Bugün Türkiye'de demokrasinin hep niye böyle alakâsız tartışmalara konu olduğunu tartışacağım. Demokrasinin işlemesi için gerekli olan altyapının ne olduğundan bahsedeceğim.
Bugünlerde güzel memleketimizin başındaki koronavirüs belâsı ve ekonomik kriz vebası yokmuş gibi bir de demokrasi sorunu tartışılmaktadır. Anayasa tartışmaları, Montrö Antlaşması ve Kanal İstanbul, kadın hakları ve İstanbul Sözleşmesi ve tabii ki son popüler konumuz emekli amirallerin darbe iması üzerine tartışıyoruz. Bunların hepsi hem bir demokrasi sorunudur, hem de aslında demokrasi için yeterli bir altyapıya sahip olmadığımızın göstergesidir.
DEMOKRASİ NEDİR?
Demokrasi bir yönetim tarzıdır. Sosyal bilimcilerin kahir ekseriyetinin kabul ettiği ölçüyle, bütün yönetim biçimleri içinde en az kötü olan yönetim tarzı demokrasidir. Demokrasi en basit ifadeyle vatandaşların oluşturduğu topluluk olan milletin kendi yasa yapıcılarını ve yöneticilerini seçmesi prensibine dayalı bir yönetim tarzıdır. Kabaca iki ana türü vardır: Doğrudan ve temsili demokrasi. Doğrudan demokrasi seçmenlerin kanun yapımında ve ülke yönetiminde doğrudan karar aldığı aracısız demokrasidir. Hepimizin içinde bulunduğu apartman yönetimleri ve antik çağdaki küçük şehir devletleri doğrudan demokrasiye örnektir. Hoş, şehir devleti derken bugünkü birkaç milyonluk şehirlerle mukayese etmeyin sakın. O devrin şehirleri örneğin birkaç bin kişilik nüfusa sahip ve yaklaşık olarak bugün İstanbul’un çeperinde yer alan siteler büyüklüğünde yerleşim yerleriydi. Modern zamanlarda, kalabalık sanayi toplumlarında, doğrudan demokrasi uygulanması pek mümkün değildir. Bunun için demokrasilerin tamamı temsili niteliktedir. Bir temsili demokraside seçmenler yasama ve yürütme organlarını belli bir süre için anayasa ve yasalarla sınırlandırılmış bir yetkiyi vererek seçerler. Burada iki önemli nokta mevcuttur: Birincisi, iktidar bir gruba geçici olarak verilir. Çünkü hakimiyet / egemenlik bir zümrenin değil ama milletin tamamınındır. İkincisi, geçici bir süre için de olsa iktidar sınırsız güç kullanamaz. Yasama organının yasa yapma yetkisi anayasayla ve bunu uygulayacak yargı kurumlarıyla, yürütme organının devlet işlerini yerine getirme faaliyeti de, hem yasalar hem de bağımsız kurumlarla sınırlandırılır. Bununla birlikte, temsili demokrasilerde kararlar genellikle salt çoğunlukla alınır. Son dönemde gelişmiş toplumlarda temsili demokrasiler özgürlükçü demokrasiye dönüşmüş durumdadır. Buna göre bir demokrasinin tanımı bunun temsili demokrasi olmasının yanı sıra, aynı zamanda, çoğunluğun milleti temsilen azınlığı ezmemesini sağlamayı amaçlar. Buna göre özgürlükçü demokrasi azınlığın çoğunluğa karşı korunduğu, azınlık ve birey haklarının, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün teminat altına alındığı bir temsili demokrasidir.
Her yönetim tarzı toplumsal örgütlenmenin üst yapısını oluşturur. Yani toplumsal olguyu bir bina olarak tanımlarsak, yönetim tarzı da bu binanın çatısını oluşturur. Pekiyi bu binanın temeli ve duvarları nedir? Temeli üretim ilişkileri ve üretim tarzıdır. Duvarları ise tüketim kalıpları, yaşam tarzı ve toplumsal iş bölümüdür. Üretim ilişkileri ve üretim teknolojisi değişince, ilk önce toplumsal iş bölümü değişir. Takiben yaşam tarzı ve tüketim kalıpları değişir. En son olarak da, bütün bu değişimlerin sonunda yönetim tarzı değişir.
