Sultan IV. Mehmed Han (Mehmed-i Rabi'), Sultan I. İbrahim'in ilk oğlu olarak 2 Ocak 1642 tarihinde Hatice Turhan Sultan'dan dünyaya gelmiştir.

Sultan IV. Mehmed’in Çocukluğu ve Tahta Geçişi

Henüz 6 buçuk yaşında iken babası Sultan I. İbrahim’in devlet yönetim şeklinin beğenilmemesi nedeniyle tahttan indirilmesi üzerine, henüz bir eğitimi olmadan büyük validesi Kösem Sultan’ın gölgesi altında tahta çıkartılmıştır. Esasında yönetimi Kösem Sultan ele almış, henüz çocuk yaştaki şehzade Mehmed ise adeta bir sembolik hanedan mensubu olarak tahta geçirilmiştir.

Sultan IV. Mehmed, 623 yıllık Osmanlı Devleti tarihinde en küçük yaşta tahta geçen Osmanlı padişahıdır. Kendisi aynı zamanda Kanuni Sultan Süleyman’ın 46 yıllık saltanatının ardından 39 yıl tahtta kalarak en uzun süre tahtta kalan 2’nci Osmanlı padişahı olmuştur.

Saltanatının İlk Yılları

Çocuk yaşta henüz reşit olmadan tahta çıkan IV. Mehmed’in saltanatının ilk yılları, Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’un bir müddettir devam etmekte olan karışıklık ve düzensizliklerle uğraştığı dönemdi. Bu süreç nüfuz kavgası, otoritesizlik ve sürekli iktidar değişiklikleri nedeniyle bir müddet daha devam edecekti.

Bu kapsamda sırasıyla sadarete göreve getirilen Melek Ahmed Paşa, Siyavuş Paşa, Gürcü Mehmed Paşa gibi Veziriazamlar isyan belirtisi ve keskin muhalefet karşısında görevden azledildiler. Yeni göreve gelen Tarhuncu Ahmed Paşa ise aldığı mali tedbirlerle düzeni sağlamaya çalışsa da menfaati bozulanların 1652’de çıkardığı kargaşa sonucu katledilmiş bir Vezir-i Azam idi.

Özellikle bu dönemde sık sık sadrazam değişiklikleri vuku bulurken padişahın annesi Turhan Sultan ile büyük validesi Kösem Sultan arasındaki nüfuz mücadelesi de hat safhaya ulaşmıştı. Bu mücadele, iki validenin yanında yer alan devlet adamları ve askeriye mensuplarının da mücadelesine dönüşmüş ve iki taraf adeta birbirinin önünü kesmek için mücadele içerisine girmişti.

1651 yılına gelindiğinde Kösem Sultan’ın, bir saray darbesi ile Sultan IV. Mehmed’in bir yaş küçük kardeşi Şehzade Süleyman’ı tahta geçirme girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış ve yıllardır Osmanlı Devleti’nin idari mekanizmasına en etkili şekilde dahil olan Kösem Sultan öldürülmüştür.

Olaylar sadece Osmanlı Devleti’nin yönetim merkezi Topkapı Sarayı ile merkez bürokrasisi ve askeriye gibi kurumlar arasında değil, İstanbul’un her yerinde ve taşrada da hat safhaya çıkmıştı. İstanbul’daki asayişsizlik Anadolu’ya ve diğer yerlere sıçramış ve devlet otoritesi derinden sarsılmıştı. Bunlardan bir tanesi Abaza Ahmed Paşa’nın Anadolu’daki büyük isyanı idi.

Yine bu dönemdeki en büyük olaylardan bir tanesi de 8 Mart 1656’da vuku bulan Vaka-yı Vakvakiye/Çınar Olayı idi. Osmanlı merkez ordusundaki askerlere ayarı düşük maaş verilmesiyle başlayan ve suçluların cezalandırılmasının istenmesi ile devam eden olaylar, bu işten sorumlu tutulan 30 devlet adamının Sultanahmet meydanında idam edilmesiyle sonuçlanmıştı.

