​MESCİD-İ AKSA'NIN HİKAYESİ

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Uzun yıllara dayanan Filistin ve İsrail çatışmasının sebeplerinden biri de Kudüs şehrinin üç kitaplı din için kutsal kabul edilmesi ve oraya hâkimiyetin büyük bir itibar getirmesidir.

İsrail’in kendi iddiasıyla “terörle mücadele ettiği”, Hamas’ı imha etmek üzere bir kara harekâtı planladığı bugünlerde içimiz dışımız İsrail ve Filistin oldu. Önce ilkeyi söyleyelim: Her devlet terörle mücadele eder, çünkü terörle müzakere edilmez; ama kendine devlet diyen bir devlet eşkıya gibi, terörist gibi de davranmaz. Kendi vatandaşlarıyla dolu bir şehri, içindeki eşkıyalar sebebiyle, ablukaya olup bomba yağmuruna tutmaz. İsrail Hükümeti’nin bugünkü uygulamalarını bir devlet değil ancak terör örgütleri yapar.

Uzun yıllara dayanan Filistin ve İsrail çatışmasının sebeplerinden biri de Kudüs şehrinin üç kitaplı din için kutsal kabul edilmesi ve oraya hâkimiyetin büyük bir itibar getirmesidir. Yine de Museviler için Kudüs Şehri ve onun içinde barındırdığı Süleyman Mabedi Hristiyan ve Müslümanlara oranla daha önemlidir. Çünkü Kudüs’e sahip olmak onların itikatları için önemli bir farz, Süleyman Mabedi’nin yeniden inşası Mûseviler için çok önemli bir dinî hedeftir. Süleyman Mâbedi denince akla hemen gelen Mescid-i Aksa veya daha çok kullanılan tabirle el – Aksa Camii’dir. Çünkü Mescid-i Aksa’nın inşâ edildiği yer Mâbed Dağı’dır ki, burası Hz. Süleyman’ın inşa ettirdiği söylenen Süleyman Mabedinin bulunduğuna inanılan yerdir. Müslümanların genel inancına göre Peygamber Efendimiz Mirac’a çıkmadan önce Mescid-i Aksa’ya gelmiş ve sonra da hemen yakındaki Kubbet-is Sahra’dan miraca yükselmiştir. Yani Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Mâbed Dağı Müslümanlar için Peygamberin Miraca yükseldiği yer, Mûseviler için de en önemli dini hedef olan Süleyman Mâbedi’nin üzerine kurulmuş olduğu yerdir. 

Bu yazıda Süleyman Mâbedi ile ilgili yazmayacağım. Ama Mescid-i Aksa’nın hikâyesini yazacağım. Acaba Peygamberimiz Miraca çıkarken gerçekten bugünkü Mescit-i Aksa’ya mı geldi? Mescid-i Aksa ne zaman, kim tarafından ve niçin inşaa edildi? Gerçekten Kudüs’teki bu Camii Müslümanlar için kutsal mı, yoksa tarihte unutulmuş siyasi bir entrikanın mı ürünü? Haydi başlayalım…

KUR’ANDA MİRAÇ VE MESCİD-İ AKSA HAKKINDA NE YAZIYOR?

Kitâb-ı Mübîn Kur’ân-ı Kerîm Peygamber Efendimiz’in Mirâcını şöyle anlatır:

İsrâ Suresi 1. Ayet:

“Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr.”

“Yüceliğinde sınır olmayan O (Allah) ki kulunu geceleyin, kendisine bazı alametlerimizi göstermek için (Mekke'deki) Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götürdü. Çünkü, gerçekten her şeyi işiten, her şeyi gören O'dur.” Muhammed Esed Meali.

Şu anki bilgilerimize göre düşündüğümüzde Peygamber Efendimiz Mirâç Gecesinde ki, Hicretten bir sene evvel Recep Ayının 27’inci gecesidir, Allah’ın hikmetiyle Mekke’den bir şekilde Kudüs’e, Mâbed Dağına uçmuştur. Sonra da oradan Mirâca yükselmiştir. Bu durumda Allah’ın Hicretten önce inen bu âyetinde bahsi geçen Mescid-i Aksâ’nın o dönemde inşa edilmiş olması gerekirdi. Acaba bu konuda tarihler ne demektedir?

