Menderes ismi ne zaman anılsa içimize hüzün çöker. Onunla ilgili her okuduğumuz metin, her dinlediğimiz şahitlik bağrımızı yakar geçer. Merhuma yaşatılanları okurken beynimize âdeta bıçaklar saplanır.

Kalemin kudretini zorlayan, kelimelerin kaldıramayacağı işkencelerin, tarihin en kibar devlet adamlarından birinin bedenine reva görülmesi, bununla da yetinmeyip psikolojik baskılarla acı üstüne acı yaşatılması hafızalardan asla silinmeyecek.

Her zaman mazlumdan yana tavır koyan ve bu tavrını her şart altında koruyan asil bir milletimiz var. İşte bu millet devrin kara ruhlu zalimlerine karşı kin biriktirmiş, içinde darbecilere öfke büyütmüştür.

Anadolu insanı yakın tarihin en karanlık sayfalarından olan 27 Mayıs darbesinin en büyük mazlumu merhum Başbakan’ımızın ismini evlatlarına vererek adını ve hatırasını canlı tutmuş, sevgisini gönüllerinde yaşatmaya devam etmiştir. Onu öldürenler ölmüş, ama Menderes bu topraklarda yüzbinlerce kez yeniden doğmuştur.

Menderes ruhu, daima canlı ve yenidir. Ağzı dualı halkımız, beş vakit minarelerden okunan ezanı dinledikçe onu hatırlamakta, aziz ruhuna Fatihalar yollamaktadır.

Merhum Menderes’e dair çok şey yazıldı ve yazılmaya devam edecek. Bu yazıda rahmete vesile olması duasıyla iki anekdot üzerinden şehidimizi anmak istiyorum.

İlki şöyle:

Yıllar önce Eyüp Sultan’da, yeni açılan bir derneğe kültür camiasından bazı arkadaşlarla “hayırlı olsun”a gitmiştik. Söz döndü dolaştı Menderes’e geldi. Tarihçi bir hocamız Merhum ’un Eyüp Sultan Hazretleri’ni gece geç vakitlerde ziyaret ettiğini, namaz kılıp dua ettiğini, cami görevlilerine yardımda bulunduğunu anlattı. Hatta camiinin başimamına, telefonların kısıtlı bağlandığı dönemde Başbakanlık emriyle telefon bağlattığını söyledi. Menderes’in Eyüp Sultan aşkının, iman kuvvetini gösterdiğini vurguladı. Merhumun Eminönü'nden baktığımız zaman Eyüp Sultan'ı görmek istiyorum" dediğini, bunun için ilk adımların Demokrat Parti döneminde atıldığını da belirterek; bu hassasiyetin onu milletin ortak değeri haline getirdiğini belirtti.

O esnada mecliste bulunan patavatsız bir zat, Menderes’i, bazı satılık kalemlerinin köşelerine taşıdığı iftiraları tekrar ederek suçlamaya başladı. Biz dayanamayıp yeter artık, deme noktasına geldiğimizde masanın üzerinde bulunan boş bir su bardağı, sanki patlatılmış gibi büyük bir gürültüyle paramparça oldu. Mecliste bulunan herkes patlamanın şokunu üzerinden atamadı. Eyüp Sultan Hazretleri’nin civarında Mihmandarı Resulullah’a büyük hürmeti olan şehit bir zata dair kurulan küstah cümlelere karşı eşyanın isyanı olarak değerlendirdiğimiz bir uyarı almıştık.

Meclisin içinde en genç bendim ve fazla söze dâhil olmamıştım. Sabır taşıyla birlikte bardağın çatlaması üzerine bunun bir işaret olduğunu, az önceki ithamlardan dolayı tevbe edip Menderes’in aziz ruhuna Fatiha okumamız gerektiğini belirtip sustum. Toplu halde Fatihalarımızı okuyup dağıldık. Şimdi ne zaman sohbet meclislerinde haddini aşan biri çıkıp eleştiri sınırlarını aşsa, bu hatırayı aktarmak durumunda kalıyorum.

