Bugün Türk tarihinin en büyük şahsiyetlerinden olan Fatih Sultan Mehmet Han'ın mirasına nasıl sahip çıkabileceğimizi tartışacağım.
Cuma Günü Ayasofya Camii yeniden ibadete açıldı. Benim de içinde olduğum milliyetçi ve muhafazakâr kitlenin kalbinde bir yara olarak kalan Ayasofya’nın müze olma durumu nihayete erdi. Ayasofya’nın Cami’ye yeniden tahvili Türk tarihinin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Fatih’in mirasının ve İstanbul’un “bize ait olduğunun” tapu belgesinin tescili olarak görülmektedir. Devletimizin bu mabedi layık olduğu şekilde ihya etmesi Türk milletinin de gönlünü kazanmıştır.
Bugün Türk tarihinin en büyük şahsiyetlerinden olan Fatih Sultan Mehmet Han’ın mirasına nasıl sahip çıkabileceğimizi tartışacağım. Acaba Fatih nasıl bir insandı? Bugün yaşasa Türkiye ve Türkler hakkında ne düşünürdü? Eğer Fatih’i önemsemiyorsanız, onun düşünüş ve eylem tarzını anlamak istemiyorsanız bu, tabiî ki, önemsizdir. Ancak, eğer Fatih sizin kimliğiniz ve aidiyetinizde önemli bir yere sahipse o zaman “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!” diye Mehter Marşı okuttuğumuz gençlerin ve her daim genç kalan büyüklerimizin Fatih’in kişiliği, düşünüş ve eylem tarzı hakkında bilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda bugün ve bir sonraki yazımda Fatih’i hayatındaki farklı rolleri ile ele alacağım. Bunları bilimsel düşünüş, stratejistlik ve taktisyenlik, liderlik, mareşallik, dine bakışı ve vizyon olarak sınıflandıracağım. Ama öncelikle halkımızın çoğunluğunun kafasındaki Fatih’i anlatayım ki aradaki tezatlar ortaya çıksın. Bakalım ne çıkacak…
HALKIMIZIN KAFASINDAKİ FATİH
Şu anda büyük çoğunluğu (nüfusun kabaca yüzde 70’i) büyük şehirlerde yaşayan Türk Halkı’nın gözünde Fatih, haklı olarak, en büyük kahramanlardandır. Genel sağ cenah münevverleri (Münevveri bilerek kullandım; tenvir edilmiş yani başkaları tarafından aydınlatılmış demektir; milletin gerçek seçkinleri ise başkası tarafından aydınlatılmaz, kendileri ışık kaynağıdır, DMD.) için hem İslâm’ın “ilâ -yı kelimetullah – Allah’ın sözünü dünyaya yaymak” düsturunun hem de modern zaman münevverleri tarafından zikredilen “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresinin – Türk Dünya Egemenliği İdeolojisinin” cisimlenmiş örneğidir. Münevverler bunu söyleyince halkımızın içindeki geniş yığınlar için Fatih rahmetli Erbakan Hoca ile yine rahmetli Başbuğ Türkeş’in karması bir ideolojiye sahip, beş vakit namazında, dünyayı Müslümanlaştırmak ve Türkleştirmek isteyen bir ulu hakan olarak kabul edilir. Tabiî tarihi Kara Murat çizgi romanı ve piyasa işi dizilerden öğrenirseniz olacağı budur. Pekiyi, gerçek bu mudur? Yazının devamını okuyun, cevabı bulacaksınız…
FATİH’TE BİLİMSEL DÜŞÜNCE
Bilimsel düşüncenin özünde akılcılık yatar. Akılcılık ise olayları analiz ederken, sorunları çözerken, dünyadaki olgu ve süreçleri nesnel değerlerle ele alıp, aralarındaki neden sonuç ilişkisini sorgulayarak, yapılan hatalardan ders alıp tekrar etmeyerek, meselelere aklî ve mantıkî açıklamalar ve çözümler önermek demektir. Fatih’in bütün hayatı bu bakış açısının delilleri ile doludur. Öte yandan Fatih’in kendisi de yüksek düzeyde bir eğitimden geçmiştir. Tarihçilerin üzerinde ittifak ettiği üzere Arapça, Farsça, Yunanca, Latince dillerini çok iyi bilmekte, Sırpça ve İtalyancayı anlamaktadır. Matematik ve Tarih’te uzman olması bir yana, balistik biliminde mucit seviyesindedir. (İstanbul’un fethinde kullanılan havan topları ve roketler kendi icadıdır.) Sarayında her ülkeden filozofları ve bilim adamlarını toplamaya, onları tartıştırıp dinlemeye özel bir önem verirdi. Bugünkü Türkiye’deki siyasetçi profiline baktığımızda, çoğu aldığı eğitimle alakasız işler yapan, bırakın dört-beş yabancı dil bilmeyi büyük kısmı doğru düzgün Türkçe konuşamayan adamlar ile mukayese bile kabul edilemez. Bunun ötesinde devlet adamlarımızın ne kadar bilimsel düşünceye sahip olduğu ve ne kadar eleştiriye açık olduğu da tartışmalıdır. Toplum hayatının (özel ve kamu fark etmez) her alanında belli bir liderlik rolü üstlenen hemen hemen her Türk’ün ortak özelliği etrafında çanak yalayıcı dalkavuklardan bir hale oluşturup eleştiriye kulaklarını kapatmalarıdır. Fatih bunun tam tersi bir adamdı.
