"Bizim başımıza gelen herkesin başına gelebilir, aman ha!" diye başka ülke "aydınlarının" bir araya gelip önlem almasını istiyormuş.
Ece Temelkuran’ın son kitabının adı: “How to lose a country?” Kitabın adı İngilizce, çünkü Ece Temelkuran kitabı İngilizce yazmış. Türkçeye de çevrilecekmiş. Ece Temelkuran, tüm dünyâyı yaklaşmakta olan tehlikeye(!) karşı uyarmak ve uyarı mesajının tüm dünyâya ulaştırmak için kitabını İngilizce yazmış. Çünkü İngilizce “küresel” bir dil imiş. “O zaman başka dillere çevrilmesine ne gerek var?” diye bir soruyu araya sıkıştırayım.
Türkiye’nin şartlarını, yakın geçmişte ülkenin yaşadıklarını, toplumsal ve siyâsî gerçekleri bilmeyen ve Ece Temelkuran’ı tanımayan biri, bu kitabı görse her hâlde, Türkiye’yi gerçek sâhiplerinin elinden zorla alınmış ve kötü emelleri olanların eline geçmiş bir ülke zanneder. Mesela, FETÖ’nün 15 Temmuz hâin darbe girişimi gerçekleşmiş ve cânım Türkiye kapanın elinde kalmış gibi bir senaryo kitabı yazılmış diye düşünebilir.
Ancak kitabın tanıtımıyla ilgili sosyal medyadaki videolardan anladığım kadarıyla, içeriği hiç de bu kurgu ile oluşturulmamış. Kendini “Türkiye’nin sâhibi” zannedenlerin eli kalem tutan ve çalışkan olanlarından olan Ece Temelkuran, kendince bir Türkiye örneği oluşturmuş ve başka ülkelere de tavsiyeler veriyormuş. “Bizim başımıza gelen herkesin başına gelebilir, aman ha!” diye başka ülke “aydınlarının” bir araya gelip önlem almasını istiyormuş. Bunları duyunca sanki FETÖ’ye karşı tedbir alınması gerektiğine vurgu yapıldığını zannetmeyin.
Rehber olup yol gösteriyor
Ece Temelkuran “ironik rehber” olarak tanımlanan kitabının alt başlığını da şöyle koymuş: “Demokrasiden Diktatörlüğe Giden Yedi Adım”. Ece Temelkuran, diktatörlüğü “sağ siyâset” olarak gördüğü için, bu alt başlığı “Yükselen sağ dalganın yedi ortak özelliği” olarak da tercüme ediyor. Bu sağ dalga, Ece Temekuran’ın ifâdeleriyle “bizim yaşadığımızın neredeyse tıpatıp aynısını başka ülkeler yaşadığı için, global bir problem” imiş. Kendi sitesindeki tanıtım metninde “sözde adalet ve kalkınma partisi” olarak tanımladığı AK Parti’yi ve Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alarak referandumda “hayır” demenin diktatörlüğe karşı son şans olduğunu söylüyor. Ama bu ifâdeler internet sitesinin Türkçe versiyonunda yok. İngilizce bilip Türkçe bilmeyen seçmen var mı ki!
Kitabın yayıncısı 4th Estate Books ise kitabı şöyle tanıtıyor: “Çok kabul gören siyasal düşünürlerin birinden âcil harekete geçme çağrısı”. Re-publica’da yaptığı konuşmada ise kitabın alt başlığı “The new political ice age” (Yeni siyasal buz çağı).
Ece Temelkuran, Trump’ın ABD başkanı olmasıyla başlayan sürecin Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan ile başladığını ve Trump ile bu sürecin küresel bir boyuta geçtiğini iddia ediyor. Kendisini ve kendisi gibileri “mutlak bilge” olarak gördüğü için olacak, kendisi gibi düşünmeyenleri “tehdit” olarak görüyor. Ne kadar da “Batılı” bir tavır(!)
Kitabın hâmileri
Kitaba Avrupa’da sâhip çıkan birçok kurum ve kuruluş var. Bu Avrupalılar konu demokrasi(!), insan hakları(!), ifâde özgürlüğü(!), diktatörlükle mücâdele(!) olunca hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar. Hele hele Türkiye gibi gözlerini alamadıkları ve ellerinden kaçırmamak için her şeyi yaptıkları bir ülkenin sol görüşlü bir yazarının kitabı olunca, özel ilgi gösteriyorlar. Bu ilginin en dikkat çekenlerinden biri de Lordlar Kamarası. “Global bir çağrı” iddiasıyla İngilizce yazılan bu kitabın tanıtımı için, İngilizcenin anavatanı olan İngiltere’de, İşçi Partili Lord Maurice Glasman’ın himâyesinde Lordlar Kamarası’nda ağırlanan Ece Temelkuran, Lord Glasman’ın bu kitap hakkında sorduğu soruları, sosyal medya hesabında “ilginç ve kafa açıcı” olarak tanımlıyor. Ece Temelkuran kafası, solcu bir lordun sorduğu sorularla açılmışken, İşçi Partili Tony Blair’in başbakan koltuğundayken neden bir solcudan çok sağcı gibi davrandığını sorgulasaydı keşke!
