III. Selim (Selim-i Sâlis), 24 Aralık 1761'de İstanbul'da doğmuştur. Babası Sultan III. Mustafa, annesi Mihrişah Sultan'dır.
Sultan III. Selim’in Şehzadelik Dönemi ve Tahta Çıkışı
III. Selim (Selim-i Sâlis), 24 Aralık 1761’de İstanbul’da doğmuştur. Babası Sultan III. Mustafa, annesi Mihrişah Sultan’dır. Selim Han, babasının saltanatının dördüncü yılında dünyaya gelmiş ve Osmanlı hanedanının uzun zaman sonra doğan ilk şehzadesi olması hasebiyle, doğumu büyük şenliklerle kutlanmıştır.
Şehzade Selim’in, -dedesi Yavuz Sultan Selim gibi- ileride büyük bir padişah olması için iyi bir eğitim almasına özen gösterilmiştir. Babası Sultan III. Mustafa’nın hassasiyet ve ihtimam göstermesiyle genç yaşta devlet işleriyle ilgilenmeye başlayan Şehzade Selim, babasının şehir içindeki teftiş ve ziyaretleri ile elçi kabullerine katılarak devlet yönetimiyle ilgili tecrübe kazanmaya başlamıştır.
13 yaşında iken babası vefat eden Selim Han’ın şehzadelik hayatının son 15 yılı, amcası Sultan I. Abdülhamid’in saltanatı döneminde geçmiştir. Fakat amcası tarafından kendisine iyi davranılmış ve birçok şehzadeye göre daha serbest bir şehzadelik dönemi geçirmiştir.
Şehzade Selim gerek babası gerekse amcası Sultan I. Abdülhamid’in saltanatları döneminde, dar kapsamlı olarak gerçekleşen ıslahat faaliyetlerini yakından takip etmekteydi. O’nun düşüncesi, devletin kötü gidişatına engel olabilecek köklü reformları hayata geçirmek olup bu konuda Avrupa’daki gelişmeleri yakından takip etmekteydi. Selim bu açıdan, şehzadeliği döneminde, Avrupa’daki yenilikleri takip eden ve tahta geçtiğinde bu bağlamda reform yapmayı planlayan ve Batı’daki gelişmelere hayranlık duyan bir Osmanlı veliahdı olarak dikkat çekmektedir.
Amcasının saltanatı döneminde (1785 yılında) Osmanlı Devleti’nin karşılaştığı siyasi ve askeri gaileler ile özellikle Kırım’ın kaybı gibi gelişmeler, sadrazam Halil Hamid Paşa ve bazı devlet erkanının, kendisini tahta geçirme girişimlerine neden olmuş; bu durum önceden padişaha haber verilince bu teşebbüs engellenmiş ve sorumlular cezalandırılmıştır. Bu yüzden Şehzade Selim’in şehzadeliğinin son yılları daha kısıtlı ve gözetim altında geçmiştir. Bununla birlikte bu dönemde dahi Fransa Kralı XVI. Louis ile mektuplaştığı ve mektuplarını “Saltanat Vârisi” ve “Saltanat Veliahdı” sıfatları ile imzaladığı görülmektedir.
Şehzade Selim, amcası Sultan I. Abdülhamid’in vefatı üzerine 7 Nisan 1789’da 27 yaşında iken Osmanlı tahtına geçmiştir. Kendisi Yavuz Sultan Selim (I. Selim) ve II. Selim (Sarı Selim)’den sonra Selim ismi ile Osmanlı tahtına geçen üçüncü padişahtır.
1787-1792 Osmanlı-Rus ve Osmanlı-Avusturya Savaşları’nın Gelişimi
Sultan III. Selim tahta çıktığında Osmanlı Devleti, amcası döneminde başlayan Rusya ve Avusturya savaşlarına devam etmekteydi. Özellikle savaşın Rusya Cephesinde büyük kayıplar yaşanmakta olup Rus Ordusu, Osmanlı Devleti’ne ait Karadeniz’in kuzey ve batı kıyısındaki kritik bölgeleri işgal etmişti. Savaşın kötü gidişatı karşısında bizzat sefere çıkmak isteyen III. Selim, devlet adamlarının karşı çıkması nedeniyle bu isteğinden vazgeçmiş; fakat savaşın seyrini değiştirecek büyük bir komutan bulamamaktan da yakınmıştır.
