NATO ZİRVESİNE DOĞRU DIŞ PENCERE

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Bu hafta bol bol NATO Zirvesi'ni konuşacağız.

Bu hafta bol bol NATO Zirvesi’ni konuşacağız. Zirve öncesi beklentilerle ilgili pek çok yazı/görüş son on gündür yazılı ve görsel basını meşgul ediyor. NATO genel sekreteri Stoltenberg zirvenin dönüştürücü bir zirve olmasını beklediğini açıklamış. Aslına bakarsak, bu sıfatın yani “dönüştürücü” sıfatının Madrid Zirvesi için uygun olup olmadığından çok emin değilim. Bu zirvenin tarihi önemde bir zirve olduğunu elbette kabul ediyorum.

Dönüştürücü mü, Dönüşümü Güçlendirici mi?

Öncelikle Zirve’de NATO’nun gelecek 10 yılına şekil verecek Stratejik Kavramı ele alınacak ve NATO 2030 Vizyonu için neler yapılabileceği değerlendirilecek. Heyecanlı bir şekilde Stratejik Kavram içerisinde Rusya ve Çin ile ilgili nasıl bir tanımlama kullanılacağını bekliyoruz- ki Rusya için tehdit, Çin için küresel rakip ya da meydan okuyucu gibi bir tanımlama kullanılacağı tahmin ediliyor- Bu hususlar önemli olmakla beraber şaşırtıcı değil zira Rusya 2013’ten itibaren Doğu ve Merkezi Avrupa açısından saldırgan olabilecek bir aktör olarak görülüyordu. Saldırının melez çatışmadan konvansiyonel geleneksel harp aşamasına 2022’de Ukrayna üzerinden geçmesi ve harbin gelecekte nasıl devam edeceğinin şimdilik belirsiz olması NATO’nun Doğu Kanadı ve Baltıklar için Rusya baskısının hala devam etmesi anlamına geliyor. Öte yandan Çin, Rusya gibi saldırı eyleminde bulunmadan küresel sistemde Batılı aktörlerin rakibi olmaya devam ediyor. Beijing ile ilgili Batılı kurum ve stratejiler içerisinde ne zaman bir cümle kurulsa dönüp suçlayıcı gözlerle Washington’a bakmak sıradan bir eylem oldu ancak Çin’in Küresel Güney’e özellikle de Körfez-Akdeniz-Afrika hattına yönelik politikalarının Avrupalı aktörler tarafından da şüpheyle karşılandığını unutmamak gerek. NATO’nun Güney Kanadı ile ilgili Madrid Zirvesi dahilinde gerçekleşmesi beklenen özel konferansın sadece Rus meydan okumasına odaklanmasını bu yüzden beklemiyoruz. Dememiz o ki, NATO’da dönüşüm çoktan, artık Rusya’nın NATO’nun ortağı olarak görülmediği, Rusya’nın tampon alanlarda saldırı eylemi gerçekleştirebileceğinin düşünüldüğü 2014 Galler Zirvesinden itibaren başlamıştı. Geçtiğimiz yıllarda hazırlığı yapılan 2030 Vizyonu; dayanıklılık, NATO’nun teknolojik üstünlüğü ve kapasite iyileştirme ve inşa etmek için savunma harcamalarının artırılması, tüm bunların da siyasi koordinasyon içerinde yapılmasını öngörüyordu. Kısaca bugün için mesele yenilik ve dönüşüm değil, 2014’ten itibaren başlamış olan dönüşümü ileriye götüren ve altını dolduran somut adımlar atmak.

Üç anahtar kavram

2014’te başlayan süreç kanaatimizce üç önemli anahtar kavram çevresinde dönüyor: “caydırıcılık, ortak savunma ve daha iyi savunma harcamaları”. Bu üç kavram ABD, NATO’nun Doğu Kanadı ile Güney Kanadı güvenliğini önceleyenler ve Birleşik Krallık ile Kanada gibi “Küresel NATO” ile “Atlantik ve Kuzey Avrupa” güvenliğini önceleyenlerin buluşabileceği üç kavram. Ki sonuçta NATO’nun farklı önceliklerinin altını çizen müttefikler arasındaki koordinasyon, NATO’nun bir ve bütün olduğunun gösterilmesi fikri bu üç kavramın üstünde şemsiye gibi duran politik kararlılığı ifade ediyor. Müttefiklerin NATO güvenliğinin bölünmezliğini destekleme konusundaki politik kararlılıkları, bunun için gerekli askeri kabiliyetler ve hazır olma hali ile birleştiğinde NATO’nun askeri ve politik caydırıcılığının özüne ulaşıyoruz. Bu da bize müttefiklerin Washington Anlaşmasının 3., 4. ve 5. Maddeleri konusunda aynı yerde durup durmadığını söylüyor. Bunun dışında Trans-Atlantik güvenliğinin farklı cephelerinden gelen, farklı risklerle karşı karşıya gelen ve gelecek olan müttefikler her konuda aynı fikirde olmayabilir, bu yüzden ittifak politikaları dahilinde müzakereler yürütülüyor ya da bu yüzden bazı müttefikler arasında sorunlar olsa dahi bu sorunların ortak gündemi zedeleyici bir raddeye ulaşması mümkünse önleniyor.

