Allah'u Teâla ayetlerinde Allah'ı inkâr eden ve peygamberlere uymayan kavimlere bela ve darlık gönderdiğini ancak anlamayıp daha da azdıklarını ve davranışlarının sonuçlarını kendilerine haklı gösterecek mazeretler aradıklarını söyler.
Allah’u Teâla ayetlerinde Allah’ı inkâr eden ve peygamberlere uymayan kavimlere bela ve darlık gönderdiğini ancak anlamayıp daha da azdıklarını ve davranışlarının sonuçlarını kendilerine haklı gösterecek mazeretler aradıklarını söyler. Yine Yüce Allah böylelikle kalpleri katılaşan bu inanmayan topluluğa uyarıları unuttukları bir vakit, her şeyin kapılarını açtıklarını ifade eder. Maturidi’nin izahına göre buradaki “her şey” çok şey ifade ediyor. Ayete göre Yüce Allah bu inkârcılara her türlü dünya nimetinden bereketi çekip vermesi onların helakına sebep olur. Ardından gelen ayetlerde ise inananlara ve peygambere uyanlara bereket kapılarını açtıklarını söyler. Buradan iman ile bereketin doğru orantılı olduğunu anlıyoruz.
Şüphe bereketi kaçırır
Hakkın ve batılın ortasında kalınmaz. İnsanın iç huzuru ile yaşaması ve kalbinin sükunet içinde olması gerekir ki düşünceleri de davranışları da helal olsun. Önümüzde iki seçenek olsa; biri pisliklerden geçilmeyecek kadar kötü bir yol, diğeri de temiz düzgün bir yol. Birinci yolu seçmek için ahmak olmak gerekir. Öyle değil mi! Hakikat bu kadar ayan beyan ortadayken batılı seçenin sonu da bellidir. İnsanın imanı tam değilse şüphe için türlü bahaneler bulacaktır. İçki, kumar vesaire zararlı şeyler için tıpkı ayette açıklandığı gibi insan kendini kandıracaktır. O yüzden Allah’ın varlığından şüphe duymayacağız ama şüpheli şeylere de yaklaşmayacağız. Biz sürekli iyi davranışlara kendimizi alıştıracağız. Çünkü İyi davranışlar diğer iyi şeyleri çeker. Böylelikle iyiler, iyilikler birbirini tamamlar. Buna bereket diyebiliriz. İman ile şekillenen davranışlarımız her hareketimizde mutlak iyiliğe doğru yaklaşacaktır. Maddi, manevi bereketi beraberinde getirecektir.
Matematiksel doğrular bereketi açıklamaz
Davranışlarımız sonucu açıklayabilir. İyilik peşinde koşan bir insanın sürekli ürettiği bir doğru mantık vardır. Doğru mantık yürütmek doğru düşünmeyi etkileyecek ve beraberinde farkındalığımızı arttıracaktır. Matematik problemleri ile meşgul olan birisinin sürekli soru çözmesi başlangıçta sorularda zorlansa dahi sonrasında işin mantığını çözdüğü için daha hızlı problem çözecektir ve daha hızlı yol alacaktır. Hayat da böyledir. Doğru işler yaptıkça işler doğru ilerler. İhtiyaçlarımızı doğru tespit edersek paramızı faydalı yerlerde harcarız. Öncelliklerimizi iyi belirlersek zamanımızı iyi kullanırız. Kafamızı gereksiz ve faydasız şeylerle meşgul etmezsek hayatımızı daha anlamlı kılarız. İşimize odaklanır ve dedikodu ile meşgul olmazsak işimizden keyif alırız. Bu örnekleri misli ile çoğaltabiliriz. Cebimizdeki paranın uçup gitmesini matematiksel olarak her zaman formüllerle açıklayamayabiliriz. Ama davranışlarımızın bizi hatalı işler yapmamızdan kaynaklanan sonuçlara sevk ettiğini görebiliriz. Bir kabana ihtiyacımız olabilir ancak acele ile verilen karar neticesinde gereksiz yere pahalı bir kaban aldığımızda keyfimiz kaçacaktır. Bu da cebimizdeki parayı, tahmini bütçemizi sarsacaktır.