Bu asayişten uzak ve düzensiz ortam Valide Turhan Sultan’ın önerisiyle padişah tarafından Köprülü Mehmed Paşa’nın Eylül 1656’da sadarete getirilmesiyle kontrol altına alınmaya başlamıştır.

Nitekim Köprülü Mehmed Paşa, seleflerinin akıbetinden haberdar olduğu için kendi işlerine karışılmaması şartıyla bu görevi kabul etmiştir. Bu kapsamda padişahtan aldığı geniş yetkiyle; idari mekanizmadan başlayarak İstanbul ve taşrada hat safhaya ulaşan asayişsizliği, aldığı tedbirler ve sıkı kontrol sayesinde ortadan kaldırmayı başarmıştır.

(Sultan IV. Mehmed Han : 1648-1687)

Sultan IV. Mehmed Döneminde Fetihler ve Köprülülerin Etkisi

Sultan IV. Mehmed tahta çıktığında, babası Sultan İbrahim’in emriyle 1644 senesinde başlatılan Girit adasında henüz fethedilemeyen Kandiye kuşatması devam etmekteydi.

Vuku bulan taht değişiklikleri ve istikrarsızlık ortamında Kandiye Kalesi’nin düşmesini engellemek için fırsat bulan Venedik Donanması bir müddettir Çanakkale Boğazı’nı abluka altın almıştı. Osmanlı payitahtının isyan ve sürekli idareci değişiminin olduğu bir dönemde Venedik Donanması, Limni ve Bozcaada’yı da işgal ederek Çanakkale Boğazı’nın geçişini adeta kapatmıştı.

Bunun üzerine Sultan IV. Mehmed’in emriyle Kaptan-ı Derya Kara Murad Paşa idaresindeki Osmanlı Donanması, Venedik Donanmasını mağlup etmiş ve Çanakkale Boğazı’nın güvenliğini tesis etmişti. Zira uzun süredir devam eden Venedik ablukası nedeniyle, İstanbul’a Boğazlar yoluyla gelen erzakın ulaşımında da sıkıntılar yaşanmıştı. Yine bu sebeple Girit’te kuşatmayı sürdüren ve fethedilen garnizonlar da görev yapan askeri birliklere ikmal faaliyeti de aksamıştı.

Çanakkale Boğazı’nın kontrol altına alınmasından sonra Köprülü Mehmed Paşa’nın kararlı tutumuyla Limni ve Bozcaada geri alındı ve müteakip süreçte Kandiye kuşatması sıklaştırıldı.

Köprülü Mehmed Paşa’nın 1648-1656 yılları arasındaki iktidarsızlık ve bunalımı ortadan kaldırması, onun vefatından sonra oğlu Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’nın Vezir-i Azam olmasına yol açtı. Nitekim babasına göre daha genç, dinamik ve etkili bir şahsiyet olan Köprülü Ahmed Paşa, evvela Avusturya seferine çıktı.

Erdel meselesini halleden Ahmed Paşa, 1663’te bugünkü Slovakya topraklarındaki Uyvar’ı fethetti. Uyvar’ın fethedilmesi, Osmanlı Devleti’nin Orta Avrupa’da en ileriye ulaştığı nokta olmuştu. Fetih sonrası, Osmanlı Devleti’nin toprak kazanımları ve savaş tazminatı alması gibi lehine olan Vasvar Antlaşması’nı Avusturya kabul etmek zorunda kaldı. Vasvar Antlaşması bu yönüyle Osmanlı Devleti’nin Avusturya karşısında hala üstün bir devlet olduğunu ortaya koymakta idi.

Müteakiben yıllardır kuşatma altında olan fakat birçok iç ve dış etkenden dolayı ihmal edilen Girit Seferi tam anlamıyla yeniden başladı. Serdar-ı Ekrem ve Vezir-i Azam Köprülü Fazıl Ahmed Paşa, iki seneyi aşkın Girit’te kalarak kuşatmayı bizzat yönetti. İslam ve Hristiyan aleminin sembol bir mücadelesi ve adeta izzet-i nefis meselesi halinde dönüşen Girit Adası, 1669’da Kandiye’nin fethedilmesiyle Osmanlı zaferiyle sonuçlandı.

