Ruhsal sorunların artışı psikologların artmasına sebep oluyor ve bu, bâzıları için "fırsat kapısı" oluyor.
Son yıllarda, üniversitelerin en çok rağbet gören bölümlerinin başında Psikoloji geliyor. Bunun sebebi Psikoloji bölümü mezunlarının meslekî kariyer plânlarının cezbedici olmasıdır. Başka bir deyişle “psikologlar iyi para kazanıyor.” Toplumu oluşturan bireylerin yaşadığı ruhsal sorunların başkalarına “ekmek kapısı” olması ve psikologlara olan ihtiyâcın giderek artması da apayrı bir ikilemdir.
Ruhsal sorunların artışı psikologların artmasına sebep oluyor ve bu, bâzıları için “fırsat kapısı” oluyor. O kadar ki, bu alanda lisans eğitimi almamış olanlar, “psikoloji piyasası”ndan nemalanmak amacıyla bu engeli yüksek lisans ile aşmaya kalktıkları için, psikoloji yüksek lisans programlarına “psikoloji lisans mezuniyeti” şartı getirildi. Zira finans, hukuk, âliye, târih, beden eğitimi gibi birçok farklı lisans programından mezun olanlar, “tabela psikologluğu” yapmak için psikoloji yüksek lisans programlarına âdeta saldırdılar. YÖK de bunun önüne geçmek için böyle bir karar aldı.
Ancak yapılan bu yasal düzenlemeler, insanların ruhsal sorunlarına çözüm bulma ihtiyaçlarını suistimâl etmek isteyenleri durdurmakta yetersiz kalıyor. Bunlara kişisel gelişim, reiki, yaşam koçluğu, âile dizimi hatta şamanlık gibi birçok uyduruk isim ile piyasada cirit atanları da dâhil edebiliriz. Ancak bunlar, kendi isimleri ile oluşturdukları mecrâlarda işlerini yürütürken, bâzıları “çoklu işletim” anlayışını kullanarak, bu suistimâli “dinî görünümlü” grup olarak yapıyor.
Gelelim, dinî görnümlü grupları anlama kılavuzumuzun ikinci maddesine:
Madde 2: Din, sâdece insanı değil, tüm canlıları ilgi alanına dâhil eden bir konu olduğu için, bu alanın içine psikolojik ve ruhsal sorunlar da giriyor. Ancak yıllardır televizyonlarda yayınlanan Cuma veya Ramazan programlarında hâlâ orucu neyin bozduğunu öğrenemeyenler, bir kitapla başımıza psikolojik danışman, mânevî rehber, tasavvufçu(!), yaşam koçu falan kesiliyorlar. Konuşurken sık sık kullandıkları “dinî” ifâdeler, birçok kişiye sevimli ve câzip gelebiliyor ve onlar da bu câzibe üzerinden yürüyorlar. “İmânı sağlam olmayan benim kitaplarımı okumasın” diyenlerin kitapları, “pembe dizi aşk hikâyesi” gibi okunup televizyonlarda program konusu yapılıyor.
Bu başlığın ilerleyen yazılarında Madde-9’da ayrıntılı ele alacağım, ancak bu madde bağlamında şunu belirtmekte yarar var ki, bu gruplarla temas edip samimi olmaya başlayan insanların sorduğu sorulara “bilmiyorum” cevâbı verilmez. Bu sorulara, ciddi akademik ve tıbbî eğitim ve tecrübe gerektiren hassas sorular da dâhildir. “Bilmiyorum” deyip “câhil” veya “âciz” yaftası yememek için, “ishâl olan çocuğa su içirmemek” tavsiyesine benzer câhillik seviyesinde cevaplar verilir. Dinleyen kişi de, her söylenene inanmaya hazır olduğu için, yemek târifini bile çâre diye dinleyebilir.
Ben, yıllarını Psikoloji bilime vermiş uzmanları adını kullanarak “Onlar bile çâre bulamadıkları hastalarını bana gönderiyor” diyenler duydum. Bu cümle bile cehâleti anlamaya yeter, çünkü psikologlar veya psikiyatrlar, “hasta” değil “danışan” kelimesini kullanırlar.
Bu gruplar, psikolojik tedâvi yapamazlar. Aksine birçoğunun insanın psikolojisini daha bozduğu ve tedâvi edilmesi imkânsız hâle getirdiği bilinmektedir. Yarın doktorun candan, yarın hocanın imândan etmesi gibi, bu gruplarda her şey yarım yamalak olduğu için, kendi hâline bırakılsa iyileşecek olanlar da daha da kötüleşir. Dolayısıyla, denize düşüp yılana sarılma tehlikesinin olduğunu bilinmelidir ve kesinlikle unutulmamalıdır.
