Öyle bir devir yaşıyoruz ki iç içe geçmiş her türlü kavram yüzünden iyiyi kötüden ayırmak imkânsız hale geldi.
Öyle bir devir yaşıyoruz ki iç içe geçmiş her türlü kavram yüzünden iyiyi kötüden ayırmak imkânsız hale geldi. Bir zamanlar siyah ve beyaz, yanlış ve doğru, haklı ve haksız belliydi. Bugün ise doğruya doğru diyemiyoruz, yanlışa da yanlış diyemediğimiz gibi. Herkesin bir doğrusu var diye tutturuldu. İletişim araçları sayesinde insanca duygularımız köreltildi ve medyanın şekillendirildiği bir dünyada insan olarak kalmaya çalışan azınlığız artık. Ahlak diye cümlemize başlayamıyoruz maalesef. Bir anda ‘neyin ahlakı’ diye gözler üzerimize çevriliyor. Saygı kelimesi zaten lugatlardan kaldırıldı. Peki! Hangi cümleleri kuracağız biz. Bu kelimeler de yoksa kimlerin kelimelerini kullanacağız artık.
Bayram ne ifade ediyor?
Bayram sözcüğünden yola çıkarak kollektif bir bilinç uyandırabiliyor muyuz? Hatta evrensel ve dünyayı kuşatan bir iletişime yol açabiliyor muyuz? Sahiden, bayram bizler için ne ifade ediyor? Bir ay boyunca tutulan oruçları kendimize övünç kaynağı olarak atfettiğimiz bir kutlamaysa, üzerinde düşünmek gerekir. Ya da nefsimize galip gelişimizin zaferini iştahlı sofralara geri dönerek ödüllendirildiğimiz bir kelimeyi ifade ediyorsa yeniden düşünmek gerekir. Çocukların bu bayramları kıyafet, ayakkabı gibi her fırsatta alınan ihtiyaç fazlaları için beklemedikleri gerçeğini göz önünde bulundurursak bu kelimeyi yeniden düşünmemiz gerekmez mi? Bayramlı bir metin yazmanız gerekseydi bir zamanlar; kaynaşma, birlik, beraberlik, büyükleri ziyaret, el öpmek, küçükleri sevindirmek, şekerleme, bayram harçlığı, misafir, lunapark gibi bir dizi kelimeyi kullanırdık. Şimdi soruyorum bu kelimelerden hangilerini içtenlikle sadece laf olsun diye kullanmıyoruz. Hayata geçirmediğimiz kelimelerin duygu dünyamızda yeri kalmadığını söyleyebiliriz. Üzücü ama gerçek bu. Yerine ikame ettiğimiz kelimeleri bir sayalım; tatil, deniz, kum, güneş, evden uzaklaşmak, boş zaman, dinlenmek.
Bayram onların
Bayramlar ancak mazlumların, mahzunların, gönlü yaralılarındır. Ruhunda kendisiyle baş başa bir kenarda Allah’ı ile birlikte olanların günüdür bayram. Bayram öyle uluorta piyasalara kurban edilecek bir gün değildir. Birilerinin ceplerini doldurması için servis edilecek bir gün değildir. Bayram şehidimin günüdür. Bayram yetimin, evsizin, ana babasızın günüdür. Bayram kocamış yalnızların günüdür. Hatta kalabalıkların ortasında yapayanlız kalmışların günüdür. Bayram barışı özlemle bekleyen coğrafyalardakilerindir. Vatansız kalmış insanlarındır bayram. Bayram yüreği vatan sevgisi ve insanlık için çarpanlarındır. Yazarken, çizerken, işini hizmet olarak görenlerin ve heyecanını hiç kaybetmeyenlerindir bayram. Bayram başkalarını Allah adına sevindiren kişilerindir. Bayrama sahip çıkacak olanlar da yine bu yukarıda saydıklarımdır. Bayramı afişe eden ne şeker, çikolata reklamlarıdır ne de tatil yerlerindekilerdir. Bayram öldüğünde ‘bugün bayram’ diyebileceklerin günüdür vesselam.
