​ŞİDDETTEN VE DARBELERDEN BESLENEN TÜRK SOLU…

Ekin GÜN 16 Ağu 2017

Ekin GÜN
Tüm Yazıları
BirGün gazetesi yazarı ve sinema eleştirmeni Cüneyt Cebenoyan'ın HaberTürk gazetesinden Kübra Par'a verdiği röportaj önemli.

BirGün gazetesi yazarı ve sinema eleştirmeni Cüneyt Cebenoyan’ın HaberTürk gazetesinden Kübra Par’a verdiği röportaj önemli. Cebenoyan aslında sol içinden bugüne kadar kimsenin söyleyemediği/söylemediği ya da söylemeye cesaret edemediği gerçekleri ortaya dökmüş. Solun şiddetle imtihanını, darbelerden ve terörden nasıl beslendiğini açık açık anlatmış. Soldan birinin bu gerçekleri söylemesi gerçekten önemli bir gelişme.

Cüneyt Cebenoyan’ın PKK hakkındaki şu tespitlerine kulak vermekte fayda var: “Ben, PKK’nın bırakın demokratikleşmeye katkısı olduğunu, engellediğini düşünüyorum. PKK başından beri bir ölüm makinesi olarak çalışıyor. Bugüne kadar insan öldürmekten başka ne yaptı? Sürekli milliyetçiliği ve militarizmi körükledi. Neyi savunduğunu bile doğru dürüst bilmiyoruz. Bugün ABD’yle ve CIA ile bu kadar yakın ilişkileri varsa bunun geçmişi ne zamana kadar uzanıyor? Elbette Kürtlerin sorunları var. 1938’de Dersim’de korkunç bir katliam yapılmış örneğin. Yılarca “Kürt diye bir şey yoktur” denilmiş. Faili meçhul cinayetler işlenmiş ama bunlar PKK vahşetini meşru kılmaz. Türkiye’de ezilen, baskı gören ya da zulme uğrayan bir tek Kürtler değil. Ama böyle davranan bir tek PKK...”

Türk solunun PKK terörünü meşru görmesi sadece PKK özeline indirgenecek bir konu değil. Çünkü Türk solu kendisinden olan tüm şiddetleri her daim meşru gördü. Meşru görmediği zamanlarda da “o olay öyle değil, bizim dışımızda gelişti” argümanına sığındı. Bu birkaç senelik mesele değil. Türkiye’de solun en aktif olduğu zamanlarda bile Türk solunun şiddetten nasıl beslendiği ortada. Solun kendi terör örgütlerini kurması THPK-C ve TİKKO’yla başlıyor. THKP-C mevcut düzeni oligarşi diye tanımlayarak “şehir gerillası” stratejisiyle kentlerde adam bombalama, rehin alma, banka soygunu, suikastlar gerçekleştirdi. TİKKO ise farklı bir fraksiyon olarak “kırdan şehre halk savaşı” düşüncesini benimsedi ve kırsalda güvenlik güçlerine karşı birçok terör eylemine imza attı. Bu iki terör örgütünün kuruluşu 1970’lere kadar uzanıyor. Solun böyle kirli bir tarihi varken şiddetten beslenmediğine kim inanır? O zaman THKP-C ve TİKKO’nun terör faaliyetlerini meşrulaştırırken şimdi ise PKK ve DHKP-C gibi terör örgütlerinin faaliyetlerini meşrulaştırıyorlar ve işin açıkçası bundan besleniyorlar. Sadece bu da değil Türk solunun darbelerden nasıl beslendiğini de biliyoruz. “Milli Demokratik Devrim” fikriyatını savunarak önce “darbe” deyip ardından “halk devrimini” savunmuşlardır. O zamanlardan bu yana postal sevdaları hiç bitmediği gibi FETÖ’nün 15 Temmuz’daki hain darbe girişimine yüksek sesle karşı çıkamamışlardır.

***

Kübra Par’ın “sol mahalle artık PKK’ya tepki gösteriyor mu?” sorusuna şöyle cevap veriyor Cebenoyan: “Hayır, pek değişen bir şey yok. Bunlar kolay kolay değişen şeyler değil. Çünkü arkasında anlık kararlar falan yok, dünyaya bakış açısı var. PKK’nın Marksist bir örgüt olduğu sanılıyor ama milliyetçi bir örgüt. En başından beri iktidar isteyen bir örgüt. Orada Karayılan gibi, Öcalan gibi kendi iktidarını isteyen adamlar var. Kürtlerin büyük bir çoğunluğunun Türkiye’den kopmayı ve bağımsız bir devlet olmayı istediğini zannetmiyorum. Benim mahallemin PKK’yı hoş görmesinin üzerimde çok ciddi psikolojik olumsuz etkileri var. Mahallenizde bir katil var ve o katil ablanızı öldürmüş, çevrede dolaşıyor. Onunla her gün karşılaşıyorsunuz ve mahalledeki herkes ona saygı gösteriyor. Tecavüzcünüzün ortalıkta dolaştığını ve saygı gördüğünü düşünün, nasıl hissedersiniz? Bunun gibi bir durum. Bunu en yakınlarım bile anlamıyor.”