Birlikteliğin bereketi
Bir elin nesi var iki elin sesi var demiş atalarımız. Eskiden dede, anneanne, babaanne ile bir arada yaşayan aileler şimdi bölündüler. Herkes kendi evlerinde; ayrı masraflar yapılıyor. Oysa aynı evde pişen ve birlikte yenen yemeğin, harcanan suyun, elektriğin ve birlikteki el emeğinin bereketini rasyonel hesaplarla açıklamaya gerek yoktur. Bir tarlayı üç çifti bir günde sürebilirken beş çiftçi altı saatte sürebilir. Ancak sadece bu değil. O birlikteliğin verdiği bir muhabbet var ki işte o tam da bereketin karşılığıdır. Böyle bir berekette ekin hasadının bereketi tadında ve hatta verimliliği beklendiğinden az bile olsa bir türlü tükenmeyişindeki sırdadır. O sırrı da fazla sorgulamadan nazara getirmeden kem gözlerden sakınanlar bereketin hazzını yaşarlar vesselam.
GÜZELLİK YARIŞMALARINA BİR SON VERİLMELİ!
Resmen bir sırada cariye onun yanında köle pazarı bu organizasyonlar. Özellikle erkeklerin çekingen tavırları dikkat çekiyor. Cahiliye dönemindeki çıplak sergilenen erkek ve kadın kölelerin durumundan ne farkı var bu sözüm ona yarışmaların. Sonra güzellik dediğimiz kavram kimin güzelliği, neye göre güzellik! Medya bu tarz organizasyonlara pirim vermezse bunların balonu söner. Haya sahibi olmayandan edebini takınmasını nasıl isteyeceksiniz? Bir de bu çocukların anne, babaları nasıl izin veriyorlar. Nasıl bir gençlik yetiştiriliyor. Ne yaptıklarının farkındalar mı acaba? Canım çok sıkıldı. Allah hepimizi korusun. Allah para ve şöhret hırsıyla evlatlarını bu yarışmalara atan ana babalara akıl, fikir versin. O çocukları da oradan çekip çıkarsın inşallah.
RÜZGÂR HOYRAT
ZAMAN HOYRAT
İNSAN HOYRAT
Ben de kendime hoyrat. Dağ, taş, asfalt bile nazik ayağımın altında. Bense hırpalarcasına yaşarım hayatı. Ellerimle kazıp engelleri aşarım. Bazen yorulur, bir tas suya banarım derdimi. Bazen de kendime kızar, yararım duvarları. Kan ter içinde kalıp da uyandığımda rüyalarımdan, sorarım kendime; ne bu böyle, nereye gidiyorum? Bıraksam sanki kendimi yükseklerden, bana bir şey olmayacak. Bu kendimdeki güven, böyle ne olacak! İçimde hiç dinmeyen bir telaş. Fırtınayla yarışıyorum sanki. Bu dünyanın tadına tuzuna bakıp da zehirlenmeyen mi var? Kaçmak istesen de zorla aşına katıyorlar bu zehri. İlla dünya, illa bu dünyanın nimetleri. Ben bir an önce toparlanıp, canhıraş gitmek istedikçe, eteklerimden tutuyor her tür hoyratlık. Bu dünyayı musallat etmeye çalışıyorlar; ruhuma giydirmeye uğraşıyorlar. Çeşit çeşit hile ve oyunlarla burada kalmam için bana vadetmedikleri şey kalmadı. Ben istemedikçe ve onlardan olmadıkça, iyice hoyratlaşıyor rüzgâr, insan ve zaman. Bir an diyorum dünyayı senin kucağına versem ve beni azat etsen. Ben yaşamımı kurtarmaya çalışanlardan kaçıyorum zaten. Hangi sahnede rüzgâr, insan ve zaman beni bu oyuna dâhil ettiyse çıkıyorum ben o parçadan. Yarım kalmaz merak etme! Nasılsa bir kurban daha bulunur dünyanın hoyratlığına.
