III. Mustafa (Mustafa-yı Sâlis), 28 Ocak 1717 günü Edirne'de doğmuştur. Babası Sultan III. Ahmed, annesi Mihrişah Emine Sultan'dır. III. Mustafa Han, Edirne'de doğup tahta geçen son Osmanlı padişahıdır.

Sultan III. Mustafa’nın Şehzadelik Dönemi

III. Mustafa (Mustafa-yı Sâlis), 28 Ocak 1717 günü Edirne’de doğmuştur. Babası Sultan III. Ahmed, annesi Mihrişah Emine Sultan’dır. III. Mustafa Han, Edirne’de doğup tahta geçen son Osmanlı padişahıdır.

Şehzade Mustafa, babasının tahtta olduğu 1730 senesine kadar, Topkapı Sarayı’nda bulunmuş ve ilk eğitimini burada almıştır. 13 yaşında iken babasının Patrona Halil İsyanı sonucu tahttan indirilmesiyle daha geri planda ve kendisini baskı altında hissettiği bir hayat yaşamıştır. Amcazadeleri Sultan I. Mahmud ve Sultan III. Osman’ın saltanatları müddetince, kendisine tashihli dairede, 27 yıl şehzadelik hayatı geçirmiştir. Buna rağmen Mustafa Han’ın iyi bir kişisel eğitim aldığı ve bilgi seviyesinin yüksek olduğu ifade edilmektedir.

1756 yılında, kendisinden bir ay büyük olan ağabeyi Şehzade Mehmed’in vefatı ile kendisine hükümdarlık yolu açılmıştır. Zira kendisinden önceki iki padişahın da çocuğu olmamıştır.

Saltanatının Başlangıcı ve Bu Dönemdeki Siyasi, İdari Gelişmeler ve Yenilikler

Sultan III. Mustafa Han, padişah III. Osman’ın vefat etmesiyle 30 Ekim 1757 Pazartesi günü, Osmanlı tahtına cülus eylemiştir. Padişah tarafından ilk olarak 4 Kasım’da, Eyüp Sultan’da Kılıç kuşanma merasimi yapılmış ve akabinde ataları olan padişahların türbeleri ziyaret edilmiştir. Akabinde askere cülûs bahşişi dağıtılmıştır.

40 yaşında olan Sultan III. Mustafa’nın, tahta çıktığı dönemde Osmanlı Devleti; mali, askeri ve diplomatik açıdan düzenli bir dönem geçirmekteydi. Bu kapsamda yeni padişah, Sultan III. Osman’ın son atadığı sadrazam olan Koca Ragıp Paşa’yı görevinde bırakmıştır.

III. Mustafa Han, tahta çıktıktan sonraki ilk yıllarında toprak sistemiyle ilgili düzenlemeler yapması, tasarruf düzeni kurması, harcamaları kısıtlaması, ticarette yerli mala önem vermesi ve vergi alınmasıyla ilgili düzenlemeler yapmasıyla; devlet bütçesini iyi bir vaziyette tutmuş ve halkın sevgisini kazanmıştır.

Sultan III. Mustafa, ataları gibi gaza ideolojisi güden bir padişah olup saltanatının ilk yıllarında Avrupa’da “Yedi Yıl Savaşları” başlamış durumda idi. Padişah, Rusya’nın Lehistan’daki nüfuzuna engel olmak için bu savaşı fırsat bilerek Lehistan’daki taht kavgalarına müdahil olmak ve Yedi Yıl Savaşlarında Prusya’ya destek vermek istemekteydi. Koca Ragıp Paşa’nın tecrübesi ve yönlendirmesiyle, padişahın bu tasavvuru engellenmiş ve uzun savaşlardan çıkmış Osmanlı Devleti’nin yeniden bir savaşa girmesinin önüne bu dönemde geçilmiştir.

