İslami düşünce-tefekkür-tezekkür, evvelen insan hayatının asliyetine yönelik, ahiren bütün varlıkların varoluş gayesini idrakten müteşekkildir.

“Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor. Anlıyor musun?”

Oğuz Atay

Doğru düşünce, insan fıtratına uygun olan düşüncedir. İnsan fıtratı; düzgün, asil, soylu, temiz, nezih, hassas, adil, güven, kıymet, kadir, teslimiyet, iman, inanç, tevhit, birlik, şuur, vahdet, varlık, yokluk, ezel, ebet, evvel, ahir, kıyam, kıraat, itaat, duruş ve asalet gibi unsurları içinde barındırır. Bu fıtrat üzere doğar her çocuk. Bu fıtratla yaşar ergen oluncaya değin. Yaşadığımız bütün günler ve eylemlerimiz bu fıtrata uygun olmalıdır. Aksi durumlar fıtratın bozulması anlamına gelir. İslam dini fıtrat dinidir. Fıtratımıza uymayan hiçbir eylem, hal ve davranışlar, ahlak ve sözler seçkin insan olma özelliğimize yakışmaz. Yüzümüzü kızartacak-utandıracak bütün tavırlardan, davranışlardan, eylemlerden uzak durmakla seçkin insan olma kimliği elde edilebilir ancak.

İslami düşünce-tefekkür-tezekkür, evvelen insan hayatının asliyetine yönelik, ahiren bütün varlıkların varoluş gayesini idrakten müteşekkildir. Böyle düşünüş insanlığın kurtuluşunu sağlayan bir düşünce şeklidir. Bireyci değil toplumcu bir bakış açısıdır. Aynı zamanda insan şahsiyetinin tekâmülleşmesini sağlar ve hayatın bütününü kucaklayan zaman ve mekân kavramlarının ötesinde bir sonsuzluğa uzanır.

İslami düşünce, insani düşüncedir ve insanın evvelini de, ahirini de düşünür. Düşüncede ki soyluluk, sonsuz varlık sahibinin ikram ettiği düşünce yollarında tevhit üzere olmaktır. Sonsuzluk sahibini algılayıştaki soyut kavrayış, nedensiz ve niçinsiz teslimiyeti gerektirir. Böylece bireyin düşünce ufkunda genişlemeler söz konusudur. Böyle bir düşünce yönteminde hayatın bütünü vardır. Şuur ekseninde bir yaşayışın, aksiyon halinde bir inancın, ahlak ve vicdan ilişkisinde bireyden topluma, toplumdan bireye doğru halkalar şeklinde yayılan ve bütün bir inanmışlar çağını, tevhide taşıyan anlayıştır.

Dolayısıyla ne kadar farklı düşünce yolları, ideaları varsa, her birisinin bu düşünüş çerçevesinden ayıklanarak insana huzur bahşeden bir algıya yönelmesi icap eder. Aksi takdirde, maddi boyutlu bu türlü düşünce yollarının, insana sapkınlık verdiği bilinmektedir. Hayatın bütününde var olan metafizik boyut, düşüncenin kalbini oluşturur. Madde, metafizikle birlikte anlam kazanır. Vahyin dışındaki bütün sistemler, düşünüşler insanı mutlu etmek isterken mutsuzluğun kapılarını aralar. Elbette ki, burada çok faydalı açılımların oluşmasına katkılarda bulunduğunu da söylemeliyiz. Lakin insan fıtratı, fıtri olanla mesrurdur. İnsan yaratılışı gereği ailesine, doğduğu topraklara, ülkesine, milletine, bayrağına, ülkesinin genel değerlerine bağlı olarak yaşar. Ahlak, inanç ve düşünce bu merkezden beslenir.

