​TV YÖNETİCİLERİ "EVLİLİK" PROGRAMI ESİRİ

Alican DEĞER 21 Şub 2017

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Aslında bildiğin show programı bunlar. Evlilik gibi, aile gibi "Kutsal" bir temele yaslanan, ama bunlarla hiç ilgisi bulunmayan birer program türü.

Aslında bildiğin show programı bunlar. Evlilik gibi, aile gibi “Kutsal” bir temele yaslanan, ama bunlarla hiç ilgisi bulunmayan birer program türü. Ahlaki olarak maalesef bir standartı da yok. Neredeyse tümü danışıklı dövüş.

Normalde bu kadar adam veya kadınla evleneceğim diye ortalığa saçılıp bir mahallede yaşayamazsın. Yakın çevren bile seni eleştirir. “Yan bakma cinayetleri” işlenen bir ülkede, bir akvaryum içine toplanmış insanların garip ve çarpık ilişkiler yumağının bu kadar izlenmesi inanılamaz. Durumumuz temelinde “Bizim çevremizdeyse, yakınımızdaysa  tahammül edilemez. Ama uzaktan seyredersek olabilir” iki yüzlülüğü bir anlamda.

Ama maalesef dizilerden kafasını kaldırmayan, tüm ülkeyi üç-beş yapımcının ferasetine teslim eden televizyon yöneticileri de bu konuda düşünmeyi ret ediyor. Bu evlilik programlarının ahlaki dejenerasyona yol açtığını anlamamak için ancak bakmamak lazım. Ama “Halk izliyor işte” kolaycılığı herkesi teslim alıyor. O zaman kırmızı-mavi noktalı göğüsleriyle ortalığa çıkan “Çın, çın” kızlarının programlarını da tekrar yayınlayalım. Halk daha çok seyreder. Yayıncılık toplumsal bir sorumluluk gerektirir. Bunu bilmemezlikten gelmek, görmemek bu tahribatı artırmaktan başka işe yaramaz.

Geçmişte, magazin programları bu haldeydi. Ünlü 2001 krizi sonrası. O zamanlar magazin programlarını seyreden, tüm ülkeyi çarpık ilişkiler içinde, vur patlasın çal oynasın yaşayan, kimin eli kimin cebinde belli olmayan bir yer halinde zannederdi. 

Millet ekonomik krizin girdaplarında nefes almaya çalışırken televizyonlar birbiri ardına, abuk-subuk magazin tiplerini ön plana çıkartıyordu. Bu da toplumsal bir tepki oluşturuyordu doğal olarak.

Sonra bir gün, (Aslında benim eleştirdiğim ve yapılmaması gerektini düşündüğüm bir yöntem.) televizyonların genel müdürlerine Ankara’dan bir davet geldi. Daveti veren MİT Müsteşarı’ydı. Dizici, sanatçı, reklamcı üçgeninin dışına çıkmayı bilmeyen devrin genel müdürleri telaş içinde Ankara’nın yolunu tuttular.

Geldiklerinde garip bir suskunluk içindeydiler. Sonradan anlaşıldı ki, “MİT duruma müdahale etmişti.” Genel müdürlere bu magazin programlarının toplumu derinden etkilediğini, ülkenin bir yarısı ekonomik krizle, diğer yarısı terörle boğuşurken, binde birlik bir kesimin bu derece umursamaz bir şekilde gündeme gelmesi başka sosyal sıkıntılara neden olacaktı. İyice anlatılmıştı. Genel müdürler de tırsmışlardı. O magazin furyası bir kaç ay içinde yok oldu gitti.

Şimdi benzer durum tırnak içinde evlilik programları için var.  Geçmiş zamanda RTÜK bu kadar etkin değildi. Ama şimdi öyle mi, o zamana göre 10 kat güçlü. Ona rağmen içinde evlilik bulunmayan evlilik programları, bir eve damızlık gibi kapatılan kızlar-erkekler. Değişen gönül esintileri, tribüne oynayan gelin adayları. Her devrin şebeği damat adayları ortalıkta geziyor. Elini sallasan bunlara çarpacak. 

RTÜK bu programlara astronomik para cezaları kesiyor (Aslında elinde onlarca daha etkin yöntem var). Kesilince ne oluyor biliyor musunuz? Konu davaya gidiyor. Yıllarca mahkeme sürüyor. Sonra belki mahkeme uygun görüyor, belki görmüyor. Aslında televizyonların bu programcılarla imzaladıkları sözleşmelerde “Gelecek cezalar yapımcıya aittir” maddeleri var. Televizyon yöneticilerine benim önerim, şimdiden bir sigorta fonu oluştursunlar. Yoksa bu programlar üç vakte kadar kalkarlar. RTÜK size ceza keser. Parayı da alır. Siz, yapımcıyı bulacaksınız da, onun da parası olacak da, bu parayı ondan tahsil edeceksiniz. Çook uzun iş.

KARARSIZLAR KABAK TADI VERDİ

Her şeçimde varlar. İrice bir partiden daha büyükler. Her zaman hesap edilmeleri gerekiyorlar. Bu hiç birşey yapmayan, ülkesinin ve kendisinin geleceği hakkında hiç bir fikri bulunmayan kitlenin bir faydası da yok. 

Olağanüstü hesaplama yöntemleriyle “Nereye oy verirler acaba?” sorusunun cevabı aranıyor. Bölüyorsun, topluyorsun, yine de olmuyor. 

Tüm propagandalar onların üzerine yapılıyor. Her şey onların fikrini değiştirmek için. Yahu, böyle bir ortamda “Kararsız” demek, bildiğin “Umursamaz” anlamına geliyor. Hele böylesi önemli bir referandum öncesi, “Üşeniyorum, seçime gitmek istemiyorum”un Türkçesi, “Kararsızım” oluyor.

Maalesef demokrasinin böyle bir yönü var. Hepimizi etkileyecek olan bir dönemeçte, öyle ya da böyle bu ülke için düşünen, yer yer tasalanan, gelecek hayalleri kuran, umut taşıyan herkesin kaderi hiç bir şeyi umursamayanların elinde. Olacak şey mi? Ama durum bu.