DEMOKRASİNİN ALT YAPISI SANAYİ KAPİTALİZMİDİR
Bugün bildiğimiz mânada demokrasiler sanayi toplumunun sebep olduğu iş bölümü çerçevesinde oluşmuştur. Sanayi toplumunda, tarım toplumuna göre ortaya çıkan temel değişimler şöyle özetlenebilir: Nüfusun çoğunun kalabalık şehirlerde yerleşik olduğu, bireylerin belli iş kollarında uzmanlaştığı, yine bireylerin kendilerini mesleki aidiyetleri ve üretimleriyle tanımladıkları, ailenin geleneksel geniş aileden çekirdek aileye indirgendiği, geleneksel etnik ve dini kimliklerin yerini vatandaşlık bağının aldığı, kadının toplumsal ve iktisadi hayatta aktif olarak yer aldığı ve sözlü kurallar ve töreler yerine yazılı kanunların ve kurumsal yapıların ikâme edildiği bir toplum. Tabiî ki, bu tanım
ideal bir sanayi toplumunun tanımıdır. Her toplum bu ideale belli ölçülerde yaklaşır. Bu ideal toplum yapısına ne kadar yaklaşılırsa, demokrasi de, o kadar sağlıklı işler.
Modern toplumlarda demokratik siyaset farklı sınıflar ve çıkar gruplarının ekonomik üretimden aldıkları payın arttırılması ilkesine göre işler. Her sınıf ve/veya çıkar grubu için, o grubu temsilen siyasi partiler mevcuttur. İşçilerin haklarını genelde sosyal demokrat / demokratik sol partiler savunurken, bu partilerin tabanı da, sendikalar içinde örgütlenir. Sermayedar ve küçük burjuvalar liberal ve muhafazakâr sağ partiler etrafında toplanırken, çiftçi sınıfının çıkarlarını temsilen partiler kurulur. Hatta bugün Batı demokrasilerinde rastlanan Yeşiller benzeri partiler çevre duyarlılığını temsil ederler ancak onlar da alternatif enerji kaynakları üreticileri tarafından desteklenir. Her partinin, bu yüzden, farklı bir iktisadi hedefi vardır. Ekonomiye farklı çıkar grupları zaviyesinden bakış bu açıdan partilerin kimliğinin ayırıcı unsurudur. Seçmenler de, bir partiye oy verirken, partinin başkanının dindar olup olmadığı, özel hayatında ne yaptığını değil de, kendi çıkarlarını ne ölçüde savunacağını dikkate alırlar. Çünkü bireyler kendilerini, her şeyden önce, mesleki aidiyetleri ve sınıfsal mensubiyetleri ile tanımlarlar. Demokraside partiler yelpazesi iktisadi bakış açılarına göre şekillenir. Çünkü, esasında, her iktisadi politika, devletin birilerinin cebindeki parayı alıp başka birilerinin cebine koyması demektir.
YARI SANAYİLEŞMİŞ TOPLUMLARDA DEMOKRATİK SİYASET
Yarı sanayileşmiş toplumla kastımız, toplumun bir kısmının sanayi toplumu ölçülerine göre örgütlenirken, diğer bir kısmının tarım toplumu ölçülerinde kaldığı durumu açıklamaktır. Tam sanayileşmiş toplumda, siyaset, sanayi toplumunun kendi iç çelişkilerine bağlı olarak şekillenir. (İşçi – işveren ilişkileri, sektörler ve bölgeler arası öncelik elde etme yarışı ve benzeri…) Öte yandan yarı sanayileşmiş toplumlarda, tek bir üretim sistemi yoktur. Toplumun bir kısmı sanayi üretimi ve onun dayandığı temel toplumsal ilişkiler etrafında örgütlenirken (kadın – erkek eşitliği, bireysel çıkar, uzmanlaşma ve vatandaşlık kimliği vb.) diğer kısmı tarım toplumundan gelen değer ve normlar etrafında yaşamaya devam ederler, (tarikat ve aşiret mensubiyeti, geleneksel kasaba muhafazakârlığı, erkek egemen toplum yapısı vb. ). Eğer böyle bir toplumda demokratik yönetim biçimi uygulanırsa partiler için sınıfsal farklılıklar değil bu ikili üretim yapısı ve onun yol açtığı yaşam tarzı farkları çok elverişli ve az zahmetli bir siyasi propaganda fırsatına kapı açar. Tecrübeli siyasetçiler de, bu yaşam tarzı farklılıklarını tepe tepe kullanırlar.
