'BEN GELDİM EY AHALİ'

Dr. İlhami FINDIKÇI
Kibir, psikolojik bir hastalığın belirtisidir. Kendimizi ileri, ayrıcalıklı ve üstün görmeye neden olur.

Kibir, psikolojik bir hastalığın belirtisidir. Kendimizi ileri, ayrıcalıklı ve üstün görmeye neden olur. Sıradan olma korkusuyla kendimizi öne çıkarmak için olayları ve insanları kontrol etmeye odaklanan bir davranış halidir bu. İnsanların gerçekle yetinmeyip gerçek üstü gerçekliğe zorlandığı sanal çağda kibir davranışı, salgın misali yayılıyor ve çoğalıyor.

TDK Sözlüğünde; “Kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme, benlik, gurur” (TDK, 2022) şeklinde tanımlanan kibir, bireyin bütün davranışlarında büyüklük derdiyle hareket etmesidir. Trafikte, kuyrukta, toplu ulaşım araçlarında hatta ibadethanede bile ayrıcalık arayışı söz konusudur.  İster kişinin kendini büyük, başkalarını küçük görmesine neden olan kibir, ister başkasını küçük görmeden kendini ve yaptıklarını beğenerek böbürlenmesine neden olan ucb, bir illet gibi her yerde ve her yolla davranışa dönüşür.  

Geçmişte Cuma namazlarını kıldığımız semt camiinde orta yaşlarda bir beyefendi geldi aklıma. Her defasında camiye geç gelir, safları yararak ilerler, ilerler ve en ön safta yer var veya yok önemsemeden insanları sıkıştırarak otururdu. Bunu hep yapardı. Bu durum herkesin dikkatini çekerdi. Bu davranış karşısında insanların bir kısmı sinirlendirdi, bazıları gülümserdi ve bazıları da üzüntü ile bakardı.

İlçe belediyesinde yönetici olan aynı zamanda bir sivil toplum kuruluşunda görevli olan beyefendi, ön safta oturmayı kendisine hak görüyordu. Her defasında insanları rahatsız ediyor, bulduğu yere oturmadan etrafına dönüp bakıyor ve adeta beden diliyle “Ben geldim ey ahali, buradayım, olmam gereken yerde, en ön safta” diyordu. Camii imamının, defalarca bu konuda uyarılar yapması da etkili olmuyordu. Öyle sanıyorum ki geç gelerek üstün ve farklı olduğunu kalabalığa göstermekten haz alıyordu.

Şimdi 45 yıl öncesindeki başka bir manzaraya bakalım. Evimizin misafir odasında hemen her akşam köyün sakinleri toplanırdı. Sohbet edilir, hikâyeler anlatılır, türküler söylenirdi. Odanın bir oturma düzeni vardı ve herkes nereye oturacağını bilirdi. Yaşlılar, beyler, efendiler, ağalar, gençler, çocuklar. Yazılı bir kural yoktu ama herkes haddini bilirdi.

GERÇEK ÜSTÜ GERÇEKLİK

Bütün rütbelerimizden sıyrılmamız, her şeyi geride bırakıp aynı merkeze yönelmemiz, bütün ayrıcalıklarımızı sıfırlayarak sıradan bir insan olmakla yetinmeye çalıştığımız ibadet ortamında bile kibir yakamızı bırakmıyor. Ve bizi orada bulunma nedeninden uzaklaştıracak kadar etkili olabiliyor. Şu halde kibir, insanı kendi amacından ve gerçeğinden uzaklaştırabilecek güçte bir uyum ve davranış problemidir. Bu, sanıldığının aksine gelişmiş bir özgüven değil kişinin kendisinde olmayan özellikleri varmış gibi göstermesinin, kendisini olduğundan çok yukarıda beğenmesinin, diğerlerini aşağıda görmenin ve kendisini yüceltme gayretinin sonucudur.