Osmanlı Devleti, 25 yıl sonunda Girit’in tamamını binlerce şehit vererek ve sayısız mali vd. kaynaklarını harcayarak fethetmiş oluyordu. Uyvar ve Girit’in fethedilmesi, devletin adeta Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki fetih, güç ve başarı dönemini andırıyordu. Sultan IV. Mehmed ise gelişmelerden son derece memnun olarak çoğunlukla kendisi için en önemli faaliyet haline gelen ava çıkıyor ve bu sebeple de Edirne Sarayı’nda ikamet ediyordu.

Köprülü Fazıl Ahmed Paşa komutasında Avusturya ve Venedik’e diz çöktüren Osmanlı Ordusu ise, 1672 senesinde kuzeye yöneldi ve Lehistan (Polonya) Seferi’ne çıktı. Köprülü Fazıl Ahmed Paşa, Podolya (Ukrayna) bölgesine girdikten sonra Kamaniçe ve Lviv Kalelerini fethetti ve Lehistan antlaşma istemeye mecbur kaldı.

1672 Bucaş Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin Batı hattında en geniş sınırlara ulaştığı anlaşmayı simgeleyen önemli bir senet olarak Fazıl Ahmet Paşa’nın fetihlerinin Lehistan tarafından tanınmasını ortaya koyuyordu.

Bununla birlikte Osmanlı Ordusu’nun Ruslarla da savaşmaya başlaması ve Bucaş Antlaşması’ndaki 22.000 altın ödemeyi kabul etmeyen Lehistan tekrar saldırıya geçti. Sultan IV. Mehmed 1673’te bizzat ordusunun başında bu sefere katıldı. Böylece Sultan IV. Murad’ın 1638’deki Bağdat Seferi’nden 35 sene sonra tekrar bir Osmanlı padişahı sefere çıkmış oluyordu.

Osmanlı Ordusu’nun Lehistan birliklerini yeniden mağlup etmesi üzerine 22.000 altın ödeme şartı kaldırılmak şartıyla Bucaş Antlaşması’nın maddeleri 1676’da imzalanan Zorawno/İzvança Antlaşması ile tescil edilmiş oldu.

Sefer esnasında, Osmanlı Devleti’nin eski güç ve ihtişamını ortaya koymasında büyük bir dirayet gösteren ve 15 yıldır Veziriazam olduğu halde seferden sefere ve cepheden cepheye koşarak hem askeri hem diplomatik zaferlere imza atan Köprülü Fazıl Ahmed Paşa hastalığının ilerlemesi sebebiyle vefat etti.

Sultan IV. Mehmed, Veziriazamlık mührünü bu sefer Köprülü ailesinin bir diğer mensubu olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya verdi.

Bu süreçte Akdeniz’de Osmanlı Devleti’ne ait bir gemiyi alı koyan ve Trablusgarp Ocakları ile çatışma halinde olması nedeniyle Sakız Adası’nı bombalayan Fransa’ya ağır ekonomik yaptırımlar öne sürüldü ve tazminat ödetilmeye mecbur bırakıldı.

Kara Mustafa Paşa görevi devir aldığında kuzey cephesinde Lehistan savaş bitmesine rağmen Osmanlı Devleti’nin Ukrayna’yı da içine alacak şekilde topraklarını genişletmesi Rusları rahatsız etmişti. Sultan IV. Mehmed, ordunun başında Rusya seferine de katıldı. 1678 seferi ile Çehrin Kalesi Ruslardan geri alındı. Bununla birlikte kış şartları gereği ordu daha ileri gidemeyince Edirne’ye geri dönüldü. Müteakiben Rusya’nın barış istemesi üzerine sulh akd edildi.