Fıtri olan düşünce, eylem, savunma, nezaket, hissilik, duygusallık, gönül, aşk, şiir gibi hususlarla kuşatılmıştır. Bizleri kuşatan düşünce vahyin bütünüdür. Onunla aydınlanır ve onunla anlam kazanırız. İnsanın doğuştan taşıdığı haklar özlük ve özgürlük haklarıdır ki, hiçbir insanın bu hakları ihlal etme hakkı yoktur. Bireyin sınırı, diğer bir bireyin sınırıyla tamamlanır. Dolayısıyla sınırlarını bilen bireyler, saygının, hürmetin, hizmetin, nezaketin, nezahatin yollarında yer alır. Yol ömürdür. Yolun uzunluk-kısalık meselesi bizim meselemiz değildir. Yaradanın yarattıklarına bahşettiği ömürdür yol. Öyleyse bu düşünce ikliminde büyüdüğümüz, geliştiğimiz yol halini hal haline dönüştürme gayreti ebet gayretidir. Ebet duygusu, ahirete iman duygusudur. Görünen ve görünmeyen âlem birbirine bağlı olan âlemdir. Birini diğerinden ayrı düşünmek İslam düşüncesinden uzaktır. Asli düşünce asaletli düşüncedir. Asaletin kendisi vahyin gösterdikleridir. Vahyi iyi anlayan insan, vahiy yolunda ömrünü süslediğinde yeryüzündeki her şeyin anlamı farklılaşır. Meselemiz, vahye bağlı biat üzere yaşamaktır. Biat Allah ve Resul buyruğuna şeksiz ve şüphesiz teslimiyettir. Düşünceyi asilleştiren bu durum, hayatı çekip çevirdiğinde, nasıl ki eşya anlam kazanıyorsa, insanın ürettiği düşüncelerde, sanat ve edebiyat olayları da, şiir ve musiki de bu anlamıyla değer-önem kazanıyor. Öyle olunca şiirinde, resminde, bedii sanatlarında anlamı, insan ömrüne değer katmakla birlikte yol gösterici, ışık ve nur ödeviyle yükümlü olduklarını kavramış oluyoruz. Milletin, ailenin, bireyin ya da bir şehrin, bölgenin, insanlığın başına gelen herhangi bir musibette örneğin sel felaketi, deprem ve yangın gibi hususlarda yekvücut olabilmek tefekkürdür. Etle kemiğin ayrılmazlığı gibi ayrılmamak, aynı acıları duymak, aynı yoklukları, yoksullukları hissetmek, aynı dertlerle dertlenip yaralarını sarmak için seferber olmak bu toprakların sağladığı iman birliği ve İslam kardeşliğidir. Oğuz Atay ne güzel ifade etmiş: “Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor. Anlıyor musun?” Bir anlık düşünelim; başımıza gelen, yaşadıklarımız, hali hazırda olmakta olan neler varsa her birisinin bizim eylemlerimizle yakından ilgisinin olduğu gerçeğidir. Günübirlik geçiştirdiğimiz, kendi lehimizde davrandığımız, dosdoğru olma yerine eğilip büküldüğümüz lakin kimselerin görmediği düşüncesiyle kendimizi avuttuğumuz onlarca husus, insan ruhunu rahatsız eder ve uykuları kaçırır, psikolojiyi altüst eder. Böylelikle insan bedeni yorgun düşer, ruh pörsür. Cam kırıkları yalnızca insan kafasını acıtmaz bütün bedeni acıtır, kanatır. Bedeni iyileştirmenin yolu ruhu iyileştirmektir. Ruhun onarılması, tedavisi yalnızca ibadetle, zikirle mümkündür. Kul her hareketinin, eyleminin, sözünün kayda girdiğini düşünerek kendisini yanlışlardan, yalanlardan, günahlardan, hak yemekten, adaleti hırpalamaktan vaz geçerek sağlayabilir. Hiçbir bireyin başına polis dikemezsiniz lakin iman polisi insana istikamet verir, hakkı üstün tutturur, kul hakkını yemekten uzaklaştırır. Kendi nefsi için arzu ettiğini kardeşleri için, konu komşuları için, aynı şehrin, ülkenin insanları, aynı dünyanın mutlu olması için gayret gösterir. İnsan bilmelidir ki her insan seçkindir, övülmüştür, övgüyü hak eder. Eylemleriyle ayrılıp farklılaşır. Fıtratının dışına çıktığında cam kırıkları ruhunu, gönlünü, kalbini acıtır, yıpratır ve hasta eder. Bu nedenledir ki tefekkür en kutlu ibadettir.

Düşünce şekillerini, düşünüş yollarını ya da rasyonalistlerin bakışlarını kendi sistemi içinde ele almak nasıl ki doğruysa İslam düşüncesini de kendi bütünlüğü içinde ele almak doğrudur. Her bir sistemin bir çıkış yolu vardır. Çıkış yolu birinde insana ait iken diğerinde Allah’a aittir. İnsan düşüncesinin oluşturduğu materyalist bakışa, sofistlerin-felsefecilerin bakışlarına muhaliftir İslam düşüncesi. Çünkü İslam düşüncesi temelini-dayanağını Allah’tan yani Kuran’dan alır. Referansı bütünüyle Kuran’dır. Kuran’ı bize getiren Peygamberin çizgisi de, sünneti de Kuran’ın anlaşılması ve yaşanılmasından ibarettir. Vahyin sahibi, vahyi Peygamberine göndererek insanın liderini, önderini de belirlemiştir. Peygamberi bir metotla yola çıkmak; vahiyle yolda olmak, peygamberle birlikte olmak demektir.

İslam düşünce kuralları vahiyden ibarettir. Vahyin kuralları, yani ayetler, madde madde hayatı, cemiyeti, sistemi, dahası insanı ilgilendirmektedir. Her maddesi bir yapının bir yanına işaret eder. Yapının tamamı Kuranın tamamıdır. Eksik madde yapıyı eksiltir. Yapıdaki eksiklik insanın mutsuzluğuna neden olur. Düşünce, insana huzur vermelidir ki, istikamet düzgün olsun. Düşüncenin boyutu vahyin boyasıyla boyandıkça düşünce genişler ve büyür.

İslam düşüncesinde çarpıklık olmaz, dağınıklık olmaz, tatminsizlik olmaz, yetmezlik olmaz. Çünkü İslam düşüncesi, bir bütündür. Parçalar halinde bakılabilseydi; İslam öncesi, aslı kaybedilmiş olan semavi dinlerdeki gibi zafiyetler ortaya çıkardı. Böylece toplumun bütünlüğü sağlanamazdı. Vahdet oluşmazdı. Tevhit kaybolurdu. Bundan dolayıdır ki İslami düşünüş ya da düşünce bir bütündür, estetik dokunuşu da, bir sisteme, bir plana bağlı oluşu da, insanı mesrur edişi de, dünya ve ahiret sırrı da burada yatmaktadır.

www.recepgarip.com