Savaşın Avusturya Cephesinde ise başta kazandığı bazı zaferlere rağmen Rus ve Avusturya ordularının birleşmesiyle Focşani Muharebesinde yenilgiye uğrayan Osmanlı birlikleri, akabinde üst üste kayıplar yaşayarak cephede sürekli gerilemek durumunda kalmıştır. Bu kapsamda Belgrad dahi Avusturya Ordusu tarafından işgal edilmiştir.
III. Selim’in 1789’da İsveç ve 1790’da Prusya ile imzaladığı ittifaklar, Rusya ve Avusturya’ya karşı askeri destek anlamında bir fayda sağlamasa da özellikle Avusturya ile barış antlaşması imzalanması kapsamında Osmanlı Devleti için siyasi bir destek ve denge unsuru olmuştur. Büyük zafer hayalleriyle geldiği Osmanlı tahtında, ilk icraat olarak Kırım’ı geri almak isteyen ve bunu gerçekleştirmeden barışa yanaşmak istemeyen III. Selim, Rus Ordusu karşısında kendi ordusunun bir güç göstermemesi ve sürekli kayıplar yaşaması nedeniyle büyük hayal kırıklığı yaşamıştır. Zira Rus ordusu Kili Akkirman, Beserabya ve Yaş gibi şehirleri de işgal etmiştir.
III. Selim Han, buna rağmen Rusya ile olan savaşı devam ettirmek istemiş; fakat sadrazam Koca Yusuf Paşa başta olmak üzere devlet erkanı tarafından, kendisine sunulan ortak bir metinle, devletin içinde olduğu zor durum karşısında sulh yapılması gerektiği belirtilmiştir. Nihayetinde padişah mevcut gidişatı ve cephedeki durumu tetkik ettikten sonra mecburen sulh yapılmasına ikna olmuştur.
Avusturya İle Ziştovi Rusya İle Yaş Antlaşmalarının İmzalanması
Bu süreçte büyük kayıplar yaşamasına rağmen Osmanlı Devleti açısından avantaj olan bir gelişme, III. Selim’in tahta çıkmasından kısa bir süre sonra gerçekleşen 1789 Fransız ihtilalidir. Bu ihtilalin tüm Avrupa’ya yayılma riski, Avrupa’daki monarşik yönetimleri tehdit etmesi, 1791’de Fransa ve Avusturya arasında savaşın başlaması, Avusturya’nın Osmanlı ile barış imzalamak zorunda kalmasını sağlamış; bu kapsamda iki devlet arasında 4 Ağustos 1791’de Ziştovi Antlaşması imzalanmıştır. Avusturya Belgrad başta olmak üzere savaş sırasında işgal etiği Osmanlı topraklarını terk etmiş, askeri olarak kazandığı zaferlere rağmen diplomatik açıdan yaşadığı kayıpla dört yıllık savaşı noktalamıştır.
Müttefiki Avusturya’nın savaştan çekilmesi üzerine Rusya da Osmanlı Devleti ile sulh yapılmasını kabul etmiştir. Nitekim Rusya ile 9 Ocak 1792’de Yaş Antlaşması yapan Osmanlı Devleti, bu antlaşma ile Özi ve Odesa’yı Rusya terk etmiş; bununla birlikte savaş sırasında Ruslarca işgal edilen birçok toprağını geri almıştır. Dinyester (Turla) Nehri iki devlet arasında sınır kabul edilmiştir. Kırım’ı geri alma hayalleriyle Rusya ile savaşan Osmanlı Devleti, Kırım’ı geri almak bir yana Karadeniz kıyısındaki bir kısım topraklarını daha kaybetmiş ve bu durum Rusya’nın Karadeniz’de daha da güçlenmesine sebebiyet vermiştir. Kırım’ın geri alınması hayali ise tamamen ortadan kalkmıştır.
Sultan III. Selim Dönemindeki Islahatlar ve Nizâm-ı Cedît Hareketi
Şehzadeliği döneminden itibaren kapsamlı yenilikleri ve ıslahatları hayata geçirmeyi maksat edinen III. Selim, saltanatının başlangıcında kendisini savaş ortamında bulmuştur. Savaşlar neticesinde imzalanan antlaşmalarla askeri olarak Osmanlı Ordusunun zafiyetinin açık bir şekilde belli olması ve toprak kaybedilmesi karşısında Selim Han, tasarladığı ıslahat hareketlerine ivedi şekilde girişmiştir.