MESCİD-İ AKSÂ’NIN TARİHİ

Hz. Ömer Efendimiz zamanında fethedilene kadar Kudüs Bizans Yönetimi altında idi. Mâbed Dağı’nda 543 yılında İmparator Justinianus tarafından yapılan “Nea Ekklesia Theotokos / Tanrı’nın Annesinin Yeni Kilisesi ya da Meryem Ana Kilisesi” vardı. Müslümanlar Kudüs’ü fethettiğinde bu kilisenin harabeleri bulunmuştu. Hz. Ömer fetihten sonra bu bölgede bir yeri temizletmiş ve cemaatle namaz kılmıştır. Sonra burada küçük bir mescit yaptırdığı rivayet edilir. 

Daha sonra Emevi Sultanı Muaviye yönetimi sırasında, bugünkü Mescid-i Aksa Camii’nin bulunduğu yerleşkenin yakınında küçük bir ibadethane inşa edildi. Yerleşkenin güney duvarında yer alan bugünkü Cami, orijinal olarak beşinci Emevi Sultanı Abdülmelik tarafından 691 yılında veya onun halefi I. Velid tarafından veya her ikisi tarafından bir hatıra İslam anıtı olan Kubbet-üs-Sahra ile aynı eksende bulunan bir cemaat camisi olarak inşa edilmiştir. 746 yılındaki depremde yıkılan cami, 758 yılında Abbasi halifesi Mansur tarafından yeniden inşa ettirildi. 780 yılında Abbasi halifesi Mehdi tarafından daha da genişletildi ve daha sonra on beş nef ve bir merkezi kubbeden oluştu. Ancak 1033 Ürdün Rift Vadisi depreminde yeniden yıkıldı. Cami, Fatımi halifesi el-Zahir (hükümdarlık dönemi 1021-1036) tarafından yeniden inşa edildi ve camiyi yedi koridora indirdi ancak iç kısmını bitkisel mozaiklerle kaplı ayrıntılı bir merkezi kemerle süsledi; mevcut yapı 11. yüzyıl taslağını korumaktadır.

Yani bütün kayıtlardaki ortak bilgilere göre bugünkü Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra ilk olarak bir külliye şeklinde Emevi Sultanı Abdülmelik tarafından başlatılmış ve oğlu I. Velid tarafından tamamlanmıştır. Yani yukarıda bahsedilen İsrâ Sûresinin ilk âyetinin inmesinden nereden baksanız 100 sene sonra Mescid-i Aksa’nın temelleri atılmıştır, hatta ilk inşaatta Meryem Ana Kilisesinden kalıntıların da kullanıldığı rivayet edilmektedir. O zaman Kur’an’da bahsedilen Mescid-i Aksâ neresidir? Buraya sonra geleceğim… Ama Emevî Sultanları’nın burayı neden inşa ettirdiği ve niçin bu kadar önem verdiklerini araştıralım.

EMEVİ HÜKMÜNÜN ZAYIFLAMASI VE ABDULLAH BİN ZÜBEYR’İN HILAFETİ

Zalim ve lânetli Emevi Sultanı I. Yezid öldüğünde oğlu II. Muaviye tahta geçti. II. Muaviye insaflı ve imanlı birisiydi. Babasının Kerbelâ Zulmünü lanetledi, yine Yezid’in herkese zorunlu tuttuğu Kaderiyye inancını da reddetti. Rivayetlere göre hastalıktan iki ay sonra vefat etmiştir ancak Emevi ailesinin tıynetini düşününce zehirlenmiş olması büyük ihtimaldir. Yerine geçen ve dedesi I. Muaviye’nin entrikaları ve üçkâğıtlarında önemli rol oynamış olan Mervan bin Hakem oldu. Böylece saltanat Emevi sülalesi içinde Süfyâni Hanedanından Mervâni Hânedanı’na geçti. Mervan bin Hakem yaşlıydı ve o da iki sene sonra öldü. Yerine oğlu Abdülmelik bin Mervan çıktı.

