TEOG'un kaldırılmasıyla alevlenen eğitim tartışmalarına baktığımızda, maalesef çözüm bekleyen birikmiş dağ gibi sorunlarla karşılıyoruz.
TEOG’un kaldırılmasıyla alevlenen eğitim tartışmalarına baktığımızda, maalesef çözüm bekleyen birikmiş dağ gibi sorunlarla karşılıyoruz. Türkiye’de aynı partinin iktidarında bile değişen bakana göre sistem değişiyor. Her şey sıfırdan alınarak yeniden nizamat verilmeye çalışılıyor. Bakanın görev süresi dolunca da yapılan bütün çalışmalar sonlandırılıp yeni bir arayışa giriliyor. Oktay Sinaoğlu’nun yıllar önce Türkiye’de eğitim meselesinin çözülmesinin dış engelinden bahsetmiş, “1945’e kadar İngiltere’nin sömürgesiydik. 1945’ten sonra ABD’nin sömürgesi olduk. Milli Şef İsmet İnönü 1947 tarihinde yaptığı resmî (Fulbright) anlaşması ile Türk Milli Eğitim sistemini ABD’lilere teslim etti.” demişti.
KENDİNİ TÜKETEN SİSTEM
Üniversitedeki odasında bizzat ziyaret edip uzun mülakat gerçekleştirdiğim Sinanoğlu’nun bu görüşünü komplo teorisi olarak düşünmüş, açıkçası pek itibar etmemiştim. Yıllar, merhum bilim adamımızı haklı çıkardı. En güçlü iktidar dönemlerinde dahi eğitim politikamız bir türlü rayına oturmadı. Öğretmenlerin motivesizliği, öğrencilerin idealsizliği, bazı illerdeki bina yetersizliği gibi birçok meseleyi açmıyoruz bile. Talim Terbiye’nin kendisinden beklenen nitelikli, kimlikli bir müfredat oluşturamaması, atılan küçük adımların idelojik kamplaşama malzemesine kurban edilmesi de ümitlerimizi maalesef öldürüyor. Hasbelkader ders kitaplarını hazırlayan komisyonlardaki arkadaşlarla tanıştım. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirini Faruk Nafiz Çamlıbel olarak kullananından tutun da, Ali Çolak’ın FETÖ’cü olduğundan habersiz olup Çolak’ın denemesini seçen komisyon üyesi arkadaşlarla karşılaştım. Yaşayan yirmi edebiyatçı tanımayan kişiler ders kitabı hazırlarlarsa bizim ümidimiz nasıl yerinde durur. Sendikalar ise eğitimin temel problemlerine kalıcı çözümler bulmak için kafa yorup raporlar hazırlayacaklarına, birbirinden adam kaçırarak üye sayısını artırma ve kendi adamlarını müdür yapma telaşına düşmüşler.
MESLEKİ EĞİTİM ÇIKMAZI
İçler acısı bir durumla karşı karşı karşıyayız. Mesleki eğitimdeki öğretmen ve idarecilerle görüştüğümüz de de moralimiz bozuluyor. Mesleğin pratik öğretimi esnasında, öğrencinin eline iğne batsa öğretmen ve müdürlere soruşturma açılıyor. Bu sebeple eğitimciler risk almamak için teoriyi verip geçiyor. Sonuçta ortada ne meslek öğretilebiliyor ne de o mesleğin açığı kapatılabiliyor. Mecburi eğitimin uzun yıla yayılmasından sonra sanayiler, yetiştirecek çırak bulamıyor. Suriyeliler de olmasa o alan tamamen boş kalacak. Herkesi mektepli yapma kaygısı, alaylı olma geleneğini bitirdi. Öğretmenler yapılan araştırmada mesleğin kendilerini tatmin etmediğini öğrenciden ve velilerden saygı görmediklerini belirtiyor. Sınıfta kalma ve devamsızlık konusunda yaptırım olmayınca disiplin kurmakta büyük problem çekiliyor.
Zararlı madde kullanım oranının her geçen gün arttığı, kaliteli okullarda okuyan gençlerimizin ilk fırsatta kapağı başka bir ülkeye atmayı düşündüğü bir zamanda işimiz gerçekten zor.
Muhafazakâr aile çocuklarında bile büyük bir kayma var. Kafalar karışık. Deist bir kuşak geliyor. Eğitimle kazanacakken eğitimle kaybetmenin kederini yaşıyoruz.