EĞRETİ DURMA!
İnsan tüm kozmozun en bilinçli varlığı. Tüm mahlukatı emrimize veren Aziz Allah bize eğreti durma, dik dur diyor. Çünkü bu koca alem insanın varlığında somutlaşmış, biz hala acaba diyoruz. Kendimizden şüphe ediyoruz. Dün kadir gecesiydi. İnsana kendini bilmesi için gönderilen mukaddes kitabımız Kuran’ı Kerim’in müjde gecesiydi. Hiçbir varlık kendini tekrar etmezken insan kendindeki cevheri hala keşfedememişken Allah bıkmadan bize mesajlarını devam ettiriyor. Anlamamız gerekiyor ki bütün alemin sırrını içinde taşıyan insanın harekete geçmesi ve hiç bıkmadan iyiliği, doğruluğu ve güzelliği anlatması lazım. Kimi sanatıyla kimi terazisiyle kimi tebessümüyle kimi sabrıyla; her türlü hareket ve davranışımızda eğretiliğe yer yoktur. Dik durarak yanlışlara meydan okuyacağız.
Ramazana Elveda
Bir mübarek ayı daha geride bırakıyoruz ama gelecek ramazana kavuşma heyecanı ile. Hiçbir şey bitmedi devamı gelecek inşallah. Bu yüzden şimdiden bayramınızı kutluyorum. Sevinç ve mutluluk hayatımızdan hiç eksik olmasın sevgili okurlar.
İÇİMDE BİR HİS
İçimde bir his sen ve ben ikimiz, adımlarımız aynı yöne doğru. Bahar geldi içimde bir his, mis gibi kokular; cennet olmalı buralar. Böyle güzel bir güne uyan insanoğlu. Tereddüt yaşama ve kendini bil, sevincine ortak ol toprağın. Kimse bilemez meyvenin özünü ancak izhar olunca anlarız tatlı, ekşi dışındakini. En güzel yalnızlık bu olmalı doğanın koynunda bir ömür sürprizlerle. Doğa ile ben aynı anda yeşeriyor aynı anda soluyoruz. Kuşlar kim bilir neyin müjdesini veriyorlar. Kulaklarım onlarda bir haber de bana düşer mi diye? Ben doğanın çocuğuyum anladım ki cennet de benim doğam. Alıkonulamaz bir çekim var havaya, suya tüm yaratılmışa. Susadıkça susarım, açtıkça açarım, çağlarım gürül gürül. Saklanırım doğanın kalbinde, dertleşirim akarsuyun başında. Akıtırım günahlarımı ummana. Yeniden yeşerir yeniden gökyüzüne katılırım dem be dem. Ben insanoğluyum içimde bir his; yeniden doğarım. Bugün yeşeriyor her yer, renkler bin bir çeşit. Şehirde de olsam ben görüyorum börtü böceği, ağacı, toprağın uyanışını, kuşların cıvıltılarını. İçimde bir his doğa ile uyanıyor yeniden, tekrar ediyor kendini bende. Her baharla birlikte; huzur, mutluluk, sevgi ve sonsuz bir cennete doğru bir adım daha yaklaşıyoruz. Ömür kısa baharlar uzun. Cennet yakın.
BİLGE BAYRAKTAR
HAKLI ÇIKMA BUGÜN…
Haklı olmak ne kadar önemli bir düşünmek gerek? Haklıysan örneğin yasalar karşısında haklı mısın? Öyle olması gerekse de, çoğu zaman salıverilen salıverilene. Üstelik süslü sözlerle örtülü bir medeniyet abidesinin altında her tür hakkaniyet büyük bir çiğneme makinasında öğütülüp dışarı atılıyor. Ardından yüzleşmek zorunda kaldığımız bir gerçek var öyle bir dünya ki bu: vuranın haklı çıkmadığı ama haksız da olmadığı bir zamanda yaşıyoruz.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 1948’de imzaladığı zaman bir bayram yaşandı. İlk maddesi çok şık ve ilahi bir cümledir: Tüm insanlar özgür ve değer açısından eşit olarak doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar. Kardeş kelimesine dikkatinizi çekerim bir aile olduğumuzu söylemişler aslında. Oysa kardeşiyle kırk yıldır konuşmayan insanlar tanıyorum.
