Savunma Bakanı Hulusi Akar, televizyonlardaki güvenlik uzmanlarının çoğunun yanlış bilgi verdiğini, doğru bilgi verenlerin de Barış Pınarı Harekatı'na zarar verecek detaylar paylaştığını söylemiş.

Bu açıklamayı yaptığına göre haklı gerekçeleri vardır. Ancak diyerek söz başlayalım. Uzun zamandır planlanan bu harekatın iletişim ayağının daha detaylı planlanmış olması gerekmez miydi? Mücadelenin çoğunun sosyal medya üzerinde sürdüğü bir gerçek. Terör yandaşları fabrikasyon görüntülerle harekatın üzerine gölge düşürmeye çalışıyorlar. İletişim stratejisi oluşturulup gizlilik içermeyen bilgiler düzenli olarak basın mensuplarıyla paylaşılamaz mı? Sadece kuru basın açıklamalarından söz etmiyorum. Fotoğraf ve video servisleri ve dinamik sosyal medya görüntülerini içeren bütüncül stratejik bir yaklaşım kastettiğim. Özgürleştirilen bölgelerden Suriye Milli Ordusu mensuplarının şahsi paylaşımlarının da aynı riski barındırdığını söylemek mümkün. İnsansız hava araçları aynı zamanda bir iletişim aracı diyeyim gerisini işin profesyonellerine bırakayım.

İletişebilmek!

Bardağın dolu tarafına da bakalım: Türkiye dünya kamuoyuna güçlü bir mesaj iletimi yapıyor. Türkiye’nin iletişiminde birbirinden değerli dört oyuncu var. Gülnur Aybet, soğukkanlı tavrıyla dikkat çekiyor. Mütebessim ama keskin mesajlar. İbrahim Kalın, akıcı bir İngilizceyle frekansa girip söylenecek her şeyi açıklıkla ifade ediyor. Haklı ve güçlü bir intiba. Fahrettin Altun küresel ajanda için haber ajanslarını markajda tutuyor. Mevlüt Çavuşoğlu ise görüş sayfalarında ortalığı boş bırakmıyor. Güçlü iletişim, güçlü Türkiye!

Dosta Torku, düşmana korku

Barış Pınarı’nda özgürleştirilen bölgelerden birinde elinde Torku kolisi ile Suriye Milli Ordusu’nun askeri görünüyor. Yoldan geçenlere neşe içinde Torku mamülleri dağıtıyor. Türkiye’nin genel yaklaşımını özetleyen bir fotoğraf. İçinde biraz reklam barındırıyor elbette. Veyis Ateş hemen yapıştırmış sloganı: “Dosta Torku düşmana korku!”… Diğer markalar buna biraz alınganlık gösterebilirler ama tarihe geçecek fotoğraflardan biri olmaya aday. Zamanın ruhu böyle bir şey.

Kutuplaşamamak!

Hamidiye Su üzerinden dönen kutuplaşma iddialarına bakıyorum. Hamidiye içenler bir tarafta içmeyenler diğer tarafta havası oluşturuluyor. Sultan Abdülhamid’in ismini ağzına almayanlar Hamidiye Alaylarına yazılmış görünüyorlar. Ne diyelim? Büyük sultanmış vesselam. Su akıp yolunu buluyor. Yüz yıl geçse bile. Ancak bu kutuplaşma konusu açıldığında 2012 yılında New York Times’taki bir yazı aklıma geliyor. Bedri Baykam ülkenin “kutuplaşmasına” örnek verirken seküler kesimin Ülker yemediğini söylemişti. Yıllar geçti ve Murat Ülker, Bedri Baykam’ın boş çerçevesini külliyatlı bir rakama satın aldı. Ondan sonra da bu kutuplaşma işi kutuplara doğru yolculuğa çıktı. Nedense bunu hatırladım. Şimdi de üzerine bir bardak su içeriz. Hem de Hamidiye.

WhatsApp birader!

Dünya ekonomik Forumu yani şu bildiğimiz Davos Toplantıları bir WhatsApp grubu açmış ve içerikleri oradan takipçileriyle paylaşacakmış. Bu WhatsApp’ın sosyal bir mecra olduğu kesin. Artık mobil olarak arkadaşlarımızın olduğu gruplar üzerinde paylaşıyoruz haberleri ve malumatı da oradan ediniyoruz. Yeni nesil yayıncılık da buraya kayıyor. Gazetelerin ve diğer içerik üreticilerinin de bu mecraya gerekli yatırımı yapmaları dezenformasyon kaynayan bu gözden uzak mecraya nitelik getirebilir.