MİLLİ EĞİTİM ŞÛRASI, ANNELER VE KÜTÜPHANELER
DOÇ. DR. IŞIL İLKNUR SERT
Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), 1-3 Aralık 2021 tarihleri arasında Ankara’da 20. Millî Eğitim Şûrası’nı toplayacak. Şûra kelimesi, bir alanla ilgili olarak oluşturulan danışma kurulu şeklinde tanımlanmış. Çeşitli görüşlerin dile getirildiği, eğitim politikasının buna göre oluşturulmasının beklendiği şûralar ile ilgili bilgi almak isteyenler, MEB’in internet sayfasını ziyaret edebilirler. Şûra, eğitime gönül veren herkesi olduğu gibi kütüphanecileri de ilgilendiriyor. Geçtiğimiz günlerde bir duyuru ile konuyla ilgili kişi ve kurumlardan, sivil toplum örgütlerinden, üniversitelerden, velhasıl eğitimle ilgili olan herkesten görüşleri istendi. Gündem konuları hakkında görüşler bildirildi. Artık MEB, bu önemli toplantıya hazırlanıyor.
Bu noktada hem meslektaşlarımızın dile getirdiklerini hem de yıllardan beri söyleyip durduğumuz değişik çalışmaları, Şûra’da “kütüphane” sözcüğünün de geçmesini umarak paylaşmak istiyorum. Bu toplantıda, üç ana konu yani 'Temel Eğitimde Fırsat Eşitliği', 'Mesleki Eğitimin İyileştirilmesi' ve 'Öğretmenlerin Mesleki Gelişimi' başlıklarında özel ihtisas komisyonları kurulacak. Kütüphaneler, bu üç konuyla da bağlantılı. Hele ki “Eğitimde Fırsat Eşitliği” başlığını taşıyan bir şûrada okul kütüphanelerinin önemi, her okulda bir okul kütüphanesinin ve mesleki eğitim almış bir kütüphanecinin varlığının neleri değiştirebileceği mutlaka ele alınmalıdır. Okulların, Kültür ve Turizm Bakanlığına ya da belediyelere bağlı halk ve çocuk kütüphaneleri ile ortak çalışmalar planlanması gerektiği konusuna da yer verilmelidir. En kolay düzenlenebilecek örnek bir iş birliği çalışması, kütüphane gezilerinin düzenli bir şekilde yapılması olarak sunulabilir. Yaşayarak öğrenme için, binlerce kitapla dolu bir ortamda sadece bulunmak bile insana farklı bir bakış açısı sunar. Hele bir de bu gezi ailelerle beraber yapılırsa, tüm toplumun ufkunun genişlemesini düşleyebiliriz. Kütüphanelerden içeri adımını atmaya çekinen yetişkin sayısı aslında sandığınızdan daha fazla. Onları çocuklarıyla beraber kütüphanede görmek ise bizlerin en büyük isteklerinden biri.
Şûra’nın bize sunduğu ana başlık hakkında ise yeniden düşünmeliyiz. Eğitimde fırsat eşitliği nasıl sağlanır? Bu konuda çok sayıda fikir ortaya atmak mümkün. Konuya kütüphanecilik açısından bakınca eğitimde fırsat eşitliği, çok sayıda ama doğru seçilmiş bilgi kaynağının çocuklarla ve gençlerle buluşturulması ile sağlanır diyebiliriz. Annelerin eğitilmesiyle, anne ve çocukların beraber kütüphanelere gelmesi, etkinliklere katılmalarıyla sağlanır. Çünkü kadının eğitilmesi demek, aslında tüm toplumun eğitilmesi demektir. O nedenle bu tür kütüphane faaliyetlerinin anne - çocuk faaliyeti olarak gerçekleştirilmesi çok önemlidir.