Sultan III. Selim ilk olarak devlet adamlarından devletin aksayan yönleri ve birimlerine yönelik çözüm önerilerinin yer aldığı layihaları istemiş ve bunları okuduktan sonra da kapsamlı yenilik hareketlerini uygulamaya koymuştur. Nitekim 1792 yılında başlayan ve Nizâm-ı Cedît (Yeni Düzen) adı verilecek yenileşme hareketleri, Osmanlı Devleti’nin o döneme kadar hayata geçirdiği en köklü reformlarının uygulanması sürecidir.
Padişahın ilk amacı, savaşlarda alınan yenilgiler ile Osmanlı Ordusunun eski güç ve kudretinden oldukça uzaklaşması karşısında çözüm üretmek olmuştur. Bu kapsamda kendi ordularını teknik, teçhizat ve disiplin olarak yenileyerek kuvvetlendiren Avrupa Devletleri karşısında yaşanan kayıpları önlemek için Avrupa Devletlerini örnek alarak yeni bir ordu kurmak istemiştir. Bu kapsamda evvela, Kapıkulları (Yeniçeriler ve Sipahiler) ile Tımarlı Sipahilerin yanı sıra “Nizâm-ı Cedît” adında yeni bir ordu kurulması için emir vermiştir.
Sultan III. Selim’in bu uygulaması o dönem için pragmatik bir düşüncenin yansımasıdır. Zira Osmanlı Ordusu’nun güçlü olduğu dönemlerde Avrupa Devletleri, birçok yönden Osmanlı Ordusunun güçlü olmasını sağlayan; disiplin ve tekniği kendilerine örnek alarak ordularını güçlendirme yoluna gitmişlerdir. Osmanlı Devleti ise ordusunun zaten güçlü olduğu bu dönemde kayda değer yeni girişimlerde bulunmamış ve rakipleri kendini geliştirirken geçen yüzyıllar içerisinde çağdaşlarının gerisinde kalmaya başlamıştır. Bu geri kalmayı en bilinçli şekilde idrak eden Sultan III. Selim, Nizâm-ı Cedît Ordusunu kurarak bu gidişatı durdurmak istemiştir.
Avrupai tarzda eğitim alan bir kara ordusu olan Nizâm-ı Cedît’in yanı sıra modern bir donanma kurulması için de emir veren III. Selim, yeni ordunun masraflarını karşılamak üzere İrâd-ı Cedît ismiyle yeni bir hazine oluşturmuş ve gelir getirmesi maksadıyla yeni vergiler koymuştur. 12.000 civarı bir askere sahip olması hedeflenen Nizâm-ı Cedît Ordusu için Anadolu’daki vilayetlere emirler gönderilmiş ve bu ordu için asker yetiştirilmesi istenmiştir. Bilhassa padişah tarafından görevlendirilen Kadı Abdurrahman Paşa bu faaliyetlerin yürütücüsü olmuştur. Bu yenilikler yapılırken Fransız ihtilali ile zor günler geçiren Fransa başta olmak üzere Avrupa’dan çeşitli uzmanlar da danışman olarak İstanbul’a davet edilmiştir.
Savaşlar nedeniyle büyük kayıplar yaşayan Osmanlı hazinesini düzeltmek isteyen padişah, tasarruf tedbirleri almış, lüksü önlemiş, yerli malını ve ihracatı teşvik etmiş; ana ticaretin ve bilhassa deniz ticaretinin gelişmesi için tüccarlara kolaylık sağlamış ve teşvikler getirmiştir.
Kendisinden önce, askeri alanda başlayan yeniliklerin ve kurulan askeri eğitim kurumlarının bir devamı olarak Mühendishane-i Berri Hümayun (Kara Harp Okulu) 1795 yılında açılmıştır. Hasköy’de ise Humbaracı ve Lağımcı ocakları kurulmuştur. Askeri okullar için özel bir matbaa kurulmuş ve burada eğitim kitaplarının basımı gerçekleştirilmiştir.
Sultan III. Selim tarafından İstanbul’un Levent ve Üsküdar semtlerinde büyük kışlalar inşa ettirilmiş olup bu kışlalar halen Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından günümüzde de kullanılmaktadır.
