DEĞERLER EĞİTİMİ

Mehmet Arif DEMİR
Tüm Yazıları
Ailelerin aile, mahallelerin mahalle olduğu yıllarda "değerler eğitimi" hayatın içinde öğrenegeldiğimiz bir süreçti.

Ailelerin aile, mahallelerin mahalle olduğu yıllarda “değerler eğitimi” hayatın içinde öğrenegeldiğimiz bir süreçti. Büyüklerden göre göre, hata yapa- düzelte edindiğimiz bu toplumsal kod sistemi, hiç farkında olmadan benliğimizi sarar ve içimize sinerdi. Böylece içinde bulunduğumuz toplumla uyum içinde ve insan ilişkilerinde karşılıklı saygı/anlayış parantezinde mutlu mesut yaşardık. Sonra bir gün geldi; piyasa şartları ve kapitalizmin vahşi anlayışı, toplumda hızlıca taban bulmaya başladı. İşte ne olduysa ondan sonra oldu.

Sporun ve futbolun içerisindeki rekabet unsuru, sahip olduğu asil duygulardan arındırılıp salt yengi-yenilgi kavramları ile ifade edilmeye başlandı. Mahalle aralarındaki boş arsalarda top peşinde koşarken edinilen saygı-sevgi anlayışı ve sportmence mücadele geleneği, endüstriyel futbolun azı dişleri arasında un-ufak oldu. Öğrendiğimiz “değerler eğitimi”nin bir karşılığı kalmadığı gibi Cervantes’in Don Quijote (Don Kişot)’u gibi bir süre sonra yel değirmenleriyle savaşan zavallılara benzetilir olduk.

Öykündüğümüz Batı ve onun değerler sistemi (!) hiç olmazsa Calvinist bir “protestan ahlakı” ile kendisini reforme ederken bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, geleneklerimizde yer alan birçok pozitif anlayış ve görgü kuralı geçen zaman içinde deforme olmaktan kurtulamadı.

Rize’de oynanan ve 3-3 berabere biten maçtan sonra yaşananlar, içinde olduğumuz dönemin ne kadar “değersiz” olduğunu gözler önüne serdi. Medya mensuplarıyla yaşanan itiş-kakış, darp raporu, kadro dışı bırakma, PFDK’nın “hamili kart yakinimdir” anlayışı ile şakacıktan verdiği cezalar, elde çiçek özür tiyatrosu ve bunun ifade şekli- derken konuda adı geçen şahısların içini boşalttığı birçok kavram ziyan oldu gitti bu hengâmede.

Kolej takımı, proje takımı benzetmelerinin aslında gerçekten ne ifade ettiğini üzücü bir şekilde müşahede ettik hep birlikte. Şampiyonlar Ligi rüyasının peşinde, ait olduğu çevreye yabancılaşmanın ve sahip olduğu değerleri başka yenileriyle değişmenin kaçınılmaz iğretiliği, umarız ders olur hepimize.

New York’ta içlerinde bir Kızılderili’nin de olduğu bir grup arkadaş öğle yemeği için plazalar arasında yürürken Apachê kökenli olanı bir cırcır böceği sesi duyduğunu söyler dostlarına, diğerleri o gürültü içerisinde bunun imkânsız olduğunda ısrar ederler. Neyse ısrarlı bir arama sonunda gerçekten de küçücük bir yeşillik içinde cırcır böceğine kavuşurlar. İltifatın, tezahüratın bini bir para, -ne kadar keskin kulakların var, Tanrı vergisi ne muazzam bir kulağın var derken, Apachê olan der ki dostlarına – hayır öyle demeyin bu sadece duymak istediğiniz sesle ilgili. Ve cebinden çıkardığı madeni bir doları Wall Street’te şöyle bir yuvarlayınca olanca gürültüye rağmen paranın sesi duyulur ve çevredeki herkes gayr-ı ihtiyari elini cebine, cüzdanına atar, acaba benden mi düştü? diye.

Neye talip olursan ona kavuşursun elbette. Arpa eken arpa biçer, buğday eken buğday. Kulağında cırcır böceğinin sesi varsa onun peşinden gidersin, paranın sesi varsa paranın peşinden.

İyi bir hafta sonu diliyorum…