Bugün, içinde bulunduğumuz küreselleşme sürecinin burjuvayı ve aydınları nasıl lümpenleştirdiğini tartışmak istiyorum.

Pazartesi günü, özellikle küreselleşme sürecinde hâkim olan neo-liberal politikaların, genelde bütün dünyada özelde gelişmekte olan ülkelerde orta sınıfları zayıflatıp modern ayak takımı olan lümpenproletaryanın nüfus içindeki oranını arttırdığını, bunun da hem toplumun bilinçli örgütlenmesini bozduğu hem de genel olarak cehaleti arttırdığından söz etmiştim. Lümpenproletarya, toplumun sınıf bilincinden ve mesleki aidiyetten yoksun, hemen hemen hiçbir toplumsal değere saygı duymayan, kendi bireysel çıkarı için her şeyi yapabilecek olan alt sınıflarının ortak adıydı. Bu kesimin toplum içinde oransal olarak artması neo-liberal politikaların sonucunda ortaya çıkmakta, aynı zamanda, popülist siyaseti de güçlendirmekteydi. Ancak bu birbirini besleyen toplumsal yapı sadece lumpenproletarya ile sınırlı değildi. Aynı zamanda bir lümpenburjuvazi ve lümpenentellijensiya da vardı.

Bugün, içinde bulunduğumuz küreselleşme sürecinin burjuvayı ve aydınları nasıl lümpenleştirdiğini tartışmak istiyorum. Bunun sebebi bir sosyo-ekonomik yapı çökerken, bütün bileşenleri ile yozlaşması, kendi toplumuna zarar verir hale gelmesidir. Bu toplumsal bozulma sadece üretim teknolojisi değişiminden kaynaklanmamakta, ayrıca bunun yanında, o teknolojik değişimin hangi kesimlerin elinde gerçekleştiğinden de etkilenmektedir.

BURJUVA NEDİR, NASIL LÜMPENLEŞİR?

Burjuvazi, Fransızca “Bourgeoisie” sözcüğünden dilimize geçmiştir. Dilbilimsel olarak otantik anlamı “şehirli, şehirde yaşayan sınıf” demektir. Bu anlam, aslında, Ortaçağ Avrupa’sındaki ekonomi politik yapının sonucunda ortaya çıkmıştır. Şöyle ki, genelde Ortaçağ Avrupa’sında özelde ise Almanya ve Fransa’da, sosyo – ekonomik yapı yönetici sınıf olan toprak beyleri / aristokrasi, siyasi ve toplumsal meşruiyeti elinde tutan kilise yani din adamları / ruhban sınıfı ve emeği bu iki sınıf tarafından sömürülen toprak kölesi olarak da bilinen köylü / serf sınıflarından oluşmaktaydı. Bu sistemde lüks tüketim mallarını sağlayan tüccarlar, ruhban sınıfı ve soyluların servetlerini değerlendiren tefeciler ve küçük ölçekli imalat yapan işadamları serbest şehirlerde yaşar ve kendi kendilerini yönetirlerdi. Bu serbest şehirlere “burg” adı verilir ve buralarda ne aristokrasinin ne de kilisenin hükmü geçerdi. O dönemlerden kalan bir Alman atasözü bu gerçeği doğrular: “Burger Luft macht Frei! / Şehir havası özgürleştirir!” İşte şehirlerde yaşayan tüccar, tefeci ve imalatçılara o dönemlerden itibaren burjuva denmektedir.

Sosyolojik açıdan burjuvazi, modern zamanlarda “belli bir kültürel ve finansal sermaye birikimine sahip ve orta ve orta üst gelir gruplarına mensup insanlara” atfen tanımlanmış bir sosyal sınıftır. Sanayi kapitalizminin gelişmesiyle birlikte küçük ölçekli imalatın yerini büyük ölçekli fabrika üretimi aldı. Aynı zamanda imalat sanayiinde ki girişimciler de bu yeni toplumsal yapının ana sınıfını oluşturmaya başladılar. Sanayi sermayesinin yanında bankacılık ve finans sektörü, yeni toplumsal yapı da hızla büyüyen hizmetler sektörü de yerini aldı. İşte bugün modern sosyal bilimlerde burjuvazi deyimiyle finans, hizmetler ve imalat sanayi sektörlerindeki sermaye sahipleri anlaşılmaktadır. Tabii ki, bu sınıflandırma orijinal manasını da, yani şehirli manasını da, ihtiva etmektedir.