Kim neyi kaybetmiş?
Ece Temelkuran yine sosyal medyadaki bir videodaki kitap alt başlığındaki yedi adımı anlatırken, “ülke kaybetmek” kavramını şöyle açıklıyor: Bir ülkenin elitlerin elinden alınması. Ancak dikkat etmesinde yarar var. Bu saydığı yedi adımın en sonuncusunu “kendi vatandaşını yaratmak” olarak tespit etmiş. Unutmasın Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadro, “ulus yaratmak” diye bir amaçla yola çıkmıştı!
Kendini, “güzel kızların ve isyancıların şehri” olduğunu ve adını bir Amazon Savaşçısı olan “Smyrna”dan aldığını iddia ettiği İzmirli olarak tanıtan Ece Temelkuran’ın paylaşımlarına bakarken, gözlerim 15 Temmuz lehinde ve FETÖ aleyhinde bir şeyler aradı. Bir fotoğraf veya tek kelimelik bir kınama bile bulamamak, Ece Temelkuran’ın sözlüğünde “kaybetmek” kelimesinin ne demek olduğunu daha iyi anlamama sebep oldu.
Elbette Avrupa’dan destek görecek kadar akıllı ve üretken bir insan, kendini Avrupa’ya bile tam anlatamamaktan yakınıyor ve daha doğrusu, Avrupa’nın kendisini yanlış anlamakta ısrar etmesinin arkasında başka hesapların olduğunun farkındadır. Mesela Zagreb’te yaşamasının kendi seçimi değil de, “sürgün” diye anlaşılması yanlış anlama ısrârının en bâsit örneğidir. Belki bu desteği şimdilik o da “kullanıyor” olabilir. Hakkını teslim etmemiz lâzım. Yazıyor, çiziyor, kitabını kendi seslendiriyor, kendisine sunulan fırsatlarda sesini duyurmaya çalışıyor. Yaptığı işin keyfiyetini kesinlikle tasvip etmesem ve ülkem adına yanlış bulsam da, hiçbir şey yapmayıp heykel kucaklayan, yürüyen ya da kriptoluk yapanlarla kıyaslandığında, Ece Temelkuran ciddiyet alınması gereken bir kişi olduğunu ispatlıyor.
Nasıl bir sosyolojik bakış?
Ece Temelkuran, kitabının ismiyle bir mağlubiyeti itiraf etmiş oluyor. Evet, o ve onun gibilerin faşizm zannettikleri “vatansevgisi” ve “milliyetçilik”, o ve onun gibilere rağmen yaşıyor. Ona hâmilik yapanlar kendi vatanları söz konusu olunca en aşırı milliyetçilere rahmet okutmaktan geri kalmıyorlar. Demokrasiyi “bizim gibi düşünürseniz ve yaşarsanız haklısınız, çünkü sâdece biz doğru düşünürüz” diye tanımlayıp sömürgecilikle kan kusturdukları dünyâya adâlet, huzûr ve barış getirememeyi “kaybetmek” olarak yansıtıyorlar. Zâten kendi uydurup kendi inandıkları bu zaferin gerçekleşmesi mümkün değildi. Sömürge zenginliğiyle hovardalık yapan Batı, sâdece sol demokraside değil, ekonomiden sosyal yapıya kadar her alanda bir çöküş ve mağlubiyet içindeyken, kendine toz kondurmayıp suçu, “diktatör” diye yaftaladıkları ve halkın oyuyla seçilmiş insanlara atmaktan ve atanlara hâmilik yapmaktan hiç rahatsızlık duymuyor.
Ece Temelkuran, sosyal medya hesâbındaki paylaşımında, 14 Şubat Sevgililer Günü’ne denk gelen Oxford’taki kitap tanıtım toplantısının kalabalık olmasını, “Oxford’taki aşk hayatından endişeliyim” diye yorumluyor. Yine Ece Temelkuran, “Turkey Searching for Itself” başlıklı konuşmasında Türkiye’nin tamâmen ikiye bölündüğü iddiasına örnek olarak alaturka ve alafranga tuvaletlerin kimler tarafından kullanıldığını gösteriyor. Bu kadar “ilginç ve kafa açıcı” bir sosyolojik bakışı olan Ece Temelkuran’ın ülke kaybetme konusundaki çıkarımlarının kaynağını varın siz tahmin edin!