Çocuklara kitap okumayı kim sevdirir? Çoğunlukla anneler bu görevi de seve seve üstleniyorlar. Tabii ki diğer aile bireylerinin rolleri de çok önemli. Bazen annenin yapamadığını baba, dede ya da hala yapabiliyor. Ama genelleme olarak bakıldığında toplumumuzda çocuğu anneler yetiştiriyor. Annenin emeği, sevgisi, ilgi ve desteği yanı sıra rol model oluşu da çok önemli. Okuyan, araştıran, kendini geliştiren bir anne modeline sahip olan çocukların da benzer davranışlarda bulunması kolayca gözlemlenebilir. Mesela bir okulda kütüphanenin olup olmadığını sorgulayan bir anne bile o okulda çok şeyi değiştirebilir. Halk kütüphanesine üye olup çocuğuna ödünç kitap alan bir annenin, başka annelere örnek olabileceği gibi…
Dünyayı değiştirmek ve daha yaşanır kılmak için anne ve çocuk eğitiminin birlikte yürümesi gerektiğini öne sürmek yanlış olmaz. İklim krizi diyoruz ama bunu çocuklara en doğru şekilde nasıl öğretebiliriz? Aileleri nasıl bilinçlendirebiliriz? Değişik kitaplarla, farklı animasyonlarla, belgesellerle konuyu anlatmak, deneylerle yaşatarak öğretmek için bugün kütüphaneler çok güzel olanaklar sunuyor. Savaşı, kıtlığı, dünyayı bekleyen tehlikeleri anlatmak kütüphanelerdeki farklı materyallerle ve sosyalleşme ortamı ile mümkün. Geleceğe ne bırakmak istiyorsak onun tohumlarını kütüphanelerde çocuklarla beraber atabiliriz. Onların yanında ailelerini ve özellikle annelerini hedef aldığımızda ülkedeki eğitim sisteminin yapamayacağı bir değişikliği gerçekleştirebiliriz. Yaşayarak, yaşatarak kanıta dayalı öğrenme faaliyetleri ile kütüphanenin bahçesinde bitki yetiştirmekten tutun da tohum kütüphanesi kurmaya; sunumları, ödevleri, projeleri kütüphanenin sunduğu teknolojik kaynaklarla hazırlayarak, buna aileleri de katarak hep birlikte öğrenmeyi öğrenme etkinliğinde bulunmaya dek her tür çabayı gösterebiliriz. Yeter ki kütüphanelerimiz donanımlı, kütüphanecilerimiz mesleki eğitim almış uzman kişilerden olsun.
O nedenle bu yılki Millî Eğitim Şûrası’nı bir de bu gözle takip edin derim. Annelerin doğru kitaplar seçebildiği, çocuklarıyla bir filmi, bir kitabı, bir belgeseli tartışabildiği, okullarında kütüphane olan ve eğitimli kütüphanecileriyle anne-çocuk etkinlikleri düzenleyen, halk ve çocuk kütüphanelerinde, AVM kütüphanelerinde, bebek kütüphanelerinde okullarla iş birliği çalışmalarının yapıldığı bir Türkiye… Bu yılki şûra ile çağdaş uygarlık seviyesinin üzerindeki bir Türkiye için güzel bir adım atılabilir. Bence bunun için henüz geç kalmadık.
ALMANYA KÖLN’DE EZAN SESİ
2018 tarihinde ibadete açılan Köln Merkez camiinde cuma günleri ezan saatinde en fazla beş dakikalık ezan okunması konusunda iki yıllık bir projeye izin verildi. Köln Belediye Başkanı Henriette Reker, ‘Köln şehrindeki Müslümanların kentin bir parçası olduğunu, bundan şüphe duyanların ise barış içinde bir arada yaşamı sorgulamak manasına geleceğini ve bunun da çeşitliliğe ve farklılığa karşı bir tavır olacağını ifade eden sözleri, Stadt Köln’ün web sayfasından paylaşıldı. Ezan okunmasıyla ilgili bir yönetmelik de hazırlanmış ve bununla ilgili mahalle irtibatlıları belirlenmiş. Buna göre ezan sesi bir limitle sınırlandırılmış olup bunun aşılması halinde veya vatandaşlardan gelebilecek herhangi bir soru ve şikâyetlere göre iki yıl içinde alınan değerlendirmeler göz önünde bulundurulacak.
Türklerin bin yıldır süren kardeşliği
Bu satırları yazarken ve belediye başkanının demecini tercüme ederken gülümsememek elimde değildi. Türkiye’de özellikle belirli şehirlerimizde camiinin yanında kilise, havra yan yana ibadetlerine devam etmekte ve komşuluklar da bu şekilde sürmektedir. Kilisler çanlarını çalmakta, dini günlerinde törenler rahat rahat icra edilebilmektedir. Museviler için de ve diğer mezhepler için de bu geçerlidir ve inkâr edebilecek kimse de yoktur. Medeni olacak olan Avrupa’nın bir ezan sesini lütfedip okutacak olması için bunca zahmete katlanmasına gerek var mıydı?