Sultan III. Selim çıkardığı fermanlar ve yayımladığı emirler ile idari sistemde düzenlemeler yapmış; ilmi, iktisadi ve sosyal alanlar da yenilikleri uygulamaya koymuştur. Yaptığı yenilikleri Avrupa’yı örnek alarak hayata geçiren reformcu padişah Sultan III. Selim döneminde, Avrupa’nın büyük başkentlerinde ilk daimî elçilikler açılmıştır. 1792’de İngiltere’nin başkenti Londra’da, 1797’de ise Fransa’nın başkenti Paris, Prusya‘nın (Almanya) başkenti Berlin ve Avusturya’nın başkenti Viyana’da (1797) açılan elçiliklerle hem diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi hem de Avrupa’daki yeniliklerin yakından takip edilmesi hedeflenmiştir.
Sultan III. Selim Dönemindeki Diğer Önemli İç Gelişmeler
Sultan III. Selim, devletin içinde bulunduğu kötü gidişatı engellemeye gayret ederken Osmanlı Devlet düzeninin bozulmasının bir göstergesi olarak taşrada, “Ayan” adı verilen nüfuzlu yöneticiler türemiş ve bunlar çoğu zaman merkezi idarenin otoritesini tehdit eden faaliyetler içerisinde bulunmuşlardır. Özellikle bu dönemde Pazvandoğlu, Tirsiniklioğlu, Tepedelenli, İşkodralı, Canikli, Cezzar, Alemdar, Kavalalı muhtelif bölgelerdeki güçlü âyan veya yöneticiler olup bunlardan isyan eden Pazvandoğlu, devleti meşgul etmiştir.
Yine Balkanlar’daki bazı Hristiyan eşkıyaları ve ortaya çıkan Sırp isyanı ile uğraşılmıştır. Özellikle 1804 yılında başlayan Sırp isyanı, Fransız İhtilalinin etkisiyle Osmanlı topraklarında o güne kadar Balkanlar’da gerçekleşen en kapsamlı milliyetçi nitelikli isyandır. Sırp milislerinin Belgrad’ı ele geçirmesi sonrası isyan bastırılmış ve şehir yeniden kontrol altına alınmıştır. Önceki yıllarda başlayan Vehhabilerin faaliyetleri de bu dönemde artmış, Mekke ve Medine’yi ele geçiren bu grubun ortadan kaldırılması noktasında devlet büyük güçlük yaşamıştır.
Bu dönemde vuku bulan 1805 Selimiye Cami ve 1806 Edirne isyanları, Sultan III. Selim’in yeniliklerine karşı küçük askeri isyan girişimleri olarak ifade edilebilir.
Napolyon’un Mısır’ı İşgali ve Osmanlı-Fransız Savaşı
Sultan III. Selim, şehzadeliği döneminden itibaren Fransa ile yakın ilişkiler geliştirmiş ve birçok yeniliği yaparken Fransa’yı örnek almıştır. Bu politika, Kanuni Sultan Süleyman döneminden beri büyük ölçüde devam eden Osmanlı-Fransa arasındaki işbirliğinin bir yansıması olarak tabii karşılanabilecek bir durumdur.
Bununla birlikte Sultan III. Selim’in saltanatının ilk aylarında 1789 Fransız İhtilalinin gerçekleşmesi ve Fransa’da Krallık yönetiminin değişmesi ile yönetimi ele geçiren Jakobenler başta olmak üzere devrimcilerin saldırgan tutumu gibi gelişmeler, 1774’ten itibaren Osmanlı Devleti’nin zayıflamasıyla, dünyanın birinci gücü olma vasfını almış olan Fransa’yı, birçok bölgeye hakim olmak isteyen saldırgan bir devlet haline getirmiştir. Bu dönemde Fransa-Avusturya arasında savaşlar da devam etmekteydi. İngiltere ve İtalya gibi çevre ülkelere de savaş ilan eden Fransa, aynı zamanda donanması vasıtasıyla Akdeniz’de saldırgan bir tutum sergilemiş, devam eden savaşlarda kendilerine yeni sömürge kaynakları bulmak amacıyla, Osmanlı-Fransa arasındaki iyi ilişkilerine rağmen Osmanlı toprağı olan Mısır’a saldırmıştır. Bu saldırıyı gerçekleştiren General Napolyon Bonapart idi ve aynı zamanda Akdeniz’deki İngiltere-Fransa rekabetinin bir yansıması olarak Temmuz 1798’de Mısır’a çıkarma yapmıştı.
