Salgının yayılmasında gerekli önlemleri almayıp üç maymunu oynayan Dünya Sağlık Örgütü'nün görüşlerinin aksine yorum yapan herkes bir şekilde susturulmaya çalışılıyor.

Dün gözüme bir haber ilişti.

Haberde berber, kuaför, güzellik salonlarında müşteriler ve çalışanların mümkünse konuşmayacağı, yüksek sesle konuşmaktan kaçınacağı ve fön makinesinin mümkün olduğunca kullanılmayacağı ifadeleri yer alıyordu.

Bu haberi okuyunca Suadiye’de olan kuaförüm Kenan ne düşündü bilmiyorum ama saatlerce yaptığımız sohbetleri aklından geçirdiğine eminim.

Çünkü bizim toplumumuzda kuaför sadece kuaför değil, hayattan, politikadan, ekonomiden lafladığınız hatta özel hayatınızı paylaştığınız bir sırdaş.

Öyle yerler var ki kuaför o mahallenin muhtar görevini bile görüyor, kısa sürede kurduğunuz samimiyet seneler geçse de kolay kolay tükenmiyor.

Açıkçası harika bir kuaför olmasının yanı sıra Kenan’ın sohbetini ve karakterini sevmesem onu seneler önce ilk gittiğimde tercih eder miydim sanmıyorum.

Elbette alınan bu kararların vatandaşı korumak adına salgınla mücadele önlemleriyle bir ilgisi var.

Ne var ki uygulanması zor olan bu önlemlerin sıkıcı bir hâl almasını da söylemeden geçemeyeceğim.

Çünkü madem bilimi esas alıyorsak fön makinesinden virüsün bulaşabildiğine yönelik elimizde somut verilerin de olması gerekiyor.

Son 2-3 haftadır İstanbul’un çeşitli semtlerinde geziyorum.

Fatih, Taksim, Bağdat Caddesi, Bebek ve Sarıyer gibi yerlerde gördüğüm insan manzaralarının ortak yanı bu kavurucu sıcaklarda insanların maske takarken epey bir zorlandığı.

Sıcaktan nefes nefese kalan insanların çene altında duran maskelerini polisi gördüğünde ağzına çekmesini üzülerek izliyorum.

Kaldı ki doğruysa arabasında tek başına giderken maske takmadığı için ceza yiyen insanların üzüntüsüyle de empati kurabiliyorum.

Çünkü nemin neredeyse yüzde yüze dayandığı İstanbul gibi bir yerde gündelik hayatın tamamında maske kullanmak gerçekten zor.

Bilmiyorum ama Youtube’dan hatta Instagram’dan bile maske kullanımının zararlarını anlatan yabancı doktorların videolarının kaldırılmış olması bile beni işkillendiriyor.

Salgının yayılmasında gerekli önlemleri almayıp üç maymunu oynayan Dünya Sağlık Örgütü’nün görüşlerinin aksine yorum yapan herkes bir şekilde susturulmaya çalışılıyor.

Bildiğim kadarıyla bilim sorgulanmaya ve tartışılmaya açık bir alan ve tartışılamama hali size de garip gelmiyor mu biraz?

Hazır vaka sayıları “Kontrollü Sosyal Hayat” döneminde azalmaya yüz tutmuşken ve Temmuz sıcağının tenimize rahatsız edici bir şekilde işlediği şu günlerde bu konuyu hiç değilse tartışalım derim.

Ayasofya’nın açılışı

Danıştay’ın, Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesini sağlayan 1934 yılındaki Bakanlar Kurulu düzenlemesini iptal etmesiyle Ayasofya’nın cami olmasının önünde bir engel kalmadı.

Cumhurbaşkanlığı sisteminin hızlı işleyişine bir kez daha tanık olduğumuz aynı gün içerisinde Ayasofya’nın Cami olarak hizmete açılacağı da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ilan edildi.

Türkiye sınırları içerisinde yer alan Ayasofya’nın cami olarak kullanıma açılması siyasal iradenin yetkisi dahilinde olan bir konu.

Batı’nın çeşitli ülkelerinden gelen görüş dışındaki itirazların “insanlığın ortak mirasına saygısızlık” olarak nitelendirilmesi Türkiye’de seçilmiş olan iktidarı tanımamak anlamına gelir.

Zira ulusa sesleniş konuşmasında da Erdoğan’ın ifade ettiği gibi insanlığın ortak mirası olan Ayasofya’nın kapıları her dinden ve her milletten herkese açık olacak.

Buna rağmen yüz yıllar boyu cami olarak kullanılan Ayasofya yeniden cami olarak hizmete açılınca mı “insanlığın ortak mirasına saygısızlık” olarak yorumlanıyor?

Bu çok art niyetli ve zorlama bir yorum.

Hiçbir tarihçinin aklına neden gelmez bilmiyorum ama İstanbul’un Fatih ilçesinde, Fener semtinde bulunan ve Bizans döneminden kalma tek kilise olan Moğolların Azize Meryem Kilisesi en büyük hoşgörü sembollerinden biri.

Çünkü Fatih, İstanbul’u fethettiğinde kiliseden camiye çevrilmemesinin altında yatan tek sebep Fatih Camii mimarı Cristodulos’un ricası.

Zaman zaman camiye çevrilmek istenmiş olsa da Fatih’in fermanı devreye girerek olduğu gibi korunması sağlanmış.

Bir ricanın yüz yıllar boyu geçerli olmasını sağlayan bir hoşgörü geleneğimiz mevcut, o nedenle Türkiye’nin seçilmiş iradesinin kararını tanımayanlardan “insanlığın ortak mirası” gibi konuları öğrenmek aptallık olur.