İklim değişikliği diyorlar ya. Hah işte tastamam iklim değişikliğinde ötürü yok olmamak için kendimize yeni topraklar aradık.
Soyumuz kurumasın, hayvanlarımız da yaşasın diye. Uzun bir hikayenin kısa hali budur. Avrupa içlerine akınlar yapıldı, yurt olarak bazı yerler belirlendi. Batı, kapısına kadar gelen Türkleri tanımayı reddetti. Neden geldiklerini de ne istediklerini anlamaya pek yanaşmadı. Diyeceksiniz ki elinde kılıçla gelenlerin nesini anlasınlar. Kılıç olmadığı zamanlarda da pek anlaşılmadı. Daha doğrusu Türklerin kim olduğunu anlamaya kategorik olarak tenezzül etmedi. Türklerin içinden kendini Türk olarak görmeyenleri Türk gibi görerek anlamış gibi yaptı ama olmadı. Devşirdikleri kişiler Türkleri temsil etmekten uzaktı. Kompradorların "tanıdık" gelmesi onları tam Türk olarak görmemeleridir. Eh, bir yerde doğru. Kompradorların "Türkleri" tanımaması da aynı sorunun cinsi. Çünkü "yokuz" ama kompradorlar da "yoklar".
İstediler ki Türkler Asya bozkırlarına dönsünler, Avrupa kendilerinin olsun. Göz önünde bulunmasın istediler, çünkü ehlileştiremiyorlardı.
Türklüğün sağlam kalesi olarak gördükleri Osmanlı’yı, milletlerini birbirine düşman ederek zayıf düşürdüler. Sonrası herkesin malumu. Osmanlı bitince Türkler biter sandılar. Uğraşıp duruyorlar. Akdeniz çanağında yaptıkları hırsızlıklar, yedikleri haklar ve sebep oldukları gözyaşları mülteci olup üzerlerine geliyor. Yine de anlamıyorlar Türkleri... Soykırım yaşadığımız Balkan faciasını anlamadıkları gibi, sesimizi haykırmaya çalıştığımız Kurtuluş Savaşı’nı, 15 Temmuz’u ve Barış Pınarı’nı da anlamıyorlar.
Avrupa DEAŞ'e karşı PKK ile iş birliğini çok rahatça makul olarak görebiliyor. Çünkü bizi tanımıyorlar ve tanımayı reddediyorlar. Eh, yapacak çok bir şey de yok. İkinci Cihan Harbi’nin ardından fabrikalarını işletmek için bize mecbur kaldıklarında Türklerle tanışma imkanı doğdu ama yine çuvalladılar. "Biz işçi istedik onlar insan gönderdiler" sözü Türkleri tanımayı reddetme sorununun sonucu. Oysa Almanlarla Cihan Harbinin ilkinde silah arkadaşlığı yaptık. Ama tarihlerinde bu kısım "yoktur". Çünkü biz "yokuz". Fabrikada işçi vardır, sokakta süpürgeci vardır ama Türk yoktur. Mehmetçiğe selam durduğu için yoktur Türk. Çünkü o selamda Viyana önlerindeki Asakir-i Osmani’yi görürler. Korkularından yok kabul ederler.
Biz Türkler, ehli kitap olarak onları "tanırız" ama biz onlar için "tanımsızız". Eski sömürgesi olan Müslüman milletleri bile "tanırlar" ama Türkler tanımsızdır. Dişlerini geçiremedikleri kendilerinin önünde eğilmedikleri için.
Ne diyordu bir Boşnak ilmihalinde: “Türklüğün şartı beştir.”
Türkleri tanımak hakikate gözlerini açmaktır ve biz Orta Asya’dan gelen çadırlardan çok daha fazlasıyız artık. Geri dönmeyi düşünmüyoruz ve bu topraklar için çok fazla bedel ödedik. Daha fazlasını ödeyen gelmeden de başka bir yere gitme ihtimalimiz yok gibi.
Umudum yok ama Batı’nın çıkış yolunun Türkleri tanımak olduğunu düşünüyorum. Bizi sevsinler diye değil, kendilerine merhamet etsinler diye. Yoksa iklim değişir ve aklımıza başka bir yurt edinmek gelebilir. Sonuçlarını sanırım şu an kimse kestiremez.