Fransa’nın Osmanlı topraklarına saldıracağına ihtimal vermeyen ve bu konuda Osmanlı Hükümeti’ni rahatlatmaya çalışan dönemin Osmanlı Paris Büyükelçisi Ali Efendi’nin gaflet içinde olması, Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmıştır. Zira Fransız Donanması, Akdeniz’de hareket ettiğinde, Fransız Dışişleri Bakanı ile bir görüşme gerçekleştiren ve eğer Fransa, Mısır üzerine bir sefer gerçekleştirirse, Osmanlı Devleti’nin buna karşılık vereceğini ifade eden Büyükelçi Ali Efendi’ye Fransız Bakan; Fransız Donanması’nın böyle bir niyetinin olmadığını ve Malta’yı zapt etmek üzere hareket ettiğini bildirmiştir.
Ali Rıza Efendi bu yalana inanmış ve İstanbul’u bu şekilde bilgilendirmiştir. Bab-ı Ali’de, ortada şayialar dolaşmasına rağmen Fransız Ordusu’nun Mısır’ı işgal edeceğine, elçisi vasıtasıyla aldığı raporlar ve de Fransa ile olan iyi ilişkiler nedeniyle, ihtimal vermemiştir. Ancak Fransız filolarının İskenderiye’ye girdiği haberi İstanbul’a ulaşınca hiddetlenen Sultan III. Selim; büyükelçisinin gaflet içerisinde olmasına, Hatt-ı Hümayun üzerine yazdığı “Ne eşek herifmiş” ifadesiyle tepki göstermiştir.
Fransızların Mısır çıkarması karşısında geç kalınmış olsa da bazı tedbirler alınmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda Mısır Valisine Fransızlara karşı savunma tedbirleri alması ve Akdeniz’deki bütün kasaba ve şehirlere Fransız saldırısına karşı uyanık olmaları yönünde emir gönderilmiş; Garb Ocaklarına da Fransız kuvvetlerinin kendi ülkeleri ile bağlantılarının kesilmesi yönünde acilen tedbir alınması talimatı verilmiştir. Mısır’daki Fransız konsolosu ile diğer Fransızlar da tutuklanmış; İstanbul’da da Fransız Büyükelçisi ve Fransız vatandaşlarına evlerinden çıkmaları yasaklanarak elçilik binasının kapısındaki arma da sökülmüştür.
İskenderiye’yi aldıktan sonra ilerleyen Napolyon Bonaparte, 22 Temmuz’da Ehramlar Savaşı’nı kazanarak Kahire’ye girmiş; bunun üzerine Osmanlı Devleti, Fransa’ya karşı önce Rusya ve ardından da İngiltere ile işbirliğine gitmiştir. Mısır’ın önemli merkezlerini işgal ettikten sonra Filistin yönünde ilerlemeye çalışan Napolyon komutasındaki Fransız Ordusu, Cezzar Ahmed Paşa’nın meşhur “Akka Müdafaası” ile durdurulmuştur. Burada ağır yenilgi alan Napolyon geri çekildikten sonra Mısır’ı da tahliye etmek mecburiyetinde kalmıştır. Napolyon’un bu yenilgiyle ilgili “Akka’da durdurulmasaydım bütün Doğu’yu ele geçirebilirdim” dediği ifade edilmektedir.
Osmanlı Devleti’nin İngiltere ve Rusya’dan aldığı diplomatik destekle zor durumda kalan ve Batı’daki cephelerde de Avrupa devletlerine karşı kayıplar yaşayan Fransa, Osmanlı Devleti ile 1801’de El-Ariş Antlaşması’nı imzalamış ve işgal ettiği Osmanlı topraklarından geri çekilmiştir. Bu tarihten itibaren İngiltere’nin Akdeniz’deki gücü artmıştır.