STRATEJİST VE TAKTİSYEN OLARAK FATİH
Tarihçilerin ortak görüşüne göre Fatih Büyük İskender’in Fetihlerini ve Gaius Julius Caesar’ın Savaşlarını sürekli okurdu. Bu bağlamda kara ordusunu yeniden teşkilatlandırdı, Yeniçeri’leri tüfekli piyade sınıfına dönüştürmeyi planladı, topçuluk ve balistik ilmine büyük önem verdi. Devleti büyük bir İmparatorluğun çekirdeği olarak yeniden teşkilatlandırdı. Böyle bir gücün denizlerde hâkimiyet olmadan oluşamayacağını bildiği için denizciliğe çok önem verdi. Bunda İstanbul’un Fethi sırasında Türk Donanması’nın yaşattığı fiyaskonun da büyük bir payı vardır. İstanbul’u bu büyük İmparatorluğun merkezi olarak yeniden kurdu. Belki de İstanbul Rumları onun devrinde İmparatorluktaki en mutlu kavim idiler. Bugün Türkiye Cumhuriyeti tarihine ve son dönem Osmanlı tarihine bakarsak Atatürk dönemi haricinde bu tarz bir stratejik kavrayışa, maalesef, rast gelemiyoruz. Tanzimat reformlarındaki yüzeysel değişimler, Balkan Harbindeki fiyasko, Abdülhamit Han ve Talat Paşa’nın Alman yanlısı siyasetleri, Birinci Dünya Savaşı’na girişimiz, NATO’ya üye oluşumuz ve Kore Harbi’ne katılmamız, AB serüvenimiz, Birinci Körfez Harbi’ndeki tutumumuz, Yunan işgaline uğrayan Ege adalarına sessiz kalışımız, limanlarımızı ve denizlerimizi etkin kullanmayışımız, Rusya ve ABD karşısındaki “ince ayara dayanan” politikamız ve hepsinden ötesi borçla kalkınmayı şiar edinmemiz, bu stratejik bakış açısından yoksun olduğumuzun göstergeleridir.
FATİH’İN LİDERLİĞİ
Üniversitede 20-21 yaşlarında çocuklara ders anlatıyorum. İçlerinde çok azı derste sorduğum çok basit sorulara cevap verecek, gerekirse Hocası ile anlaşamadığı noktalarda itiraz edebilecek özgüvene sahipler. Burada bilgileri yok demiyorum, sınavda çok güzel neticeler alan öğrencilerin hemen hemen tamamı derste katılım sağlamıyorlar. 21 yıllık meslek hayatımda edindiğim tecrübeler ışığında birkaç istisna dışında bu gözlemim hep doğrulandı. Bunların hepsi özgüven eksikliğinden kaynaklanır. Özgüven liderliğin birinci şartıdır. İkinci şartı cesarettir. Öğrenci kitlesi içinde cesur kararlar verebilen ve bu kararların sonuçlarına da katlanmayı göze alan öğrenciler çok azınlıktadır. Bu öğrenciler çoğunluğa uymayı en temel kaide edinmişlerdir. Halbuki lider çoğunluğu kendine uydurabilecek cesarete sahip olmalıdır. Üçüncü haslet ise teşkilatçılıktır. Bu ise, bizim toplumumuzda (modern “cinci hocaların” güdümündeki post modern cemaat yapıları dışında) çok da rastlanmayan bir özelliktir. Fatih 21 yaşında koca devletin başına geçtiğinde, karşısında Çandarlı gibi dev bir siyaset figürü, onun yıllarca yönettiği bir bürokrasi, Anadolu’da ve Rumeli’deki köklü hanedanlar bulunmaktaydı. O ise özgüvenle dizginleri ele aldı, cesaretle (ve çokça sertlikle) kararlarını alıp uyguladı ve devleti yeniden teşkilatlandırdı. Bizim genç arkadaşlar özgüven, cesaret ve teşkilatçılığa sahip değillerse saçı başı ağarmış yetmişlik “delikanlılar” hiç sahip olamazlar. Onun için siyaset, devlet ve toplum hayatımızda “idare-i maslahatçılık”, “neme lâzımcılık”, kokmaz bulaşmaz tavır temel düstûr haline gelmiştir. Böyle olunca “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!” desen ne olur, demesen ne olur.
Cuma’ya devam etmek üzere şimdilik hoşçakalın.