Dertler unutturuluyor
Yapılan sohbetlerin, birer rahatla, hoşbeş ve dost ortamı olduğu akıldan çıkartılmamalıdır. “Oraya gidince/onunla konuşunca rahatlıyor” ya da “Oraya gidince/onunla konuşunca bütün dertlerimi unutuyorum” diyenlerin sayısı oldukça fazladır. Ancak bunların denmesinin sebebi, gerçekten rahatlama ya da dertlerden tamâmen kurtulma değildir. Bu duyguları, sevdiğimiz ve nazımızı çekip dertleşebileceğimiz her dostumuzla yaşayabiliriz. Ama bu, dostlarımızın psikolog veya psikiyatr olduğu anlamına gelmez. Ciddi psikolojik sorunlar için başvurulması gereken kişiler, gerçek psikologlar ve psikiyatrlardır. Alternatif yollar kullanılacaksa, yine onların gözetiminde kullanılmalıdır. Zira günümüz psikologlarının kadim ve geleneksel tıb bilgilerinden yararlandığı bilinmektedir.
İnsana rahatlama ve dertlerinden kurtulma hissi veren ortamlar, kısa süreli olarak yaşattıkları bu duygu ile, “dinî görünümlü” bu grupların câzibesini ve çekim gücünü arttırabilir. Ancak bunun bir kadeh alkol içip rahatlamaktan pek de farklı bir yanı yoktur. Zira zamanla o kadehin sayısının ve sıklığının artmasıyla oluşan bağımlılık gibi, bu grupların kişiler üzerinde bir bağımlılık yapma ve “kendine bağlama” özelliği vardır. Madde 1’de belirtiğim temkinli ve sabırlı davranma konusunda gösterilecek ihmâl, bu bağımlılığı ve bağlanmayı kısa sürede tehlikeli hâle getirir.
Psikolojik ve ruhsal sorunlar, elle tutulup gözle görülmesi neredeyse imkânsız tezâhürlere sebep olduğu için, diş ağrısı, böbrek veya apandisit sancısı, görme veya duyma bozukluğu, fıtık gibi tıbbî müdahale gerektiren sorunlara benzemez. Kaldı ki, ülkemizde inşaat küreği ile bele vurarak veya kişiği kasnağa gererek fıtık tedâvisi yaptığını iddia eden kişilerin garâbetine basından şâhit oluyoruz. Bu örneği vermemin sebebi, psikolojik sorunlara ve sorulara bu gruplarda verilen cevapların yanlışlığını ve tehlikesini anlatmaktır.
En basit bir sağlık sorununun bile Sağlık Bakanlığı’nın bilgi sistemine işlediği ülkemizde, hiçbir yazılı belge olmadan inşaat küreği bel fıtığı düzeltmenin bunu yapana hiçbir yükümlülük getirmediği gibi, “Bilmiyorum” demekten çekinilen ortamlardaki “sözde çâreler” de, mağdurların hak aramalarını imkânsız hâle getirmektedir.
Eşiyle yaşadığı sorunu, evlenmeyi düşündüğü kişinin uygun olup olmadığını, çocuk sâhibi olup olmamayı, işinden memnun olmamasını, kaynanasıyla yaşadığı sorunu psikolojik dert hâline getirmiş olan kişiler, tıbbî ve akademik tedâvinin uzun zaman alması ve disiplin gerektirmesi sebebiyle, bu gruplarda çözüm aradıkları için ucuz alınıp pahalıya mâl olan eşyalarda yaşadıkları sorunların daha büyüğünü yaşamaktadır.
Neden “bilmiyorum” denmez?
Bu gruplarda kişilerin sordukları sorulara “bilmiyorum” denmemesinin sebebi, müşteriye “yok” denmemesiyle aynıdır. Tecrübeli esnaf, dükkanına gelen bir müşterinin istediği ürün yok olsa bile, yok demez ve “depodan getirtir”. Aslında depodan değil, başka bir dükkandan parayla alır ve fiyat farkını hesâbı katmadan zarâr etme pahasına, dükkanına gelen müşteriye verir. Amaç, müşteriyi başka dükkana gönderip ayağını o dükkana alıştırmamaktır.
Aynı mantık, “bilmiyorum” dememekte de vardır. Böyle bir karşılık alan kişinin cevap için başka gruplara gitme ihtimâli olacağı için, “bilmiyorum” demek yerine, laf kalabalığı yapılarak cevap veriyormuş gibi yapılır. Zâten dikkatli bir dinleyici, kısa zaman içinde her soruya benzer şeyler söylendiğini ve belli ezberlerin tekrarladığını anlayacaktır.