Ardından 1989 yılında imzalanan Çocuk Hakları Sözleşmesi; 54 maddeyi iğne oyası gibi yazılıp ortaya konmuş. Dünya tarihinde üzerinde anlaşmaya varılıp en fazla ülke tarafından imzalanan (196 devlet) antlaşmadır. İlk maddesi çok önemlidir: 18 yaşına kadar her insan çocuk sayılır. Ne var yani demeyin, tüyü bitmemiş erkeklerin askere alınması önlenmiş, oyuncak ile oynayan kızların gelin edilmesi önlenebilmesinin dayanağı olmuş bu kısacık cümle. Buna rağmen çocuklar her gün ölüyor ve sömürülüyor.
Yerkürenin toprağı masumların yaşlarıyla uzundur sulanıp, açgözlülüğümüzün artıkları ile de kirletildi. Hak İslami açıdan kutsal bir kavramdır ama insani açıdan da önemlidir. Ancak haklar çarpıtılabilir kavramlardır, kime göre neye göre hakmış dememek için yasalar anayasa ve yerel yönergeler bile ortaya konuyor. Hukukçular harıl harıl çalışıyor, Adalet saraylarımız bile var, içi tıklım tıklım haklılarla ve hakkını arayanlarla dolu. Hak aramanın sanayileştiği bir ucubelik yaşıyoruz. Çalanın, vuranın, öldürenin üzülmediği sadece kaçacak delik aradığı bir çağdayız. Öf demeyin lütfen bir dayanın, diyeceklerim var. Haklı olmak yeterli olsaydı hepimiz cennette yaşıyor olmalıydık.
Hak hukuk falan örselendikçe sorunlar türedi. Toplumsal kuralların kemerleri gevşetildi ve tüm ayıplar ortaya serilmeye başlandı. Ölçeklerimiz sadece yasalar olunca, toplumsal ve vicdani tartılarımız hafifledi. Böylece, çocuklar ölünce NATO’ya, mülteciler yığılınca Avrupa’ya, kiminin hakkı kiminin parası falan bir vicdani çamura batmış insanlık debeleniyor. Hakların temin edilemediği bir dünyada ne var peki?
Doğru var! Doğru davranmak haklı olmaktan önemlidir. Doğru davranmak, vicdani ve insanidir. Haklı bile olsan aldırmadan, herkesin iyiliği için olacak bir yolu seçmektir. Barışı, sevgiyi ve huzuru hakkından daha üstün görmektir. Toplumsal bir gerekliliktir; görgü kurallarında, felsefede, ilke, prensiplerde ve dinlerde doğru davranmak haklardan daha önemlidir. Hak için zorbalık yapılamaz. Sizin yediğiniz yemeğin hesabını başkasına ödetmek gibidir bu. Hak her zaman mümkün olmayabilir. Sırada beklerken acil durumda olana öncelik tanımaktır, kaza yapınca inip geçmiş olsun demektir, çocuklarını hatalarına rağmen af etmektir doğruluk. Zarafettir, inceliktir, empatidir, sempatidir, insanın özüdür doğru davranmak. Hak yaratanın ince terazisinde yerini bulur, gelin biz doğru davranalım.