Sultan III. Mustafa’nın gaza hevesinin olmasının yanı sıra; emriyle yapılan bir takım askeri ıslahatlar ve devlet maliyesinin iyi durumda bulunması, onun Osmanlı Devleti’nin herhangi bir savaşı kaldırabileceğini düşüncesinde olmasına sebebiyet vermiştir.

Koca Ragıp Paşa’nın sadrazamlığını sürdürdüğü 1763 yılına kadar siyasi, idari ve ekonomik düzen sürdürülmüş; fakat paşanın vefatından sonra bazı bozulmalar başlamıştır. Özellikle taşrada, “mütegallibe” denilen bazı yerel nüfuzlu kişilerin ortaya çıkması, devlet otoritesini zaafa uğratmıştır. Bu dönemde bir takım askeri ıslahatlar ve yenilikler hayata geçirilse de genel çerçevede Avrupa’daki yeni gelişmelerin takip edilmesi bakımından geç kalındığı görülmektedir.

Sultan III. Mustafa döneminde Boğaz kaleleri tahkim edilmiş, yeni gemilerin yapımı ile mevcut gemilerin onarımı, Topçu ocağının ıslahı ve Tophanenin geliştirilmesi gerçekleştirilmiştir. Bu dönemdeki en önemli gelişmelerden biri de bugünkü Topçu Okulu’nun ilk nüvesi olarak 1772’de Topçu Mektebi’nin açılmasıdır. Yine Sürat Topçuları Ocağı kurulmuştur. Bu işler için Macar asıllı Baron De Tott Osmanlı Devleti’ne danışmanlık yapmıştır.

Sultan III. Mustafa’nın emriyle 1773 yılında kuruluş çalışmalarına başlanan Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun’un (Deniz Harp Okulu) açılışı kendinden sonraki padişah Sultan I. Abdülhamid devrinde açılacaktır.

(Sultan III. Mustafa’yı, Bayram tahtında otururken gösteren ve Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde yer alan bir minyatür - DİA, c.31, s.280)

Sultan III. Mustafa’nın Mimari Faaliyetleri

Sultan III. Mustafa dönemi, imar faaliyetlerinin yoğun olarak yapıldığı ve yeni mimari yapıların inşa edildiği bir devirdir. Sultan III. Osman dönemindeki gibi bu dönemde de İstanbul’da büyük depremler meydana gelmiş; Eyüp Sultan ve Fatih Cami gibi önemli yapılar yıkılmış birçok tarihi yapı da ağır hasar almıştır.

Yaşanan bu doğal afetler, doğal olarak mimari faaliyetlerin bu dönemde çok olmasına sebebiyet vermiştir. Nitekim Sultan III. Mustafa’nın emriyle yıkılan/hasar alan camiler ve yapılar, yeniden inşa edilmiş veya onarılmıştır.

Padişahın saygınlık eseri, İstanbul/Fatih’te yaptırdığı Lâleli Külliyesi’dir. 1764’de inşası tamamlanan külliye cami, imaret, çarşı, dükkânlar, çeşmeler, sebil, türbe, medrese, han ve mumhâneden oluşmaktadır. Ayrıca 1761’de Üsküdar’da Ayazma Cami ile aynı yıl Kadıköy İskelesi karşısında III. Mustafa Camisini yaptırmıştır. 1763’te Paşabahçe’de bir cami ve 1769 yılında Divan yolunda Zeynep Sultan Camisini yaptırmıştır. Şehrin iaşesi için su kemeri ve bentler yaptıran padişah, ayrıca gıdaların saklanması için büyük kilerler inşa ettirmiştir.

Diplomatik İlişkiler

Sultan III. Mustafa Han devrinde yaşanan diplomatik ilişkilere bakıldığında, kendinden önceki padişahlar döneminde tesis edilen barış düzeni uzun bir müddet korunmuştur. Bu dönemde Fransa ile var olan ikili ilişkiler yakınlığını korumuş; Fransa’nın Yedi Yıl Savaşlarında kendi tarafında yer alma davetine ise itibar edilmemiştir. Nitekim Fransa, Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rus Donanmasının Akdeniz’de ilerlemesine ses çıkarmayarak Osmanlı Devleti’nin aleyhinde iş yapmıştır.

