Sadece ürün gönderenler okusa edebiyat dergileri ayakta kalır. Ama yazanlar bile okumuyorsa okurlar niye okusun.

Edebiyat Ortamı Dergisi’nin uzun süredir yayın yönetmenliği görevini yürüten Arif Ay içinde ince sitemler barındıran bir yazıyla dergiye veda etmiş. Edebiyat dünyasında saygın bir ismi olan Ay’ın bu vedası aslında kendisinde bir dergiyi yönetmek arzusunun kaybolmasından kaynaklı sıradan bir ayrılık değil. Kırk yılı dergilerin içinde geçmiş dergiciliğin her alanında bu bulunmuş bir edebiyatçının elvedası günümüz edebiyat dünyasını ve edebiyat dergiciliğinin geldiği durumu okumak anlamında bize bazı ipuçları veriyor.

Edebiyatımızın dergilerde yeşeren bir edebiyat olduğunu en iyi bilenlerden biri olan Sayın Ay’ın bu sessiz çekilişi edebiyat dergilerinin eski işlevini kaybettiğinin bir göstergesi. Okurlarıyla ayakta duran sözünü güçlendiren dergiler kayboldu. Çünkü artık yeni sayıların çıkmasını heyecanla bekleyen eski okurlar yok. Dergiler takip edilmiyor. İcazet merkezi olma konumunu kaybettiler. Yeni kalemler eskiden olduğu gibi bir editör yanında pişmeye razı olacak kadar sabırlı değil. Bir otorite tarafından yönlendirilmeye tahammülleri yok. Geçmişin katı kutuplu ortamı bulunmadığı için belli idealler çerçevesinde de birleşme buluşma mümkün olmuyor. Arif Ay mezkur yazısında işte bu ve benzeri problemleri dile getirip kendine has üslubuyla bana müsaade demiş.

YAZANLAR OKUMUYOR

Usta Şairin elveda yazısının en can alıcı noktası ise dergiye ürün gönderenlerin bile dergiyi alıp okumamaları.

Orhan Kahyaoğlu Sonbahar Dergisi’nin son sayısını çıkardıklarında durumu şöyle özetlemişti, “Baktık ki derginin çıkış süresi içinde bin beş yüz kişi bize şiir göndermiş, ama bizim satışımız yedi-sekiz yüz kişiyi geçmiyordu.”

Sadece ürün gönderenler okusa edebiyat dergileri ayakta kalır. Ama yazanlar bile okumuyorsa okurlar niye okusun. Kütüphanelere gönderilen rakamları da çıkardığımızda dergilerin tirajları iç açıcı değil. Bir araştırmaya göre ülkemizde yirmi bin kişiden sadece biri edebiyat dergisi takip ediyor. Takip edenlerin tamamı da okuyor mu orası tartışılır. İsimleri büyük bazı dergilerin okur sayıları sayfa sayıları kadar yok maalesef.

BELEDİYEYE DERGİ BIRAKMAK

Dergiler ayakta kalmak için çözüm arayışını devam ettirse de taşıma suyla değirmen dönmüyor. Okursuz bu iş olmuyor. Organik okurun dışındaki satışlarla dergileri ayakta tutmanın da doğurduğu ayrı sıkıntılar var. İçerikte reddettiğin bir dünyanın iç kapağa reklamını almak ya da dünya görüşüne uygun olmayan bir reklamı sırf dergi ayakta kalsın diye arka kapağa koymak gibi.

Bir de siyasi bağlantılar kullanılarak yüksek miktarda belediyelere satılan dergiler var. Bu da çözüm olarak görülüyor. Kısa vadede çözüm gibi görünse de uzunvadede saygınlık sorunu ortaya çıkıyor. Bu dergilerin belediyelerin girişine bırakılmaları gelen geçenlerin ellerine tutuşturulduklarında insanların okumak yerine az ilerideki çöp kutusuna bırakmaları hoş bir görüntü oluşturmuyor. Belediyeye dergi bırakmak yeni doğan çocuğu cami avlusuna bırakmak gibi bir durum. Ne belediye çalışanları sahip çıkıyor ne belediyeye girip çıkanlar. Bazı şeyleri ayağa düşürmemek gerekir oysa.

DÖNÜŞÜM

Geçmişe baktığımızda bazı Dergilerin Türkiye’ye yön verdiğini hem düşünce dünyamızın gelişmesinde, edebiyat dünyasını inşa eden yazarların yetişmesinde mektep vazifesi üstlendikleri herkesin malumu.

Fakat günümüzde dijital dönüşümle birlikte beğeniler zevkler hayata bakış her şey değişti. Bazı Edebiyatçıların değişimi doğru okuyamayıp hala seksenli yılların nostaljisini yapması kuru bir teselliden bir ibaret. Keşke her şey onların anlattığı gibi toz pembe olsa.

ESKİ HEYECANLAR

Bazı dergi yöneticisi ağabeylerin kendi gençliklerini örnek vererek bugünün gençlerinden de aynı sadakati samimiyeti göremediklerine dair yakınmaları insanın içini acıtıyor. Ama yapacak bir şey yok. Dün dünde kaldı cancağızım sözünü hatırlamaktan başka çaremiz yok. Bazı editör ağabeyler istiyor ki Nuri Pakdil’in önünde esas duruşa geçen edebiyatın genç yazar ve şairleri gibi

önlerinde esas duruşa geçsin gençler. Geçmiş olsun. O gençler bu yollardan geçeli çok oldu. Bugün biat beklemek yerine verebildiğimiz kadar edebi zevki verebilirsek başarılı saymalıyız kendimizi.

DOLMAYAN BOŞLUK

Dergilerin ilk sayılarındaki manifestolarına bayılırım. Keşke ilk sayı manifestolarından bir derleme kitap yapılsa. Muhteşem bir özgüvenle kurulmuş cümlelerle okuyucu selamlanır ve edebiyat dünyasındaki büyük boşluğu doldurmak için yola çıktıkları belirtilerek ardından edebiyatın önemine dair cümleler sıralanır. Bir de sanki yazmayana ceza verilecekmiş gibi giriş yazısının başına ya da sonuna mutlaka Cemil Meriç’in ‘Dergiler hür tefekkürün kalesidir’ sözü eklenir. Benim her derginin ilk sayısında dikkatimi çeken cümle boşluk doldurma cümlesi olur. Hangi boşluk sorusunun cevabı hep boşluktadır. Dergiler artık edebiyat dünyasındaki bir boşluğu doldurma imkânından çok uzaklar. Bunu kabullenmeseler de durum bu. Çünkü böyle bir boşluk yok. Fakat her dergi kendisini çıkaranların içindeki boşluğu doldurabilir. Bunun için de o kadar yorulmaya para harcamaya emek vermeye değer mi? Değer diyorsanız değer!