Osmanlı Devleti, kuzey seferlerinden de istediğini almış olarak dönünce Avusturya, 1664 Vasvar Antlaşması’nı bozma eğilimleri gösteriyor ve Macar sınırında saldırılar düzenliyordu. Bununla birlikte büyük bir zafer kazanma hırsına sahip olan Vezir-i Azam Kara Mustafa Paşa, bu olayları fırsata çevirerek büyük bir sefer için Sultan IV. Mehmed’den izin istedi. Padişah, Yanıkkale ve Komorom kaleleri üzerine izin verdiyse de Temmuz 1683’de Osmanlı Ordusu, 1529 yılından tam 154 sene sonra tekrar Viyana önlerinde ulaştı ve 2’nci Viyana Kuşatması başladı.

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya göre Avusturyalıların yıllardır bitmek tükenmek bilmeyen saldırıları, başkentleri olan Viyana’nın alınması ile kati şekilde çözülecek ve tüm Avrupa Osmanlı hakimiyetine tamamıyla biat edecekti. Bu yüzden en zor ve sembol hedef olan Viyana’yı seçti.

Fakat kuşatma sırasında yaptığı askeri, stratejik ve kuşatma hataları nedeniyle şehrin düşmesi uzadı. Bazı müellifler, Kara Mustafa Paşa’nın şehrin çok tahrip olmadan düşmesini hedeflediği için umumi taarruz noktasında ağır davrandığını ifade etmektedirler. Bu süreçte Avrupa’da kısa sürede Viyana’ya yardım etme ihtiyacı ortaya çıktı.

Bucaş ve Zorawno Antlaşmalarındaki toprak kayıplarından rahatsız olan Lehistan Devleti, Avusturya ve Almanya’ya hâkim Habsburg hanedanı ile 1 sene önce yaptığı ortaklık antlaşması gereği yardım için büyük bir ordu ile harekete geçti. Osmanlı Ordusu’nun artçı birliği konumunda olan Kırım birlikleri, Kırım Hanı Murad Giray’ın asırlara mal olacak ihaneti ile Leh Ordusu’nun Osmanlı Ordusu’nun arkasına sarkmasına seyirci kaldı.

Murad Giray’ın bu ihanetinin sebebi, Kara Mustafa Paşa’nın kendisini hakir görmesi nedeniyle ona bir ders vermek istemesinden ileri gelmekteydi.

Viyana kuşatması ile meşgul olan ve taarruz siperlerinde konuşlanan Osmanlı birlikleri, cephe gerisinden taarruza geçen 100.000’i aşkın Leh Ordusu’na karşı mukavemet edemedi. Viyana’ya yardıma gelen diğer Haçlı birliklerinin de karşı saldırıya geçmesi üzerine iki ateş arasında kalan ve safları dağılan Osmanlı Ordusu, yüzyıllar sonra Avrupa’daki bir savaşta ilk defa ağır bir mağlubiyet yaşıyordu.

Kahlenberg Muharebesi olarak 12 Eylül 1683’te vuku bulan bu savaşta, Kara Mustafa Paşa, yardıma gelen Leh birliklerini, ordusunun zayıf unsurlarıyla karşılamaya kalkmış ve asıl vurucu unsurlara kuşatmaya devam etme emri vermişti. Bununla birlikte Leh birlikleri ve diğer Haçlı birliklerine, taktik hatalarla önlem alınamaması Osmanlı Ordusunun merkezine kadar savaşın yayılmasına ve nihayetinde Kara Mustafa Paşa’nın tüm ordu ağırlıklarını bırakarak geri çekilmesine sebep olmuştur.

Savaş sonrası Merzifonlu Kara Mustafa Paşa suçlu sayılarak padişahın emriyle idam edildi. Padişah kendisinin önceki hizmetlerini düşünerek idamdan vazgeçmişse de idam emrini geri almak için geç kalmıştır.

Bu savaş, Osmanlı tarihinin bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Zira Viyana bozgunu sonrası Papa’nın öncülüğünde Avrupa’da kurulan Kutsal-İttifak birliği ile Osmanlı Devleti tam 16 yıl savaşmak zorunda kalmıştır. Avusturya, Rusya, Venedik, Lehistan (Polonya), Papalık ve Malta’dan oluşan bu yapı ile kara ve denizdeki savaşlar, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da tarihinde görmediği toprak kayıplarını yaşamasına sebep olacaktır.