Yine bu dönemde Avusturya’nın yerine Avrupa’da bir güç olarak ortaya çıkmaya çalışan Prusya (Almanya) ile yakın ilişkiler gelişmiştir. Padişahın özellikle Prusya Kralı II. Friedrich’e elçi gönderdiği, mektuplaştığı ve karşılıklı iş birliği yaptığı görülmektedir.

Yedi Yıl Savaşlarına müdahil olmayan Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki bu savaştan siyasi olarak çıkar sağlamadığı, kayda değer bir siyasi avantaj elde edemediği ve tarafsızlığını koruyarak kendi içine dönük bir politika yürüttüğü ifade edilebilir.

Sultan III. Mustafa devrinin sonları ise Osmanlı Devleti’nin 29 yıllık barış dönemini sona erdiren olaylara sahne olmuş ve Rusya ile yaklaşık 6 yıl sürecek bir büyük savaş dönemi başlamıştır.

1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı

Osmanlı Devleti ve Çarlık Rusya arasında savaşa neden olan gelişmelere bakıldığında, en önemli neden, Yedi Yıl Savaşları sonunda Prusya ve Rusya’nın anlaşarak, Lehistan’ı (Polona) aralında paylaşmasıdır. Bu gelişme karşısında Rus Ordusuna direnen bazı Leh milliyetçileri Osmanlı Devleti’ne sığınmıştır. Buna karşılık Rusların, Leh mültecilerini ele geçirmek üzere izinsiz şekilde Osmanlı topraklarına girmesi ve üstelik Osmanlı vatandaşlarını da kılıçtan geçirmesi, Osmanlı Devleti’nin büyük tepkisini çekmiş ve derhal “Savaş Divanı’nın” toplanmasına sebep olmuştur.

Şüphesiz Osmanlı Devleti’nin topraklarına tecavüz ederek diplomasiye başvurmayan Rusya’nın bu eylemi, eski gücünde bulunmasa da dünyanın o dönem için en büyük devleti olan Osmanlı Devleti’nin egemenlik haklarına saldırı idi ve tepkisiz kalınması beklenemezdi. Nitekim Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin topraklarını taciz etmesi üzerine, Rusya’ya karşı ilan edilen savaş; gerekli askeri hazırlıklar yapılmadan başlamıştır. Rus Ordusu ise, son dönemde gerçekleştirdiği askeri yenilikler ile düzenli ve disiplinli bir ordu haline geldiği için savaş boyunca kuzeyden güneye doğru Osmanlı topraklarını işgale başlayacaktır.

Osmanlı-Rus Savaşının ilk yıllarında 1769’da Ruslara karşı iki Hotin Zaferi kazanılmış ve Rus saldırıları bertaraf edilmiştir. Fakat Osmanlı birliklerinin Turla Nehri’nden geçerken köprünün yıkılması ve facia yaşanması, kış şartları ve Yeniçerilerin itaatsizliği gibi nedenler, Rusların büyük bir saldırı başlatarak Osmanlı topraklarında ilerlemesine sebep olmuştur.

Bu kapsamda Rus kara birlikleri, Osmanlı sınırlarında yer alan Kırım (1771) başta olmak üzere Eflak ve Boğdan’ı işgal etmiş ve Tuna’yı geçerek Rumeli sınırına kadar ilerlemiştir. Deryada ise Baltık Denizindeki Rus Donanması, Okyanus üzerinden geçerek Cebel-i Tarık Boğazı’ndan Akdeniz’e girmiş ve buradan da İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle Çeşme Limanına gelerek Osmanlı Donanmasını ateşe vermiştir. Bu durum Osmanlı Devleti için adeta bir şok etkisi oluşturmuştur.