Yarı sanayileşmiş toplumlarda farklı mezheplerin farklı partileri olabildiği gibi, farklı etnik grupların da farklı partileri olabilir. Bunlar her millet için ortak değerler olan din, bayrak, vatan, kurucu liderler ve kültürel değerlerden bir veya birkaçını sahiplenirler. Ancak ne hikmetse iktisadi açıdan aralarında hiçbir politika farkı olmaz. Hepsi özelleştirmecidir, hepsi emperyalist güçlerle iş birliğini savunurlar ve hepsi serbest piyasa ekonomisi taraftarıdır. Bu sistemde işçiyi son damla alın terine kadar sömüren bir işverenle, bu işverenin fabrikasında üç kuruşa çalışan işçi huşû ile aynı partiye verirler. Yine sattığı ürünün parası tarlayı sulamak için kullandığı suyun parasını karşılamaya yetmeyen çiftçi ile onun ürününü üç kuruşa satın alıp yüksek kârlarla metropole pazarlayan bezirgân da büyük bir heyecanla aynı partiye oy verirler. Çünkü ya aynı aşirete ya da aynı mezhebe mensupturlar. Toplum iktisadi olarak aynı sömürü çarkının parçası olan partiler arasında kimlik değerleri etrafında bölünür. Milli kimlik ortadan kalkar. Toplum suni kimlik çatışmasıyla parçalanır.
Bundan kim nemalanır? Memleketimizde son zamanlarda yaygın ama yanlış olarak kullanılan kavramlarla ifade edersek “üst akıl”, “dış mihraklar” ve “dünyayı yöneten gizli güçler”. Daha gerçekçi bir ifade ile bunun adı gelişmiş ülkeler ve uluslararası emperyalizmdir.
ÜLKEMİZDE SON SİYASİ TARTIŞMALAR
Ülkemiz sanayileşmiş ve şehirlileşmiş yüzde 25 – 30’luk bir nüfusa sahipken, yerlerde sürünen yüzde 10’luk bir tarım nüfusuna sahiptir. Geri kalan yüzde 60-65’lik kesim ise tarım ekonomisindeki yaşam tarzını sanayileşmiş şehirlerde inatla sürdürmek isteyen kasabalı lümpenlerden oluşmaktadır. Bu bağlamda sınıfsal bilinci olmayan bu kitlenin, sınıf ayrımı gütmeden hepsi Neo Liberal politikaları savunan ve kimlik siyaseti güden, partileri arasındaki tartışma da anlamsız ve sonuçsuz kalacaktır. Milletin hemen hemen tüm bireyleri için birey olmak, meslek sahibi olmak, düşünce ve inanç özgürlüğü hiçbir şey ifade etmemektedir. Onlar, sadece kendi partilerinin kazanmasını istemektedirler. Ama bunu niçin istediklerinin de farkında değildirler.
Bu bağlamda, örneğin, Montrö Sözleşmesi ve Kanal İstanbul hakkında yapılan tartışmalar afâki ve pestenkerânedir. Keza Anayasa tartışması da – tartışmanın iki tarafı için de- boş mugalatadan ibarettir. Hiç şüpheniz olmasın, TV’de izlediğiniz boş tartışmalar nedeniyle kimse partisini değiştirmeyecektir. Herkes bundan önce nereye oy veriyorsa oraya oy vermeye devam edecektir. Çünkü seçmenlerin dini, mezhebi ve etnik aidiyetleri ve yaşam tarzları değişmemiştir. Hoş, iktidar değişse de, yeni gelecek iktidarın farklı ve alternatif bir politikası da bulunmamaktadır. Zaten muhalefet partileri durumlarından memnundur, iktidar sorumluluğunu üstlenmek istememektedirler. Öte yandan iktidar da, iktidar olmaktan memnundur. Onlar da, koltuğu bırakmayı bir an bile düşünmemektedirler. Bunun sonucunda, necip milletimiz de, her partiye istediğini vermektedir, vermeye de devam edecektir.
Hayırlı Cumalar.