Milleti uğrunda canından olan bir şehidin hayattayken yaptığı bazı hatalarının dile getirilmesi bize yakışmaz. Sadece ezana olan hürmeti bile bizim için ebedî bir saygı duruşudur. Çilenin her türlüsünü çeken bedelin en ağırını ödeyen bir adam hakkında konuşmak için önce edepli olmak gerektir.

ÖNEMLİ ŞAHİTLİK

Menderes’i ebediyen hayırla anmamıza, Fatihalarla bağrımıza basmamıza vesile olan şahitliklerden bir diğeri de “Ayaklı Medrese” olarak tanınan İlyas Vanlıoğlu’nun kitabında geçiyor.

Vanlıoğlu, kültürümüze hizmeti geçen büyük ulema ve vüzera ile yüz yüze görüşme himmetine ermiş, feyizlerinden nasipdar olmuş, nicelerine de maddi manevi muallimlik yapmış bir âlim. Kendisiyle yapılan sohbetlerden oluşan kitapta pek çok tarihi kayıt var ufkumuzu genişleten.

Şehid Adnan Menderes ile ilgili olan da diğer şahitlikler gibi sarsıcı. Vanlıoğlu Hoca, Yassıada mahkemeleri sırasında, adaya gidiş geliş yapan Fenerbahçe gemisinin kaptanı vesilesiyle mahkemeye katılma imkânı bulur. Mahkeme heyeti zalim tavırlar içindedir. Karşılarındaki Başbakan’ı en alçak suçlamalarla ezmektedirler. Aslı astarı olmayan bu suçlamalar arasında asla suç sayılmayacak ama tarihe Menderes’in mazlumluğunu net olarak geçirecek maddeler vardır.

Hâkim, Menderes’i birçok konuda suçlamaktadır. Konulardan biri de Ortaköy’de Reşitağa Camii’nin kubbesini yaptırması ve Eyüp Sultan ziyaretgâhına 40 bin liralık halı alması meselesidir. Menderes’e bunları hangi parayla aldığı sorulur. Menderes, olanca nezaheti ile hâkime bu kabil sorularla bir yere varamayacağını ima etmek üzere şu minvalde bir konuşma yapar:

“Efendim. Bizi bilenler bilirler. Aydın’da babamdan ve dedemden kalan çiftliklerimiz vardır. O kadar ki trenle bir uçtan bir uca 15 dakikada ancak gidebilirsiniz. Bendeniz 10 yıl Başbakanlık yaptım. Devlet’ten kendime ait 1 lira maaş almış değilim. İsterseniz arşivleri kontrol edin…”

Durumun vahametini, dönemin garabetini, darbecilerin rezaletini anlamak için suçlamalardaki saptırmalar bize her şeyi anlatıyor. Bir caminin kubbesini yaptırmasından dolayı sorguya çekilen, ayrıca çok sevdiği ve sık sık ziyaret ettiği Eyüp Sultan Hazretleri’nin türbesini tefriş ettiği için mahkemede yargılanan bir devlet adamı.

Ve bütün bu güzel hizmetleri kendi parasıyla karşıladığı gibi, 10 sene milletine hizmeti için bir kuruş karşılık talep etmeyen bir başbakanı yargılayan, bütün nesillerin lanetle anacağı zalim darbecilerin yargıçları.

Evet, onlara göre Menderes suçludur ve en büyük suçu sahabe türbesini tefriş etmek, ezanı aslına çevirmek, imam hatiplere destek olmaktır!

Milletimiz, inançlarına dost Şehid Başbakan Adnan Menderes’i kıyamete kadar rahmetle anarken ona akıl almaz işkenceleri reva gören ve en sonunda canına kıyan darbecileri de lanetlemeye devam edecektir. Ne mutlu milletinin gönlünde ebedi yaşayacak olanlara...

Aziz ruhu şad olsun…