Bosna-Hersek'te seçimler yapıldı ve sandıklar açıldı. Tüm ülkeye ve Türkiye'ye de hayırlı olmasını temenni ederim. Seçimi kimin kazandığından çok kimsenin kaybetmemiş olmasını temenni ederim.
Özellikle Türkiye’nin. Türkiye Bosna-Hersek’te yapılan seçimi neden kaybetsin diyecek olursanız durumu toparlamaya çalışayım. Dünyada olan biteni algılayış şeklimiz, tıpkı Türkiye’yi yorumlayış şeklimiz gibi mahdut bilgilerle savrulma riskini barındırıyor. Yer Balkanlar olunca farklı dinamikler devreye giriyor. Türkiye’de çokça sevilen figürler üzerinden geçmişe atıflar yapan, ahmaklıkla romantizmin karışımı bir siyasi bilinç ortaya çıkıyor. Türkiye’nin duymaya meftun olmayı sözleri geveleyen bir iki hokkabaz da şahsi ve içtimai okumalarını menfaate devşiriyor. Cehalet kelimesi ağır kaçacaksa bilgi eksikliği diyelim önemli bir menfaat kapısıdır. Durumdan habersiz kişilere anlatacağınız hikayelerle para, şan, şöhret kazanabilirsiniz. Ama bunun gerçekleri değiştirmeyeceğini hatta mevcut durumu daha da kırılgan hale getireceğini bilmek gerekir. Velev ki kazanan “Aliya’nın partisi” olsa bile.
Aliya bir politikacı olmanın ötesinde devlet adamıydı. Kendine halen birçok kişi savaşta emrine girmekte problem görmemiş kendisi de muhalifleriyle bir arada çalışmaktan gocunmamıştı. Bir komutan olduğu kadar bir diplomattır da. Kendisinin imzaladığı Dayton Anlaşması olmasa bugünkü Bosna-Hersek’in temelleri atılamazdı. Bosna-Hersek’i sadece Aliya’ya, Aliya’yı da sadece parti başkanına veya komutana indirgemek belki romantik konfora iyi gelebilir. Ama bizi kişisel ve toplumsal olarak Bosna-Hersek gerçekliğinden uzaklaştıracağı kesindir.
Osmanlı Devleti, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının ardından karışıklıkların eksik olmadığı Bosna vilayetine kazasker olarak atadığı bir müfettiş gönderir. İsmi Ahmet Cevdet Paşa’dır. Paşa, devletin zor döneminde tüm toplumsal kesimlerin desteğini alarak yaşanan karmaşaları sona erdirir. Bir kişiyi bile dışarıda bırakmadan devletin gücünü temsil etmişti. Bosna-Hersek müfettişliği süresince sadece devletle vilayet arasındaki gerginliği ortadan kaldırmakla kalmamış aynı zamanda askere almada zorluk yaşanan topraklarda düzenli birlikler oluşturmuştu.
Peki Ahmet Cevdet Paşa’yı başarıya ulaştıran neydi? Kendine verilen göreve odaklanmış üst düzey bürokrattı. Görev tanımını iyi anlamış ve tüm becerilerini bu yolda adamıştı. Herkese eşit mesafede olarak hem kendini hem de devletin izzetini korumuştu. Bu büyük adam, zamanında popüler olan yüksek rakımlı ihtilaflara bulaşmamış ve bunu da şöyle izah etmiştir:
“Ben devletin hizmetkârlarındanım ve küçük rütbede bir adamım. Vükelânın ihtilâfına karışmak bana yakışmaz. Ben herkesle barışığım. Behemehal bir bayrak altına girmek lâzım gelirse, Bayezid Meydanı’nda bir bayrak açıp yalnızca altında otururum.”
İşimize bakmak, yeterince veriye sahip olamadığımız konularda konuşmanın cazibesine kapılarak kendimizi ve etrafımızı kandırmamak önemlidir. Bu sayede gürültü diner ve gerçekten kıymetli olan ama yeterince yüksek sese sahip olmayan görüşleri de kulaklarımıza ulaştırmış oluruz.
Bosna-Hersek seçimlerinin ve tabii diğer Balkan meselelerinin başarısı, bir kesimin kazanmasıyla değil herkesin huzur bulmasıyla ölçülür. Bunu sağlayacak da Beyazıd Meydanı’nda tek başına bir bayrağın altına girmeyi göze alacak kıymetlerden geçiyor.