1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı’nın Başlaması
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında son 100 yıldır ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve kuzeydeki nüfus mücadelesi, artık alışagelmiş bir durum halini almıştı. Yapılan savaşlar sonrasında imzalanan barış antlaşmalarına rağmen Rusya’nın saldırgan tutumu ve Osmanlı Devleti’nin buna müsaade etmeme çabaları karşısında her fırsatta, iki devlet arasındaki savaş yeniden başlıyordu. Osmanlı Devleti ve Rusya, Karadeniz başta olmak üzere kuzey kesiminde iki ezeli rakip haline gelmişti. Nitekim Osmanlı Devleti’nin Fransa ile yakın ilişkiler kurmasına tepki gösteren Rusya, Eflak ve Boğdan voyvodalarının değiştirilmesi nedeniyle de duyduğu rahatsızlığı Osmanlı Devleti’ne iletmiş ve akabinde de bunları bahane ederek Osmanlı sınırlarına saldırmıştı.
Rus Ordusu, Osmanlı topraklarına girerek Kili, Akkirman, Bender ile Boğdan ve Eflak’ta ilerlemeye başlamıştı. Bu dönemde İngiltere ile oluşan savaş durumu, yapılan görüşmeler neticesinde çatışmalar dışında karşılıklı bir savaşa girilmeden önlenmiş; bu kapsamda İstanbul’da bulunan İngiliz donanması, 12 Nisan 1807’de Osmanlı sularından çekilmiştir. Ancak bunun üzerine Rusya ile olan savaşa yoğunluk verilebilmiştir. Yapılan hazırlıklar neticesinde Ordu-yı Hümayun İstanbul’dan Rus Seferine çıkmıştır. Fakat ordu Edirne’ye geldiğinde cepheye gitmek yerine Sadaret kaymakamı, bazı devlet ricali, Yeniçeri ileri gelenleri ve halk tarafından desteklenen bir isyan girişimi nedeniyle ilerleyememiştir. Dolayısıyla Rusya ile olan savaş kayıplarla devam etmiştir.
1807 Osmanlı-İngiliz Çatışmaları
Bu dönemde Fransa’ya döndükten sonra bir darbe ile yönetimi ele geçiren ve kendisini imparator ilan ettiren Napolyon, Avrupa’da birçok devletle savaş halinde idi. Napolyon başlangıçta kazandığı zaferler karşısında Osmanlı Devleti’ne bir elçi göndererek yeniden iyi ilişkiler tesis etmek istemiş ve bu tutumuna Sultan III. Selim de olumlu yanıt vermiştir.
Osmanlı ve Fransa arasında yeniden iyi ilişkiler tesis edilmeye başlayınca, 1802’de Fransa’ya karşı Osmanlı’nın yanında yer alan İngiltere ve Rusya, bu duruma büyük tepki göstermiştir. İngiltere Osmanlı Devleti’ne ültimatom vererek Fransa ile ilişkileri kesmesini istemişse de buna aldırış edilmemiştir. Osmanlı Devleti’nin Rusya ile savaşa girmesi de İngiltere’nin tepkisini ekmiş ve gerilim iki devlet arasında karşılıklı çatışmaya dönüşmüştür. Bu bağlamda Akdeniz’deki menfaatleri gereği Osmanlı-Fransız işbirliğinden rahatsız olan İngilizler, Akdeniz’deki donanmasına ait bir filosunu Çanakkale Boğazı’na göndererek burada bir abluka kurmuş; akabinde de bu filo önemli bir direnişle karşılaşmadan İstanbul’a kadar gelmiş ve Kınalıada’ya demir atmıştır.
Akdeniz’deki bir diğer İngiliz filosu da Mısır’ın İskenderiye şehrine çıkarma yapmış ve direnişle karşılaşmadan burayı işgal etmiştir. İngilizlerin Boğaz’a kadar ilerlemesi ve gerekli tedbirlerin alınmaması karşısında hiddetlenen III. Selim, Sadrazam ve devlet adamlarına yaptığı uyarların yerine getirilmemesinden ötürü yazdığı bir Hatt-ı Hümayunda “Size yazdığım emirlerden kitap olurdu” diyerek tepkisini dile getirmiştir. Neticede İstanbul’da İngiliz donanmasına karşı halkın da katılımıyla kısa sürede büyük direniş hazırlıkları yapılmış ve İngiliz donanmasına yapılan atışlar neticesinde 65 civarında İngiliz askeri ölmüş, 400 civarında İngiliz askeri de yaralanmıştır.