Sultan IV. Mehmed Dönemi Diğer Olayları

Sultan IV. Mehmed döneminde, yapımına 1593’te başlanan Eminönü’ndeki Yeni Cami, valide Turhan Sultan’ın gayretleriyle 1663 yılında tamamlanmış ve görkemli bir törenle açılmıştır. Yine İstanbul’daki Mısır Çarşısı da bu süreçte yapılmıştır.

Sultan IV. Mehmed dönemini anlatan en önemli kaynaklardan bir tanesi olan Abdi Tarihi, padişahın sır kâtibi tarafından padişahın emriyle kale alınmış bir eserdir.

Padişah, 1675 senesinde Edirne’de şehzadeleri için bir sünnet düğünü tertip etmiş ve bu sebeple çeşitli ve görkemli şenlikler icra edilmiştir.

IV. Mehmed, Vefâî mahlası ile şiirler de yazmıştır.

Sultan IV. Mehmed’in Tahttan İndirilmesi ve Sonraki Yaşamı

Kutsal-İttifak savaşlarının başlaması ve Osmanlı Ordusu’nun üst üste bozgunlar yaşaması nedeniyle devlet sıkıntılı bir süreç içerisine girmiştir. Özellikle Budin’in (Budapeşte) düşmesi ve vuku bulan yenilgiler, kaybedilen topraklar karşısında önlem alınamaması padişaha karşı askerleri ve kamuoyunu olumsuz etkilemiştir. Sultan IV. Mehmed’in bu durumda dahi av partilerine çıkması ve gerekli ilgiyi göstermemesi devlet adamlarının sabrını taşırmıştır. Kasım 1687‘de padişah Edirne’de iken İstanbul’da başlayan hareket neticesinde avcı lakabıyla anılan IV. Mehmed Han 46 yaşında iken tahttan indirilmiştir.

Sultan IV. Mehmed tahttan indirildikten sonra yerine kardeşi Sultan II. Süleyman tahta geçmiştir. Padişah tahtı bırakmasının ardından 6 yıl daha sarayda kendisine tahsis edilen dairede yaşamını sürdürmüş ve 6 Aralık 1693’te Edirne’de vefat etmiştir. Cenazesi İstanbul’a gönderilmiş ve Eminönü’ndeki Yeni Cami’nin yanında yer alan türbesine, annesi Turhan Sultan’ın yanına defnedilmiştir.

Çocuklarından Şehzade Mustafa (Sultan II. Mustafa :1695-1703) ve Şehzade Ahmed (Sultan III. Ahmed :1703-1730) sırasıyla Osmanlı tahtına geçmişlerdir.

Sonuç olarak Sultan IV. Mehmed Han’ın padişahlığı, henüz çocuk yaşta tahta geçmesi nedeniyle sıkıntılı bir dönemde vuku bulmuş ve bu sancılı süreç bir müddet daha devam etmiştir. Bununla birlikte çoğu tarihçinin ittifak ettiği üzere 1656’da Köprülü Mehmed Paşa’nın sadarete gelmesiyle başlayan süreç, oğlu Fazıl Ahmed Paşa’nın 1661-1676 yılları arasındaki muazzam idaresi ve sonrası 1683 Viyana bozgununa kadar Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın idaresi ile parlak ve sorunların minimize edildiği bir dönem olmuştur. Bu süreçte Avusturya, Venedik, Lehistan ve Rusya’ya karşı kazanılan askeri ve diplomatik başarıların yanı sıra Fransa’ya da diplomatik anlamda boyun eğdirilmiştir.

Batı’daki fetihlerle devletin eski ihtişam ve gücünü sergilediği bir dönem olarak son kez her alanda zirvede olduğunu gösteren Osmanlı Devleti, talihsiz ve bir anda gelişen Viyana bozgunu ile adeta bir facia yaşamış ve önlenmesi zor bir süreç içerisine girmiştir.