Abdullah bin Zübeyr Aşere-i Mübeşşere’den Hz. Zübeyr bin Âvam ile Hz. Ebû Bekir’in kızı Esma binti Ebû Bekir’in oğludur. Yani Hz. Zübeyr babası, Hz. Ebû Bekir dedesi, Hz. Âişe teyzesi ve Hz. Peygamber de eniştesiydi. Abdullah bin Zübeyr, Yezid'e karşı çıktığı Mekke'ye yerleşti ve ardından Yezid'in 683'teki ölümünün ardından kendisini halife ilan etti. Bu arada, Yezid'in oğlu ve halefi II. Muaviye’nin saltanatından haftalar sonra ölmesi, Halifelik genelinde Emevi otoritesinin çöküşünü hızlandırdı ve bu eyaletlerin çoğu daha sonra Abdullah bin Zübeyr’in hükümdarlığını kabul etti. Yaygın olarak halife olarak tanınmasına rağmen, Hicaz dışında yetkisi büyük ölçüde kâğıt üstündeydi. 685'e gelindiğinde Emevi Halifeliği, I. Mervan döneminde Suriye ve Mısır'da yeniden kurulurken, Irak ve Arabistan'da Ali yanlısı ve Harici güçler Abdullah bin Zübeyr otoritesine meydan okuyordu. Abdullah bin Zübeyr’in kardeşi Mus'ab, 687 yılından 691'de yılında Abdülmelik tarafından mağlup edilip öldürülene kadar Abdullah bin Zübeyr’in Irak'taki hükmünü sürdürdü. Nihayetinde Abdülmelik’in acımasız ve gaddar komutanı Haccac-ı Zâlim 692'de Mekke’yi kuşattı, büyük katliamlar yaptırdı ve Abdullah bin Zübeyr’i şehit etti. 683’ten 692’ye kadar Mekke ve Medine’nin, yani Hac yapılan mukaddes beldelerin hâkimi Abdullah bin Zübeyr’di. İşte Mescid-i Aksa’nın inşasının, Kudüs’ün Mekke ve Medine’nin yanında üçüncü Hac merkezi olmasının sebebi bu tarihte saklıdır. 

İslam peygamberi Hz. Muhammed'le olan aile bağları ve sosyal bağlarının prestiji ve kutsal Mekke şehri ile olan güçlü ilişkisi sayesinde Abdullah bin Zübeyr, Emevi yönetimine karşı çıkan etkili, hoşnutsuz Müslüman gruplara liderlik edebildi. Hicaz'ı Halifeliğin siyasi merkezi olarak yeniden kurmaya çalıştı. Ancak Mekke'den ayrılmayı reddetmesi, kardeşi Mus'ab'a ve fiilen bağımsız bir şekilde hüküm süren diğer sadık kişilere bağımlı olması daha kalabalık eyaletlerde iktidarı doğrudan kullanmasını engelledi. Böylece kendi adına yürütülen mücadelede ancak küçük bir rol oynadı.

Müslüman kitlelere ve büyük İslâm şehirlerine ulaşamayan Abdullah bin Zübeyr’in Mekke ve Medine’ye gelen hacılar üzerinde bırakacağı intiba ve yol açacağı etki Emevi Saltanatı için bir tehditti. Bu yüzden Abdülmelik Hacc için Mekke ve Medine’ye gidilmesini yasakladı. Onun yerine hacıları kendi hükümleri altındaki Kudüs’e gönderdiler. Orada Mescid-i Aksa vardı, Peygamberimiz oradan Mirâca yükselmişti! Abdullah bin Zübeyr 692’de şehit edildikten sonra Hacc farizası tekrar eski haline döndü.

Sonuçta Kur’an- ı Kerim’de bahsedilen Mescid-i Aksa’nın bugünkü Mescid-i Aksa olması mümkün değildir. Zaten Kur’an’da Kudüs ve Süleyman Mâbedi için Beyt-ül Makdis kavramı kullanılır ve Mirâç Mucizesi orada gerçekleşseydi ayette de Beyt-ül Makdîs adı geçerdi. Pekiyi Kur’an’da bahsedilen Mescid-i Aksa neresidir?

GERÇEK MESCİD-İ AKSA NERESİDİR?

Peygamber Efendimiz’in Hicret’inden önce, bazı zamanlar kendi başına Mekke dışına çıkarak şehirden biraz uzakta ki bir Mescide giderek dua ve ibadet ettiği birçok siyer tarihinde (örneğin Taberi gibi) yazılmıştır. Bu mescide Uzaktaki Mescit anlamında Mescid-i Aksa denmekteydi. Yani Mirâc Hadisesi Kudüs’te değil Mekke şehrinin biraz dışındaki bir Uzak Mescit’te gerçekleşmişti. Emevî mel’unları Medine’nin başkentliğini aldıkları gibi, Mekke’nin yerine Kudüs’ü, Kâbe’nin yerine de bugünkü Mescid-i Aksa’yı geçirmek istediler. Okuduğumuz din kitaplarındaki Mirâç Hadisesi’nin yeri ile ilgili rivayetler Emevî’lerin eklemesiyle oluşmuştur. Bugünkü anlamda, otantik olarak, Mescid-i Aksa’nın inanıldığı gibi bir mukaddes mekân olmadığını, belki de siyasi bir entrikanın sonucunda ortaya çıktığını söyleyebiliriz.