Rus Donanmasının akabinde Mora Yarımadasına gelerek buradaki Rumları kışkırtmasıyla büyük bir isyan çıkmış ve bazı yerlerde Müslüman ahali katledilmiştir. Bunun üzerine bölgeye gönderilen Kaptan-ı Derya Mandalzade Hüsameddin Paşa idaresindeki Osmanlı birlikleri tarafından isyan bastırılmış ve asileri cezalandırılmıştır. Bununla birlikte savaş sonuna kadar Rus Donanması, bu bölgede faaliyet göstermiş ve Çeşme’yi bir kez daha bombardımana tabi tutmuştur.

Osmanlı Ordusu’nun, Rus ilerleyişine karşı verdiği kısmi başarılı direniş ve muharebeleri olmuştur. Bunlar 1769 Hotin Muhasarası Zaferi, Özi, Yerköy, Silistre Zaferleri ile Kafkasya hattında da Ruslara karşı kazanılan zaferlerdir. Bunlar Rusların ilerleyişini durdurmuş ve geciktirmişse de eskiden olduğu gibi lider ve başarılı bir “Serdar-ı Ekrem’in” bulunamaması, komutanların ve ordu birliklerinin teknik ve disiplin açısından yetersizliği, düzensiz ve birliklerin birbirinden kopuk bir şekilde savaşmaya çalışması, düzenli Rus Ordusu’nun hızla ilerlemesinde en önemli etkenler olmuştur.

1768’de başlayan savaş, 1772’ye gelindiğinde bir dönem duraksamış ve Ruslarla müzakereler yapılmış; fakat Rusya’nın öne sürdüğü şartların kabul edilmemesi, savaşın devamına ve daha ağır kayıpların yaşanmasına neden olmuştur. Nitekim 1774 yılında saldırıya geçen Ruslar, Şumnu’ya kadar ilerlemiştir. Savaşın kötü gidişatını engellemek için padişahın emriyle bu dönemde kurulan Topçu Mektebi ve Sürat Topçuları Ocağı da cephe hattındaki Osmanlı Ordusuna önemli bir katkı sağlamamıştır.

Neticede savaşın gelişiminde birçok önemli mevkiinin Ruslar tarafından işgali, Kırım gibi halkı Müslüman ve bir kısmı Türk olan büyük bir memleketin kaybı ve savaş nedeniyle yıllardır düzen ve disiplini sağlanmış Osmanlı hazinesinin ağır yara alması devleti hiç olmadığı kadar zor bir dönem içerisine sokmuştur. Tüm bu gelişmeler karşısında büyük üzüntü duyan ve sağlığı bozulmaya başlayan Sultan III. Mustafa, Osmanlı-Rus Savaşının son döneminde vefat etmiştir.

Sultan III. Mustafa’nın Vefatı ve Hakkında Değerlendirme

III. Mustafa Han 21 Ocak 1774 tarihinde vefat etmiş ve yaptırdığı Laleli Külliyesinin haziresine defnedilmiştir. Yaklaşık 16 yıl 3 ay Osmanlı padişahlığı yapan Mustafa Han, devleti eski gücüne döndürmek maksadıyla büyük heyecan ve projelerle geldiği Osmanlı tahtına, hayallerinin birçoğunu gerçekleştiremeden veda etmiştir.

Saltanatının ilk 7 yıllık süreci, iyi bir devlet adamı olan Koca Ragıp Paşa’nın sadrazamlık makamında bulunmasından dolayı verimli ve düzenli geçmiş; Rusya Savaşı’na kadar olan yıllar ise daha durgun ve idari/siyasi sıkıntıların baş gösterdiği bir dönem olmuştur. Saltanatının son 6 yıllık dönemi ise Rusya ile savaş içerisinde olunan ve ağır yenilgilerin alındığı, askeri ve mali olduğu bir dönemdir.