Sonuç olarak İngiliz donanması bir sonuç elde edemeden İstanbul ve Çanakkale’den ayrılmak zorunda kalmış, Mısır’da kara harekâtına girişen İngilizler de dönemin Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından yenilgiye uğratılmıştır.
Sultan III. Selim’in Tahttan İndirilmesi ve Şehit Edilmesi
Sultan III. Selim, saltanatının ilk döneminden itibaren uygulamaya koyduğu başta askeri alandaki Nizâm-ı Cedît olmak üzere köklü reformlara imza atmıştır. Bunları yaparken de savaşlardan yenik çıkmış komutanları değiştirmiş, tımar sisteminde de düzenlemeler yapmış; bu kapsamda görevleri ve yetkileri elinden alınan kişiler tarafından gerçekleştirdiği yeniliklere karşı muhalefet ortaya çıkmıştır. Bu muhalefet zaman içerisinde gerçekleştirilen birtakım yenilikler karşısında daha da artmıştır.
Haddizatında Sultan III. Selim’in 1805 yılında Prusya’yı örnek alarak genel askerlik uygulamasına geçilmesi için talimat vermesi ve bu konuda Trakya’da ve Rumeli’de Kadı Abdurrahman Paşa tarafından faaliyetlere başlanması, halkın ve yerel ayanların tepkisiyle karşılaşmış ve Osmanlı birlikleriyle yerel unsurlar arasında çatışmalar yaşanmıştır. 1806’da yaşanan Edirne Vak’ası karşısında bu uygulamaya son veren III. Selim, yaşanan gelişmelerle sadrazam ve Şeyhülislam makamlarına da yeni atamalar yapmak durumunda kalmıştır. Bu durum, padişahın otoritesinin sarsılmasına ve yeniliklere karşı olan isimlerin etkinliğinin artmasına sebep olmuştur.
Bunların yanı sıra gerçekleşen yeni siyasi ve askeri gelişmeler de Sultan III. Selim’in saltanatının sona ermesine sebep olacak mahiyette idi. Zira Rusya ile savaşın başlaması ve İngiltere ile savaş halinin oluşması, İngiliz filosunun blokajı sebebiyle İstanbul’da gıda ve erzak kıtlığının başlaması ve pahalılığın ortaya çıkması gibi nedenler, III. Selim muhaliflerinin halkı padişaha karşı kışkırtmasını sağlamıştır. Bu bağlamda padişahın reformları nedeniyle menfaatleri bozulan veya görevlerine son verilen yönetici ve komutanlar başta olmak üzere mevcut idarecilerin de katıldığı geniş çaplı bir isyan hareketi başlamıştı. Üstelik İngiliz donanmasının Yeniçeri Ocağı’nın imhası için bizzat devlet ricâlinin davetiyle geldiğine dair, fitneciler tarafından çıkartılan gerçek dışı söylenti ve dedikodularla harekete geçen isyancı ayaktakımı sarayı kuşatmış ve 25 Mayıs 1807’de başlayan isyan, 29 Mayıs 1807’de Sultan III. Selim’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanmıştır.
Şüphesiz bu isyanda, Sultan III. Selim’in tahttan indirilmesini isteyen İngiltere ve Rusya’nın manipülatif faaliyet ve kışkırtmalarının payı olabilir. Fakat isyanın asıl yöneticileri Sadaret Kaymakamı Köse Mûsâ Paşa ve Şeyhülislâm Topal Atâullah Efendi idi. Boğaz’daki kalelerde görev yapan yamakları kışkırtan Musa Paşa, Kabakçı Mustafa’nın önderliğinde İstanbul’a yürüyen asileri teşvik etmiş ve Sultan III. Selim’e bağlı Levent kışlasındaki Nizâm-ı Cedît askerleriyle diğer Topçu birliklerinin asilere müdahalesini engellemiş ve padişaha yanlış bilgiler aktararak asilerin saraya kadar dayanmasının önünü açmıştı.
