramını kutlarım. Bundan 99 yıl önce Kuvva-yı Milliye hareketi Samsun'dan başlamıştı.
İKİ TEBRİK
Başta Atatürk olmak üzere bütün Kuvva-yı Milliyecilere Allahtan rahmet diliyorum. Ruhları şâd olsun…
19 Mayıs’ta, yani 19.05’te, 1905’te kurulmuş olan benim sevgili takımım Galatasaray saat 21:00’de 21’inci şampiyonluğu aldı. Beşinci yıldıza dört kaldı. Bu Şampiyonlukta Fatih Terim’in katkısı büyüktür. Takım olmaktan çıkmış bir topluluğu yeniden takım yapmış, kaybedilmiş ve kenara atılmış futbolcuları kazanmış ve taraftar ile camiada kenetlenmeyi sağlamıştır. Bütün Cimbomlulara kutlu olsun.
DARALMA KONJONKTÜRÜNDE FİRMA YÖNETİMİ
Sezon başında Galatasaray hakkında iki yazı yazmıştım. Ciddi bir borç batağı içinde olan Galatasaray SK’nün ilk önce borçlarını çözümlemesi gerektiğini, yeni bir şampiyonluğa acil ihtiyaç bulunmadığını ve sıfırdan yüksek maliyetli bir takım kurarak çok ciddi bir risk altına gireceklerini yazmıştım. Buradan kârlı çıkmanın tek yolu vardı, o da şampiyon olmak… Hem şampiyonluk primi 20 milyon TL hem de Şampiyonlar Liginden gelecek 15 milyon Avro garanti para (Fener bir iyilik yapar da, ön elemede elenirse bu para 30 milyon Avro olacak) Galatasaray’ı rahatlatacaktır. Ancak bu problemlerin çözümlenmesi anlamına gelmiyor. Hala daha çok ciddi bir borç yükü vardır. Bu da ister istemez kemer sıkmayı gerektirecektir.
“Öyle diyorsun da, Hocam? Bak Galatasaray’a? Adamlar krizden daha çok harcayarak ve daha çok borçlanarak çıktılar… Demek ki, firma teorisi yanılmış… Kriz anlarında veya daralma konjonktüründe küçülmek değil aksine büyümek gerekiyormuş. Galatasaray firma teorisini paçavraya çevirmiş. Ne dersiniz?” Vallahi, böyle bir soruya verilecek cevap nettir: Aslında, bana kalırsa, şampiyonluk Fatih Hoca’nın kendi çapında firma teorisini uygulamasıyla gelmiştir. Fatih Hoca geldiğinde Selçuk İnan, Ryan Donk, Sinan Gümüş, Hakan Balta, Yasin Öztekin takımdan dışlanmış, Fransızca konuşanlar ile Portekizce konuşanlar ayrı gruplar teşkil etmiş, Galatasaray dört derbiden 1 puan çıkarmış ve dördüncü sırada idi. Devre arasında takımın en iyi orta sahası Ndiaye transfer oldu. Sadece Nagatamo kiralandı. Yani hem kadro da eksilme yaşanmış, hem de harcamalar kısılmış. Bununla birlikte takımdan dışlanmış futbolcular da takıma kazandırılmış. Yani eldeki kaynaklar daha etkin kullanılarak hem performans arttırılmış hem de maliyetler düşürülmüştür. Bu anlamda futbol takımı kriz anında doğru şekilde küçülmeye gitmiş, harcamaları arttırmadan verimliliği arttırarak başarılı olmuştur. Bu tam da firma teorisinin söylediğidir.
Pekiyi Kulüp yönetimi nasıldır? Şimdiki yönetim makul bir çizgidedir. Teknik işleri ehline devretmiş, kendisi de idare ile uğraşmaktadır. Ancak TFF ve UEFA’dan gelecek paralara rağmen, Kulüp’ün borç batağı devam etmektedir. Bunun kapatılması için ya ekstra gelir (Riva projesi gibi) kaynağı sağlamak gerekecektir, ya da harcamaları kısmak. Bence ikincisine gidilmesi gerekir. Çünkü ekstra gelir projeleri ekonominin de daralma konjonktürüne gireceği 2018 ve 2019’da pek bir fayda sağlamayacaktır. Belki Rodriguez de satılır, genç birkaç futbolcu satın alınır. Fatih Hoca gelecek sene de şampiyonluğu alır, Şampiyonlar Ligi’nde ilk turda, bilemediniz ikinci turda eleniriz. Ama bir “feda dönemi” gerekmektedir, çünkü, biz bireyler ve firmalar için, “kara kış kapıdadır”.
KARA KIŞ GELİYOR MU?
Bütün firma bilançolarına baktığımızda satışların ve kâr haddinin reel olarak hızla düşmekte olduğu görülmektedir. İçinde bulunduğumuz süreçte hem reel sektör hem de finansal sektör likidite sıkışıklığı içine girmektedir. Dış Borcun yarısı (460 milyar doların yarısı 230 milyar dolar) 2018 sonuna kadar ödenmek zorundadır. 55-60 milyar dolar Cari Açığı da ekleyin, kabaca 300 milyar dolarlık net döviz talebi olacaktır. Bunun kuru yükseltmesi tabiîdir, nitekim dolar 4,50 TL’yi görmüştür. Hükümetin uygulamaları çelişkiler ve eşgüdüm uyarsızlıkları içermektedir. Böyle bir durumda seçim sonrası – kim kazanırsa kazansın- ülkeyi –yani bizleri- neyin beklediği çok da sürpriz sayılmaz: Sıkı maliye ve sıkı para politikası. Başka bir yazımda bahsettiğim gibi devalüasyona gerek kalmamıştır, çünkü kur aşırı bir hızla yükselmiştir. Bu politikalar sonucunda ne olacağını herkesin anlayacağı dille söyleyeyim: İğneden ipliğe, ilaçtan ekmeğe zam üstüne zam gelecektir. Faizler yüzde 16 üstüne çıkacak, enflasyon da yüzde 11 civarında tutulacaktır. Yeni mezunların iş bulmaları ise bir sene boyunca çok mümkün olmayacaktır. Herkesten bir sene fedakârlık istenecektir. İşte bu ortamda her firmanın -ve tabii ki futbol kulüplerinin de- ayaklarını yorganlarına göre uzatmaları gerekecektir.
“Hocam ne diyorsunuz siz? Ekonomi yüzde 11 ve yüzde 7,4 büyüdü. Nasıl kriz gelebilir?” Eğer böyle gider ve müdahale edilmezse 2001 krizi benzeri bir kriz 2019’da kapımızda olur. Şimdiden önlem almak gerekmektedir. Kim gelirse gelsin karşılaşacağı ilk mesele budur ve uygulayacakları politika da yukarıda yazdığım gibidir. Yani, seçim sonrası herkes kemer sıkmaya kendini hazırlasın…
Daralma konjonktüründe firma yönetimi ve yeniden örgütlenmesine bir sonraki pazartesi devam edeceğim.