ARTI EKSİ
Artı
Hosteslerde konforlu giyim
Artık iş hayatının tüm alanlarında daha rahat ve sağlıklı giyime doğru gidiliyor. Bu konuda uzun zamandır tarzından ödün vermeyen bir meslek alanı da hosteslikti. Ukrayna’nın bir havayolu şirketi, hosteslerinin daha rahat ve güvenli olabilmeleri için topuklu ayakkabı, kalem etek, dar gömlek, sık topuz ve ağır makyajı bıraktı. Bunların yerine tek tip spor ayakkabı, rahat ve bol pantolon, ceket, t-shirt ve hafif makyaj ile saçları sık topuz yerine yine derli toplu bir görüntü olmak şartıyla örgü ve at kuyruğunu tercih etti. Özellikle kadınların iş hayatında kendilerini daha rahat ve güvende hissedecekleri kıyafetler tercih etmeleri artık günümüz çalışma hayatının bir zorunluluğu olmuştur. Toplu ulaşım araçlarını kullanırken topuklu ayakkabı ve dar etek giymenin hiç de tercih edilen bir durum olmadığını söyleyebiliriz. O halde iş yerinde koşturma içindeyken hem iş güvenliği hem de beden sağlığına uygun giyime geçişi destekliyoruz.
Eksi
Öğretmenlik iletişime dayalı bir gönül işidir.
İletişim kurmasını bilmeyen kişiler öğretmen olmamalılar. Belirli zaman aralıklarında öğretmenlerin iletişim kurma becerileri ve buna bağlı olarak da psikolojik durumları uzmanlar tarafından incelenmelidir. Günümüzde öğrenciler bilginin aktarılmasını beklemiyorlar. Bunu zaten internetten elde edebildiklerini açıkça ifade ediyorlar. Öğrenciler ilgi, sevgi ve anlayış bekliyorlar. Geleceği birlikte kurgulayabilecekleri güvenilir hocalar, öğretmenler, liderlere ihtiyaç var. Müdürün vaazı sırasında, konuştu diye öğrencinin kapşonundan hızlıca çekip ilkel bir şekilde uyarmaya çalışırsanız bu çocuk okuldan, eğitimden ve öğretmenlerden soğuyacaktır. Hatta zaman içinde her türlü otoriteyi (otorite kelimesi de ulus devlet kavramından kalmadır) düşman olarak görecektir. Sevgili öğretmenler dikkat ediniz! On sene sonra muhatap olacağınız gençlik sizin eseriniz olacak. Unutmayalım ki; ancak doğru iletişimle sağlıklı nesiller yetiştirebiliriz.
TÜRKİYE’DE ÜSTÜN YETENEKLİ ÇOCUKLAR
Bu sayfalardan defalarca bu konuya değinmiş olsak da hala bir arpa boyu yol alamadığımızı söyleyebiliriz. Üstün yetenekli çocuklara farklı eğitim vermek için var olan BİLSEM de buna dahildir. Bizde üstün yetenekli çocuğu belirleme kriterleri bile sıkıntılı. Üstün çocuklar kendi içlerinde de bir sürü farklı yetenek gruplarına ayrılabiliyorlar. Başta İsrail ve ABD olmak üzere bu konuda çok iyi birer yetenek avcısı. Çocukların özel yeteneklerini, heyecan duydukları konuları, kapasitelerini, kabiliyetlerini, muhakeme, anlama düzeylerini çok iyi belirliyorlar ve buna göre enerjilerini doğru bir şekilde harcayacakları kanallara yönlendiriliyorlar. Bu spor, sanatın herhangi bir dalı, edebiyat gibi birçok alan olabiliyor. Bizdeki durumu hemen söyleyeyim. Üstün veya normal veya belirli anlama kapasitesinin altı olsun tüm çocuklar 8 sınıfta lise için yarışıyorlar ve 12. Sınıfta yine aynı şekilde bir üniversiteye girmeye çalışıyorlar. Ancak bu süreç içinde üstün çocuk kafasındaki sorulara hiçbir şekilde cevap bulamıyor. Üniversiteye girse dahi anlaşılmamış olmanın verdiği sıkıntı ile başka problemler yaşayabiliyor. Malum bizim akademik camia öyle çok akıllı çocuk da istemez. Sonuçta psikolojik sıkıntılar yaşayan bir bireye dönüşüyor. Şansı varsa yurtdışına gidebiliyorsa ne ala. Ama orada da başka tehlikeler olduğunu uzun uzun anlatabilirim. Hülasası devletimizin acilen bu konuyu bir milli dava olarak görüp el atmalı. Bir milli servet gözümüzün önünde yitip gidiyor.