Çünkü sıradan olmak en büyük endişe kaynağıdır onlar için. Ve bu sıradan olmayı aşmak için konu ne olursa olsun olayın öncesinde, olay sırasında ve sonrasında ciddi bir çaba gösterirler. Farklılıklarını ortaya koymak, üstünlüklerini anlatmak, çevrelerindeki iktidarlıklarını sürdürmek için var güçleriyle çalışır adeta savaşırlar. Bu yoğun uğraşın asıl hedefinin işinde iyi olmaktan çok iyi görünmek olduğuna dikkat çekmek isteriz.

Bu davranışın çığ gibi yayılmasında modern dünyanın özellikle sanal etkisinin olduğu açıktır. Zira insanın somut olarak algıladığı gerçeklik alanı giderek daralıyor. Düşünün ki bilimin ilerlemesiyle normalde çıplak gözle göremediklerimizi görebiliyor, duyamadıklarımızı duyabiliyoruz. Bedenimizin ve zihnimizin yapmakta zorlandığı işleri geliştirdiğimiz aletlerle yapabiliyoruz.

Böylece her geçen gün somut gerçeklik alanımız soyut gerçeklik yani gerçek üstü gerçeklik tarafından daraltılıyor. Sanal gerçeklik için harcadığımız zaman ve enerji, kendi somut gerçeğimiz için harcadığımızı gölgede bırakıyor. Gerçek üstü dünya algısı, günlük yaşam gibi normal kişilik gelişimini de birçok yönden etkiliyor.

TEVAZU MÜMKÜNDÜR

Araştırma sonuçları göstermektedir ki; günümüz sanal dönem insanları ya giderek içe dönük, pasif ve depresif yahut dışa dönük, agresif bir eğilim gösteriyor. İlginç olan her iki eğilime de kendisini gerçekten farklı gösterme davranışının eşlik etmesidir. Çünkü kendini sergileme, olduğundan iyi gösterme ve şöhret isteği diğer temel eğilimler gibi dürtü düzeyinde bir potansiyel yatkınlıktır ve hepimizde az ya da çok vardır. Bu potansiyel beslendikçe gelişir ve büyür.  

Kendisini olduğu gibi görmek, algılamak ve değerlendirmekten uzaklaşan sanal dünyanın insanı, kendini gösterme ve dikkat çekme yarışına giriyor. Kendini övme ve kibir, normal bir davranış olarak yerleşiyor. Sanal dünyanın sürekli olarak beslediği bu eğilim, kimi zaman kendisini engelleyenlere zarar verecek düzeye erişebiliyor.

Sanal ortamın bütün çabalarına rağmen sıradan, vasat ve olduğu gibi görünmeyi başarmak, tevazu sahibi olmak mümkündür. Bunun en etkili yolu ise benliğin kendisini gösterme enerjisini, kendine yönelerek sağladığı tatmin alanından topluma ve diğerlerine yönlendirmektir. Bu; ailenin, eğitim sürecinin, iş ortamlarının ve bireylerin özel çabasını gerektirir.

Bizi narsist kişiliğe doğru sürükleyen kibir davranışından kurtulmak için etik odaklı bir yaşamın, sevgi dolu bir dayanışmanın, dünyanın geçici bir durak olduğu anlayışının ve bütün varlığı var eden yaratıcı inancının yerleşmesi önemlidir. Zira “Allah büyüklük taslayanları sevmez." (Nahl, 23). Yüce yaratıcının sevdiği bir insan mı yoksa insanların yücelttiği bir insan mı olma arasındaki tercihimiz önemlidir.

Böylece birey, sıradan olma korkusunu yener. Olduğundan farklı görünme sevdasından, sadece kendisini önemsemekten, sadece kendisine yatırım yapmaktan, sanal dünyanın dijital beğenilerinin peşinde koşmaktan, çevresindeki herkesi şahsi amacına ulaşmak için bir araç olarak görmekten ve herkesi kontrol etmekten vazgeçer.