Doğası gereği, sürekli büyümek zorunda olan bir kapitalist ekonomide, bu yüzden, temel sınıf burjuvazidir. Burjuvazi şehirlileşmiş ve sanayileşmiş toplumun ana göstergesini oluşturur. Genelde burjuvazi, şehirli modern toplumun yaşam tarzını ve sosyal değerlerini de temsil eder. Eğer burjuvazi zayıflar veya deforme olup yozlaşırsa, o kapitalist ekonominin varlığı da sorgulanır hale gelir. Pekiyi bu yozlaşma nasıl gerçekleşir? Burjuvanın lümpenburjuvaya dönüşmesiyle…

“Lümpenburjuvazi” terimi sosyolog ve düşünür Andre Günther Frank tarafından “bağımlılık teorisi” üzerine çalışmalarında ortaya atılmıştır. Frank’ın “lümpenburjuvazi” tanımına göre, “lümpenburjuvazi” kendi ülkesinde iktisadi kaynakları ve geliri kendi fakir ülke ve milletlerinin aleyhine zengin yabancı ülkelere aktaran sınıftır. Genelde azgelişmiş ve gelişmekte olan “çevre ülkelerde” ortaya çıkan bu sınıf “merkezdeki” gelişmiş ülkelere kâr ve gelir transferine aracılık yapar. Küreselleşme süreci ile birlikte azgelişmiş ülkelerdeki girişimcilerin tamamı ve gelişmekte olan ülkelerdeki girişimcilerin önemli bir kısmı bu kavram tanımı içinde değerlendirilebilir. Bu girişimci ve firmalar, kendi ülkelerinin sermaye birikimine katkıda bulunmaktansa, büyük küresel firmaların taşeronu, ülke içindeki gayrı milli temsilcisi olmayı tercih etmektedirler. Ülkeleri ve milletleri sömürgeci güçler elinde fakirleşirken, bunlar bu sömürüden paylarını alarak zenginleşmektedirler. Çoğunlukla kamu firmalarının yabancı kartellere satılması şeklinde tezahür eden özelleştirme ve yine yabancı firmaların milli pazarı ele geçirme amacıyla yaptıkları doğrudan yatırımlarda lümpenburjuvazi aracı konumdadır. Sınıfsal veya milli bir bilinçten yoksun olarak sadece kendi şahsı çıkarları doğrultusunda bu rolü oynamayı tercih etmektedirler. Burjuvanın bu şekilde lümpenleşmesi, hiç şüphesiz kapitalizmin küreselleşme sürecinin ve bu süreçte uygulanan neo-liberal politikaların bir sonucudur.

ENTELLEKTÜELLERİN LUMPENLEŞMESİ

Entelijansiya Latince “intelligentia” kelimesinden dilimize geçmiştir ve bir toplumun kültür ve siyesetinin şekillenmesinde eleştiri, rehberlik ve yönlendirme yoluyla katkıda bulunan karmaşık zihni faaliyetlerle iştigal eden eğitimli insanlardan oluşan statü sınıfına verilen addır. İktisadi anlamda ise entelijansiya beşeri sermaye sahibi olup, bu sermayeyi toplumun sosyal sermaye birikim sürecinde kullanan sınıfa verilen addır. Entelijansiyayı oluşturan bireylere entelektüel adı verilir. Dilimizde kullanılan münevver veya aydın bu kelimenin eşanlamlısıdır. Bu sınıfın içinde sanatçılar, eğitmenler, akademisyen ve bilim insanları, yazarlar ve diğer okumuş insanlar yer alır.