Cebenoyan’ın kardeşi 1994 yılında PKK tarafından öldürüldü. PKK şiddetinin nasıl bir şey olduğunu en acı gerçeklerle görmüş birisi Cebenoyan. Bulunduğu “mahallenin” PKK’yı nasıl koruyup kolladığını da gayet iyi biliyor. İlgi alanı sinemada dahi PKK’nın nasıl meşrulaştırılmak istendiğini birebir yaşıyor. Bu röportajın önemli olduğunu düşünüyorum. Türk solu her zaman kendisinden gelen şiddeti meşrulaştırarak terör seviciliğine soyundu, kendi mahallesinden ama kendisinden aykırı düşünen insanları ölümle tehdit etti, darbeleri savundu. Enternasyonalizm dedi, ırkçılığa teslim oldu. Özgürlük dedi faşizmin tarihini yazdı. Hepsinden önemlisi “tam bağımsız Türkiye, kahrolsun emperyalizm” sloganlarını haykırsalar da PKK, DHKP-C gibi emperyalist küresel merkezin kumanda ettiği terör örgütlerini savundular, onlara laf söyletmediler, siyasi figüranlarını ise “şirin çocuk” olarak tanıttılar. Bu soldan bir şey çıkmaz, bir avuç kişiyle “devrimcilik” oynayarak ruhlarını küresellere satmanın tarihini yazarlar anca. Acı ama gerçek.

Mabel Matiz > Aleyna Tilki 

Beni tanıyanlar magazine merakımı bilir. Adriana Lima ve Metin Hara’yla başlayan yaz magazini 47 yaşındaki Sibel Can’ın balkonda çektirilmiş pardon çekilmiş bikinili haliyle sürüyor. E yaz konserleri de haliyle devam ediyor. Tarkan Harbiye’yi sallamıştı (bu deyim magazin literatüründe çok moda), Eylül ayında konserler vermek için yine Harbiye’de olacak.

Ama bir gelişme daha var! O da Aleyna Tilki. “Sen Olsan Bari” şarkısıyla Tarkan’ın “Yolla” parçasını bile geçmiş durumda. Hatta 70’lik Ertuğrul Özkök şarkıya bayılmış, ayılamamış. Listesinin birinci sırasına koymuş.

Türkiye’de müzik sektörü gittikçe kötü bir hal almaya başladı. Gerçekten ama gerçekten kötü parçalar var her yerde. Aleyna Tilki’nin parçasının neresi insanlara harika geliyor bilemiyorum ama müzikten anlamayan birçok insanın bu ülkede yaşadığına bir kez daha kanaat getirdim.

Tarkan’ın Yolla’sından, Aleyna Tilki’nin Sen Olsan Bari’sinden daha iyi bir parça Mabel Matiz’den geldi: “Ya Bu İşler Ne”… Dinleyin derim.

Bu lig bitmez! 

Ve merakla beklediğimiz Türkiye Süper Ligi başladı. Bu sene ligin kaliteli bir şekilde geçeceğini söylemek mümkün. Çünkü her takım muazzam transferler yaptı. Eğer transferler takımlarına alışır, adaptasyon süreçlerini hızlı atlatırlarsa birincilik için 5-6 takımın iddialı olacağını söyleyebiliriz. Ama bir şartla! Futbol dışı yollarla hiçbir takımın önü kesilmezse.

Beşiktaş ile Antalyaspor maçını izlediniz mi bilmiyorum. Tam bir facia. Beşiktaş’ın atmış olduğu ikinci golün penaltıyla uzaktan yakından alakası yok. Ama belki de Türkiye’nin gelmiş geçmiş en kariyerli hakemi olan Cüneyt Çakır buna nasıl penaltı çalabiliyor anlamak mümkün değil. Beşiktaş geçen sene olduğu gibi bu sene de hakemler tarafından böyle “imtiyazlı” olacaksa şimdiden kupayı kendilerine verelim gitsin. Olmayacaksa, Beşiktaş’ın ihtiyacı olmayan böyle yollara girişilmesin.

MHK ve TFF kendilerine düşen görevleri yerine getirmeli. Yoksa bu lig asla bitmez!

Yaşasın ton balıklı salata yemek! 

Yakın dostlarım mutfağa ne kadar çok ilgi duyduğumu bilirler. Değişik lezzetler denemeyi, farklı tatlara ilişkin birçok yemek yapmayı severim. Ama ne yazık ki bu sıralar diyette olduğum için yapamıyorum. Bunun yerine daha hafif şeyler tüketmem gerekiyor. Bunu da kendime eziyet etmeden yapmaya çalışıyorum. O nedenle ton balıklı salata hayatımda farklı bir yere oturdu.

Biz de yanlış bilinen bir şey var. Salata zayıflatır diye. Aslında kısmen doğru kısmen yanlış. Salataya dökülen soslar bazen öyle olabiliyor ki hamburgerin kalori miktarını bile geçiyor. O nedenle sossuz ama çeşidi çok salatayı seçmek lazım. Ben ton balıklı salatayı buna göre yapıyorum. Yarım göbek salata, bir domates, yağı süzülmüş ton balığı ve kekik. Üzerine sadece yarım limon. Öğle ve akşam yemeği olarak tüketilebilir. Farkı göreceksiniz. Şimdiden afiyet olsun.

Spotify Şarkılarım 

• Emma Shapplin – Leonora

• İtalian Cafe Society – Ciribirin

• Fiona Apple – Periphery

• Los Desterrados – Asheriko

• Presuntos Implicados – Alma De Blues