Sultan III. Mustafa kaynaklarda merhametli, hayırsever, cömert, meziyetli, faal; aynı zamanda duygusal ve öngörüsü zayıf bir hükümdar olarak belirtilmiştir. Hat yazısı başta olmak üzere şiir, tarih ve dini bilimler ile astrolojiyle de yakından ilgilendiği görülmektedir. Talihe olan merakıyla ilm-i nücûmla işlerini yapan padişah, Müneccimbaşıdan aldığı bilgilerle, oğlu Şehzade Selim’e (Sultan III. Selim) büyük dedesi Yavuz Sultan Selim gibi büyük bir padişah olması için Selim ismini vermiş ve oğlunun eğitimiyle yakından ilgilenmiştir. III. Mustafa, huzur derslerine büyük önem vermiş ve tebdil kıyafetle Ayasofya Camisinde, sabah namazlarını kılmıştır. Yine Rusya ile savaş döneminde de sık sık tebdil halde halkın içine çıkarak halkın devlet gidişatı ve mevcut vaziyetle ilgili düşüncelerini öğrenmeye çalışmıştır.

Sultan III. Mustafa Han “Cihangir” mahlası ile şiirler yazmıştır. O, devlet yönetimine geldiğinde planladığı ve düşlediği icraatları gerçekleştirememesini, kaliteli, yetkin ve düzgün devlet adamı bulamamasına bağlamaktadır. Nitekim Sultan III. Mustafa Han, sekiz farklı sadrazamı göreve atamıştır.

Konuyla ilgili yazdığı bir şiirinde, Osmanlı Devleti’nin bozulan düzeni karşısında kendisinin dahi bir şey yapamadığını belirtmiştir. Kaht-ı rical (adam kıtlığı) denilen durumdan kaynaklı olarak mevcut devlet adamlarının, işe yaramaz ve niteliksiz olması sebebiyle bu durumun düzelmediğini ve devletin akıbetinin Allah’ın merhametine kaldığını dile getirmiştir.

İlgili şiirin konuyla ilgili şiiri şu şekildedir:

“Yıkılupdur bu cihân sanma ki bizde düzele
Devleti, çarh-ı deni verdi kamu mübtezele
Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hazele
İşimiz kaldı heman merhamet-i lemyezele

Manası:

Bu devlet düzeni bozulmuştur. Dönemimizde de düzeleceğini sanma,

Kader ve düzen, devlet çarkını işe yaramaz kimselerin eline verdi.

Şimdi devlet görevlerinde bulunanlar hep işe yaramaz ve fuzuli insanlardır.

Bu yüzden işimiz Allah'ın merhametine kalmıştır.”

Sonuç olarak Sultan III. Mustafa’nın büyük hayallerle geldiği padişahlık dönemi, Osmanlı Devleti açısından büyük bir zarar ve kayıpla sonuçlanacak bir savaşla neticelenmiştir. Savaşın sonunu görmeden vefat eden padişah, halefine sıkıntılı bir düzen bırakmıştır. Şüphesiz Sultan III. Mustafa, bu savaşın suçlusu değildir ve Ruslara karşı haklı sebeplerle savaş açılmıştır. Fakat Osmanlı Devleti, Rusya ile yaptığı bu dönemdeki muharebeler sonucunda ilk defa bir devlete karşı ağır bir yenilgi almıştır. Bu nedenle Osmanlı Devleti, dünyanın en büyük devleti vasfını, padişahın vefatından altı ay sonra imzalanacak antlaşma ile kaybedecektir. Zira bu tarihe kadar Osmanlı Devleti’nin batıda kaybettiği savaşlarda, karşısında tek bir devlet değil; birden çok devlet ittifak yapmış halde bulunmaktaydı. Bu bakımdan Sultan III. Mustafa, Osmanlı Devleti’nin en büyük olduğu dönemin son padişahı olarak nitelendirilebilir.

Önemli Kaynak

(Kemal Beydilli, “Mustafa III”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c.31, ss.280-283)