BİRSEL ALVER YAZICI
TOPRAKLA BAYRAMLAŞMA
Dünyanın bütün güzelliklerini ardında bırakıp kırk sekiz yaşında gençliğine doymadan ölen babamı saymazsak benim bir “Babam” daha var. Kendisi başıma eşimle beraber gelmiş, onun babası olarak bana da baba olmaya ne hoş gelmiş…
Kara gözlerinin kenarlarını saran o mavi çizgilere bakmayı becerebilseniz siz de çok seversiniz. Gözlerinin içinde merhametten çocuklar oynar sanki, sevmenin de hakkını verir.
Bizi babamız gibi değil de annemiz gibi sever. İftar vakti şık ve davetli bir misafir gibi cilalı ayakkabılarıyla, kucağında bilmem kaç saat kuyruğunda beklediği en iyi pidecinin pideleriyle usul usul gelir. Asla erken gelmez o gelince ezanın okunmasına ya beş dakika kalmıştır ya da on dakika. O benimle, bizimle yedikçe daha doyar karnım. Çünkü onu görünce mutlu olurum, mutluluğun da karın doyuran bir yanı varmış onu öğrenirim.
Ama bu aralar gözlerinde hüzün taşıyor, iftara kendini hapsettiği yalnızlıkla geliyor eşini kaybettiği günden beri o kadar çok ağlıyor ki ne yapsak neşesini yerine getiremiyoruz. O her şeyin layığını bilir deyip hüznünü bile layığıyla yerine getirdiğini düşünürüm, dokunmam ona.
Ne kadar dostlarımız arayıp zorlasa, getirin diye yalvarsalar bile asla kimsenin iftar davetini kabul etmiyor.
“Ben yalnızım” diyor, “tek başına gitmem” diyor, zorlamıyoruz. O içinde bir ağıt yakarak tutuyor yasını…
O bu hüznü taşırken korkarım “baba beni sütsüzün biri üzdü, bana içindeki çamuru sıçrattı, kuyumu bulandırdı, mayamı ekşitti” demeye…
Desem damperine bir yük de ben yüklerim, benim üzüntümün onun üzüntüsü yanında ne kadar anlamsız olduğunu anlayıp susuvermek daha iyi gelir bana.
Masam hazır, babam yine her zamanki gibi kucağında iki pideyle geldi. Masadaki hediye menekşe eski anılarımızı canlandırıyor. Bir zamanlar evimdeki menekşeyi annem ne zaman sulasa içimden kızar peteğin üstüne koyardım. O da peteğin üstünden alıp yeniden sulardı. Dayanamadım ya neden sürekli sulayıp duruyorsun dediğimde kızdı bana sen neden peteğin üstüne koyuyorsun diye. Çünkü dibindeki alçı eridi, masanın üstüne akıyor, kurusun diye peteğin üstüne koyuyorum. Ne alçısı diyor anlamıyor önce meğer menekşeyi gerçek sanmış, babam soruyor;
“ Bu o menekşe mi ?” diye.
“Hayır ama aynı o gibi diyorum. Bu da sahte” önce gülüyoruz bu hatıramıza, sonra
“Çok erken gitti” diyor, “çok emeği var, çok çalıştı” diyor yine başlıyor çocuklar gibi ağlamaya. O vakit ağlamak bulaşıcı bir hastalık gibi hepimize yayılıyor. Sahte menekşe manzaralı ağlıyoruz hepimiz.
Mezarındaki menekşelerden bahsediyor, gül fidelerinden mezarın üstü nasıl yeşermiş nasıl güzellemiş onu anlatıyor. Kendi başına gittiği mezarlık ziyaretlerini anlatıyor.
Sevgisinin bile layığını verdiğini düşünüyorum. İyi ki benim babam diyorum, iyi ki eşimin babası sensin diyorum içimden.
“Haydi bayrama az kaldı, nasılsa gidip toprağıyla bayramlaşacağız” diyor…
Ezan okunuyor, biz boğazımızda bir yumrukla annemsiz ilk bayramımız olacağını düşünüyoruz.
Ne kıymetli değil mi ardından hatırlayacak, seni seven insanlar bırakmak.