Bir kapitalist toplumun entelijansiyası o toplumda milli birliğin oluşumunda, milli kültürün yabancı etkilere karşı korunması geliştirilmesinde, üretim kapasitesinin artmasında hayati bir öneme sahiptir. Özellikle teknolojik gelişmenin artan bir hızla ilerlediği ve rekabetin inovasyon ve teknoloji geliştirme kapasitesiyle ölçüldüğü günümüzde entellektüellerin bu yararlı işlevinin önemi artmaktadır. Ancak, içinde bulunduğumuz şartlar, aynı zamanda, entellüektellerin yozlaşmasına ve toplum için gerekli olan yararlı işlevlerinin de azalmasına yol açmaktadır. Entellektüeller ve aydınlar nasıl yozlaşır? “Lümpenentelijansiya” kavramı burada önem kazanmaktadır…

“Lümpenintelijansiya” ile entelijansiya içinde topluma olumlu katkıda bulunmayan, sahip oldukları sanatsal veya akademik titr ve şöhretlerini yaptıkları yenilik ve çalışmalara değil de egemen sınıflara uzanan güç ilişkilerine borçlu olan, çoğu zaman yaşadıkları toplumun değerlerine düşman olup yabancı değerlerin savunucusu ve temsilcisi gibi davranan, bir entelektüelde olması gereken temel insani duyarlılık ve içinde yaşadıkları toplumsal yapıya katkıda bulunmak amacından çok sahip oldukları entelektüel unvanını kişisel maddi çıkarlarını sağlamak amacıyla kullanan bir grup kastedilir. Bu tip aydınlara bazı çevreler “yarı aydın” derken ben “aydınlatılmış” demeyi tercih ediyorum. Zahir, kendileri ışık sahibi olmayan ve başkalarının (çoğunlukla da emperyalist ve sömürgecilerin) görüşlerini yansıtan lümpen entelijansiya, çoğunlukla eski sömürge topluluklarındaki sömürge aydınlarıyla aynı özelliklere sahiptir.

Küreselleşme sürecinin gelişmesi ve neo-liberal politika uygulamaları ile birlikte, dünyanın her tarafında ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde entelijansiya içinde lümpenentelijansiyanın payı hızla arttı. Finansal ve teknolojik olarak emperyalizme bağımlı olan ülkeler, bir de düşünsel olarak bağımlı hale gelmeye başladılar. Ancak, işin acıklı ve vahim olan tarafı, bağımlı olduklarının bir üst kültür bile değil, ama tarihsiz ve kimliksiz bir sentetik toplum olan Amerikan toplumunun kültürü olmasıdır. İşte lümpenentelijansiya da, bu kimliksizliğin bizim gibi toplumlarda gönüllü elçileri ve işbirlikçilerinden oluşur. Örnek isterseniz daha düne kadar “Taraf” gazetesi benzeri medya organlarında vatana ihaneti meşrulaştıran liberal – solcuları, Sosyalizm ve/veya İslamcılık kisvesi altında etnik milliyetçilik ve bölücülük yapan mihrakları, her devrin adamı olan ve iktidara göre fikir değiştiren liboşları, “Yetmez ama evetçileri”, “Yes be annemcileri”, “Abant Sofralarının müdavimlerini” sayabiliriz.

İki yazıdır bahsettiğim bu üç lümpen sınıfın ortak özelliği, gerçek anlamda hiçbir değere sahip olmayıp sırf kendi maddi çıkarları için her şeye alet olabilecek olmalarıdır. Bu sınıflar kontrol altında tutulabilirse, vahşi kapitalizm ve onların egemen sınıflarının çıkarına oldukça başarılı bir mesai görürler. Ancak eğer kontrolden çıkarlarsa, bizzat kapitalist ekonominin temel direklerinin yıkılmasına yol açarlar. İşte küreselleşme süreci, bu açıdan, bildiğimiz anlamda kapitalizmin sonunu getirebilecek bir yozlaşmaya yol açmaktadır.

Hayırlı Cumalar.