​DİJİTALLEŞMEK VE İNSAN

Tuğrul GÜNAY 06 Oca 2018

Tuğrul GÜNAY
Tüm Yazıları
Oldukça uzun bir zamandır kullanılagelen bir kavram var.

Oldukça uzun bir zamandır kullanılagelen bir kavram var. Dijital dönüşüm. Kavramın kullanılışı öyle bir hale gemiş durumda ki, artık neredeyse herhangi bir şirket elektriğe bağlanan bir aleti prizine taksa, yahut bir muhasebe programını kullanıma alsa, dijital dönüşüm içinde olduğunu söyleyecek!. Oysa kavrama lümpence bu tarz bakış açılarının ötesinde, teknik olarak “bütün iç ve dış paydaşları birbirine bağlayacak teknik altyapıları kurduk mu, dijital dönüşüm tamamdır.” bakış açısı da yetersiz.  

Son endüstri devriminin yaratmakta olduğu değişimlerle yüzleşen sadece firmalar ve devletler başta olmak üzere, organizasyonlar değil. Bu devrim, insanların zevklerini, geleneklerini, değer yargılarını ve belki hepsinden önemlisi davranışlarını değiştiriyor. Dolayısı ile devletlerin ve şirketlerin insandaki bu değişimi ve dönüşümü dikkate almadan dijitalleşme çabalarının beklenen sonuçları vermiyor olması şaşırtıcı değil. Değişmekte ve gelişmekte olan bu sosyal yapıda eski referans noktalarını kendine baz alarak ve eski başarı ölçüm kriterlerini göz önünde bulundururak ilerlemeyi ve gelişmeyi ummak bir hayal. 

O zaman dijitalleşmek kavramı için insanları birbirine dijital olarak bağlanması tanımı yeterli değilse, yeterli olan tanım ne? Çok daha geniş bir bakış açısıyla, “Sürekli gelişerek dönüşüm içinde olan mevcut ekonomik sistemde, insanlar için katma değer yaratacak yeni teknolojileri uygulamanın yanısıra yeni bakış açılarını geliştirerek insanı önceleyen iş modelleri ve örgütsel yapıları geliştirmek.”. Bundan önceki iki yazımızda bir örnek model olarak önerdiğimiz “Girişim Vakıfları” tarzı yeni yapıları öngörerek dijitalleşme sürecine değişen sosyolojinin gereklerini dahil etmezseniz, maalesef gerçek anlamda dijitalleşmiş de olmuyorsunuz. 

Hemen hepimizin bildiği, Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye nasihatidir. “Her işin gereğini vaktinde yap. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” 700 yılı geçkin bir geçmişten gelen bu sestir, aslolanın insan olduğunu haykıran ve ne de güzel bir sözdür! Peki günümüzde insanı yaşatmak sadece devletin mi sorumluluğudur? İnsanı tanımayıp işinin öznesi haline getirmeyen hangi şirket mevcut sanayi devrimi sürecinde ayakta kalabilir? 

Düne kadar insanların karnının doyması belki yetiyordu. Ama günümüz insanı artık fazlasını istiyor çünkü istedikleri eskiye nazaran çok daha ulaşılabilir durumda. Dönüşen sosyoloji ile beraber, değer yargıları değişiyor. Değişmez dediği doğruları yıkılıyor, kendine yeni doğrular belirliyor. O kadar çok bilgiye maruz kalıyor ki, doğru ile yanlış birbirinin içine geçiyor. Ve hepisinden de önemlisi, dijital ortamdaki yığınların içerisinde o yığınlardaki tiplerden birisi olarak alıgılanmak değil, kendini özel hissetmek, bilinmek, tanınmak istiyor. Çağımız insanı sadece karnım doysun, yaşıyorum işte ile yetinmiyor ve yetinmeyecek çünkü cin lambadan çıktı bir kere. 

Klasik bir sözdür. Değişmeyen tek şey değişimdir. İçinden geçmekte olduğumuz bu süreç, değişmeyen tek şey olan değişimin ötesinde, insanı ve sosyolojiyi yeni baştan ve sürekli olarak yine yeniden tanımlamamızı ve tanımamızı olmazsa olmaz kılıyor. Sözün özü, içinde “insan” yoksa, bütün kavramlar ve tanımlar aslında anlamsızlaşıyor.