Sen de beni ardımda bıraktığım bir sevenim gibi hatırla sevgili okur. Menekşelerdeki morlukta, mezarlıklardaki huzurda bul beni. Olsa olsa bir arpa boyu yalnızız şu üç günlük ömrümüzde.
İyi bayramlar…mezarlıktakilere kadar.
..............................
HACİVAT VE KARAGÖZ
R E P L İ K L E R
..............................
Barış.
İlk insan ve ilk peygamber Adem’in oğulları Habil ile Kabil’in kavgalarından bu yana insanlık tarihi şavaşlarla dolu. Günümüzde de dünyanın çeşitli yerlerinde şavaşlar hüküm sürmekte. Olan çocuklara, kadınlara, yaşlılara, masum canlara, çevreye, tabiata ve nice değerlere oluyor. En önemlisi travmalar yaşanıyor ve yaşananlar unutulmuyor.
- Hacivat: Muhterem dostum Karagöz’üm bak bayrama sayılı günler kaldı. Küsler barışmalı değil mi? Kalpler kırılmamalı, insan sükutu hayale uğratılmamalı.
- Karagöz: Hacivat’ım kalplerimiz camdan mı yapılma ki kırılsın?
- Hacivat: Kalplerimiz camdan değil Karagöz’üm ama candan yaratılma diyebiliriz. Şu şavaşlara bakar mısın? İnsanlardaki hırsa bak? Neyi paylaşamıyoruz ki muhterem!
- Karagöz: Adalet olmayınca hak ve hakkaniyete riayet edilmeyince dünyanın dengesi bozuluyor. Osmanlı onca asır toplulukları adaletle yönetti. Şimdi neden insanlar huzursuz, aklım almıyor?
- Hacivat: Osmanlı adaletle yönetirken hak hukuku gözetti. İnsan, hayvan, bitki, ağaç, hatta bize hizmet eden cansız eşyaya bile iyi davrandı. Osmanlı zamanında merkeplerin bile haftada beş gün çalıştırılmalarına karşılık iki gün hafta tatili vardı. Kanunla bu hakları sabitleştirilmiş. Kim ki merkebine hafta tatilinde çalıştırır ona kırbaç cezası ve ayrıyetten şu kadar yüz akçe cezası mevcuttu. İsterse sahibi merkebini tatil gününde çalıştırsın bakalım mümkün mü!.. Ayrıca sahibi toplum içinde teşhir edilirdi.
- Karagöz: Bak şimdi moralim bozuldu Mirim. Ben Cumartesi Pazar dahil mesai yaparm. Patronumda hiç merhamet yoktur. Ben merkepten daha değersiz bir insanım manasına gelir.
- Hacivat: Ah Karagöz’üm. Ne diyeyim sana? Allah hidayet versin patronuna. “Her şeyi kaplamıştır benim merhametim der yüce Allah. Sevgi, şefkat, merhamet varsa barış vardır, huzur vardır. Yoksa barış ta, huzur da yoktur. Ne insanlar, ne de hayvanlar, hatta diğer varlıklar huzur bulmaz.
- Karagöz: Haklısın Hacivat’ım haklısın.
- Hacivat: Aziz dostum Karagöz’üm sadece benim haklı olmam kafi gelmez. Herkes haklı olmalı, hakkına razı gelmeli.
- Karagöz: Herkes kendince haklı olursa, hakkına razı gelirse hayat bayram olur. İnsanlık hidayet bulur.
Bu sohbette Osmanlıda merkeplerin adaletle haklarının nasıl muhafaza edildiğini Karagöz öğrenmiş olur. Hacivat perdeyi bir iki veciz sözle sona erdirir.
“Bakarsın yağmur yağar; rahmet olur. Rahmet bereket olur. Dallar çiçek, çiçekler meyve olur. Birler bin, binler sonsuz olur. Aşk olur, sevda olur. Sabrın sonu selamet olur. Bayram olur, barış olur. “