Tarih boyunca her toplumda, kendi nesillerine sahip olduğu değerleri aktarma noktasında eğitimin gücünden yararlanılmıştır. Biz de millet olarak büyük bir medeniyet mirasından ve geniş kültür birikimimizden süzülerek gelen değerleri gençlerimize aktarmamız gerekirken bu konuda pek başarılı olamıyoruz.
CEHALET KÖTÜLÜK TAŞIYOR
Benmerkezci, içinde yaşadığı toplumun meselelerinden uzak, kazanma uğruna dostlarını harcayabilecek karakterlerin çoğalması, eğitimin temel meselelerindendir. Sokrates “İnsan bilerek kötülük işlemez, kötülüğün kaynağı cehalettir.” der. Bu söz derin anlamlar taşımaktadır.
Kendi medeniyet ve kültürümüzün insana yüklediği anlamı, değerleri ve faziletli davranış kalıplarını yeni nesillere hakkıyla aktarmazsak, istikbal adına pek parlak cümleler kuramayacağız.
Tarihimiz model şahsiyetlerin örnekleriyle dolu. Eğitim sistemimiz bu örnek şahsiyetlerin rol modelliğini öne çıkarmalı, onların üstün karakterlerini özendirici hâle getirmeli.
Sadece sınavlarda çıkacak sorularla sınırlı kalınmayıp hayatın her alanında ihtiyaç duyacakları erdemle de buluşturulmaları gerekir. Gönüllerini hoşgörü ve sevgiyle dolduracak esasta çalışmalar yapılmalı; Mevlâna, Yunus Emre, hayatta olan değerlerimizden Sezai Karakoç Mustafa Kutlu Hüseyin Su Ali Haydar Haksal gibi öncüler rol model olarak sunulmalıdır. Bu sevgi ve hoşgörü ihtiyaç duyulduğu kadar işlenirse aileden başlayarak bütün topluma dalga dalga yayılır ve yaşanabilir bir dünyanın önü açılır.
Eğitim denilince sadece okul-öğretmen-öğrenci üçlüsü akla geliyor. Oysaki servis şoföründen hizmetliye kadar ayrıntı gibi duran birçok parça büyük bütünün bölümleri. Kaçakçılık gibi çeşitli suçlardan sabıkalı servisçilerin ölümlü kavgaları basına yansıdı. Canımız ciğerimiz evlatlarımızı emanet ettiğimiz bu insanların davranışları ve tutumları sorgulanmalı, bir kriter getirilmeli. Çocuklarımız sadece öğretmelerle değil kantincilerle de muhatap olmakta. Ayrıntıya inilerek kantinde yenilecek içilecek maddeler denetlendiği gibi, kantin çalışanlarının da eğitim yuvalarına layık kişiler olup olmadığı, argolu konuşmaları ve agresif tavırları da denetlenmeli.
ANAOKULLARINDAKİ ANALIKLAR
İzmir’de Alperen yavrumuzun hayatını kaybetmesiyle anaokullarındaki yaralar gündeme gelmişti. Kayıtsız anaokullarında yapılıp edilenden devletin bile haberi yok. Kim hangi eğitimi veriyor, hocalar nasıl seçiliyor?.. Bütün bunlar muamma. Bir de para hırsıyla açılmış anaokulları var. Körpe yavrulara analık gibi davranan okullar… Kolu kırılan çocuklardan dövülen masum bebelere uzun bir hikâye. Polise ifade vermeyen, savcı kamera kayıtlarını istediğinde “kameramız bozuktu” diyen, Milli Eğitim’den soruşturma için giden müfettişlere parti teşkilatında tanıdıkları olduğunu ima ederek tehdit eden arsızlar var. Durum vahim. Hakkını arayan veliye, “davanızı geri çekmezseniz size FETÖ’cü iftirası atarız” diyecek kadar gözü dönmüş, kalitesiz insanlar bu sektörde at koşturuyor. Ya devlet başa ya kuzgun leşe, denilecek dönemi yaşıyoruz. Teşkilatlar da, devletin yönetim kademeleri de bu kirli insanlara taviz vermemeli. Yanlışın, ahlaksızlığın arkasında durmamalı.
Türkiye’yi aydınlık yarınlara çıkarmak için bütün samimiyetiyle çalıştığına inandığımız AK kadroların, artık eğitimde pansuman tedavilerden tam iyileştirme yoluna gitmesi gerekiyor. Her seçimde “durmayın yola devam edin” diyen milletin talebi bu yöndedir.