Farklılıklar

Madrid Zirvesi öncesi farklı analizlerde NATO’nun birliği ve bütünlüğü konusunda bazı endişeli yorumlara rastlıyoruz. Bu yorumların odağı değişiyor: kimi zaman AB’nin lokomotif ülkeleri (Fransa, Almanya, İtalya) ile Doğu-Merkezi Avrupa, Baltık ülkeleri ve tabi İngiltere ve ABD gibi aktörlerle arasındaki Ukrayna Savaşı’nın geleceği konusundaki farklılık vurgulanıyor. ABD ve İngiltere’nin “kötü bir barış anlaşmasındansa” Ukrayna Savaşı’nın sürmesi konusundaki ısrarı biliniyor. Öte yandan Fransa-Almanya-İtalya ve hatta İspanya muhtemelen Ukrayna Savaşı’nın bir Avrupa savaşına dönmesini (örneğin Avrupa’nın savaştaymış gibi ekonomik olarak sıkışmasını) engelleyecek bir barış anlaşmasını tercih ederler.  Özellikle Fransa-İtalya ve İspanya, ayrıca, Güney Kanadın karşı karşıya kalabileceği risklerin de hesaplanmasını arzu eder. NATO’nun birliğine yönelik endişe dillendiren analizlerde diğer odaklanan konular kimi zaman, Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in olası NATO üyeliğine yapmış olduğu itiraz, kimi zamansa Türkiye ve Yunanistan arasındaki son dönem yaşanan gerginlik oluyor. Türkiye’nin ayrıca NATO’nun Güney Kanadından gelecek riskler konusunun altını son 10 yılda yapılan tüm zirvelerde çizdiğini de biliyoruz, ancak Ankara’nın önceliğinin terörle mücadele ve risklerin engellenmesi için Ankara’nın kabiliyet geliştirmesini engellemeye çalışan savunma yaptırımları olduğu da biliniyor. NATO söz konusu olduğunda geleneksel ayrım, Trump döneminden beri bir travma sebebi olan ABD ve diğerleri arasındaki farklılıklar bildiğimiz gibi. Madrid öncesi ABD’nin önceliklerinden birinin Trans-Atlantik sahasındaki donanma görünürlüğünü artırmak olduğu söyleniyor, keza yine ABD’nin Avrupalı müttefiklerinden savunma harcamalarını daha ve daha fazla artırmasını arzu ettiği de bir gerçek. Bu konuda Avrupalılar hem Stratejik Pusula’da hem bireysel olarak bazı sözler verdiler. Ama iktisadi süreç bu sözlerin tutulmasını zorlaştıracağından, herkes ABD kadar silahlanma konusunda hevesli konuşamıyor. Ben bu farklılıkların, aşılsın ya da aşılmasın, Madrid’de verilecek NATO’nun bütünlüğüne yönelik mesajı engellemeyeceğini düşünüyorum. Bu noktada en kritik ayrışma noktası olan Ukrayna savaşı Rusya tehlikesi çerçevesinde ele alınacak ve “caydırıcılık, ortak savunma ve savunma için daha çok ve daha iyi harcama” sözünün altının çizilmesi için kullanılacak.

Beklenti: Caydırıcılığın güçlenmesi

Ortak Savunma konusunda askeri ve siyasi hazır olma konusunda bugünkü NATO sınırları dahilinde müttefikler arasında temel bir uyumsuzluk söz konusu değil. Ancak Ortak Savunmadan önce esas amaç caydırıcılığın sağlanması olduğu da unutulmamalı. Caydırıcılığın güçlenmesi konusunda aslında en önemli adım 2014’te Genişletilmiş İleri Askeri Mevcudiyet (EFP) konusunda alınan karar ile Baltık Devletleri ve Polonya’da 4 çok uluslu birlik konuşlandırmasıydı. Böylece NATO konvansiyonel saldırıları caydıracak ve ABD dahil müttefiklerini ortak savunma yükümlülüğüne bağlayacak bir araca (Soğuk Savaş döneminde çok kullanılan bir araçtı aslında) geri dönmüş oldu. 2022 Brüksel’deki zirvede İttifak aynı yapıda 4 ek birlik oluşturarak Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Slovakya’ya konuşlandırma kararı aldı. Madrid zirvesi bu bağlamda Baltıklar ve Doğu Avrupa’daki NATO varlığını sürekliliği güçlendirilmiş bir hale getirecek -muhtemelen sadece ortak savunmaya müttefikleri zorlayacak unsurlar üzerinden değil- hava savunma ve füze savunma unsurları üzerinden güçlendirilmiş bir caydırıcılık kavramı önümüze çıkartacak. Eğer Madrid Zirvesi Güney Kanadına yönelik İspanya’dan Türkiye’ye kadar farklı aktörlerin isteklerini caydırıcılık potasında birleştirmeyi başarır ve bunu olması gerektiği gibi İttifak’ın güvenliğinin bölünmezliğine sıkıca bağlarsa bu zirvenin caydırıcılık konusunda attığı önemli bir adım olabilir. Bu noktada esas olanın hazır olmak ve siyasi kararlılık kadar-ki Rusya sağ olsun bu konuda Trans-Atlantik dünyada sorun varsa bile bunu görünmez kıldı- sürdürülebilirlik olduğunu düşünüyorum. Rusya Kaliningrad’tan Beyaz Rusya’ya NATO ile olan sınır ve tampon alanları silahlandırma kararı vermiş gözükürken, Medvedev II. Nikolas gibi arzı endam eder, Putin pek çok denemeden sonra Büyük Petro’ya dönüşmek konusunda karar kılmışken bugünün ekonomik ortamında müttefiklerin caydırıcı kapasite inşası ve ortak savunma konusunda ekonomik ve siyasi sürdürülebilirliği garantilemesi lazım. Bu da demektir ki müttefiklerin birbirinin savunma sanayini baltalama, bütüncül savunmasını daha maliyetli hale getirme lüksü yok. Ankara konjonktürün Brüksel’e yönelik uyarılarından yana olduğunu görüyor. Bakalım Madrid’de Brüksel geleceği nasıl çizecek. Haftaya yeni Stratejik Kavramı irdelemek üzere…