Kabakçı Mustafa isyanı olarak anılan bu girişimin büyüklüğünü geç anlayan ve isyanın başladığı ilk günlerde mecbur kalarak asilerin isteklerini kabul ederek yaptığı reformları ilga eden ve kendine bağlı reformcu devlet adamlarının idamına onay veren III. Selim’in bu çabaları, tahttan indirilmesini engellememiştir. Asiler tarafından; padişahın reformcu kişiliği, Avrupalı diye itham edilerek dinden çıktığının ifade edilmesi ve çocuğunun olmaması gibi birçok sebep öne sürülerek tahttan indirilmesi kararlaştırılmış ve yerine kardeşi Şehzade Mustafa (Sultan IV. Mustafa) geçirilmiştir.
Sultan III. Selim tahttan indirildikten sonra şimşirlik dairesine kapatılmış ve yaşantısına 14 ay bu şekilde devam etmiştir. Bu gelişmelerden haberdar olan Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa, etrafında topladığı adamlarla, ertesi yıl İstanbul’a yürümüş ve yeniden Sultan III. Selim’i tahta geçirmek için Topkapı Sarayı’na hücum etmiştir.
28 Temmuz 1808’de gerçekleşen bu yeni darbe girişimi karşısında tahtta oturan Sultan IV. Mustafa, amcasının öldürülmesini emretmiş ve Sultan III. Selim dairesinde kıstırılarak şehit edilmiştir. Sultan III. Selim’in, kendisini öldürmeye gelen 20’ye yakın adamla yoğun mücadele ettiği ve sonunda vücudunda çok sayıda darp izi olarak öldürüldüğü anlaşılmaktadır. Bu hengamede, ağabeyi tarafından öldürülmesi için emir verilen ve daha sonra tahta geçecek Şehzade Mahmud (Sultan II. Mahmud) bir kalfanın yardımıyla yaralı olarak kurtulmuştur.
Sultan III. Selim Hakkında Değerlendirme
Sultan III. Selim, Osmanlı Devleti’nin siyasi ve askeri gerileme içerisinde olduğu bir dönemde, genç yaşta Osmanlı tahtına geçmiş ve 18 yıllık devlet başkanlığı döneminde reformcu kişiliği ile devleti kötü gidişattan kurtarmaya gayret etmiş bir padişahtı. Saltanat süresince Avusturya, Fransa, İngiltere ve Rusya ile savaş durumu olmasına rağmen devletin iç işlerinde, Nizâm-ı Cedît adıyla büyük reform hareketine girişen padişah, bu çabalarında önemli yol kat etse de sonucunda önce tahtından indirilmiş ve ardından da şehit edilmişti.
İyi bir eğitim almasına rağmen, merhametli ve yumuşak kişiliği ile tanınan ve devlet yönetimi sırasında çevresine verdiği tavizlerle otoritesinin kaybolmasına, adeta davetiye çıkartan III. Selim, iyi niyetinin ve muktedir bir padişah olamamasının bedelini tahtını kaybetmesi ve canıyla ödemiştir. Babası tarafından yaptırılan Lale’deki külliyenin haziresine defnedilen Selim Han, şehit edildiğinde 47 yaşında idi.
Şiir, sanat ve musikiye meraklı olan Sultan III. Selim, “İlhâmî” mahlası ile şiirler yazmış ve musikişinas olarak besteler yapmıştır. Döneminde birçok mimari yapının onarılmasına öncülük eden padişah, İstanbul’un birçok yerinde askeri tesislerin yanı sıra çeşmeler de yaptırmıştır. Bilhassa Üsküdar’da Selimiye kışlasının yanına inşa ettirdiği Selimiye Cami ve külliyesi ile, bugün hala ayakta duran kalıcı bir eser bırakmıştır.
Sonuç olarak Sultan III. Selim’in, devletin kötü gidişatını engellemek için büyük riskler alarak başlattığı reform hareketleri, Osmanlı Devleti açısından büyük bir dönüm noktası oluşturmuş ve kendisinden sonra gelen tüm padişahlar, bu yenilikleri daha köklü, kalıcı bir şekilde ve artan bir ivme ile devam ettirmişlerdir. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar vuku bulacak gelişmeler ile birçok alandaki yenilik ve ilerlemelerin temelleri Sultan III. Selim ile atılmıştır. Şehit edildikten sonra halk tarafından masum ve döneminde haksızlık edilen bir padişah olarak anılmıştır.
Önemli Kaynak
(Kemal Beydilli, “Selim III”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c.36, ss.420-425)
(Kemal Beydilli, “Kabakçı İsyanı”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c.24, ss.8-9)