Lozan tartışmalarına bakıldığında bir kesim; Türkiye'nin yaşadığı toprak kayıplarının Lozan'da olduğunu iddia ederek Antlaşma'nın "Hezimet" olduğunu; diğer bir kesim ise Lozan'ın "Eşsiz zafer" olduğunu dile getirmektedir.
Lozan Antlaşması, zaman zaman Türkiye’de en çok tartışılan konulardan biri durumundadır. Bu tartışmalar, çok sayıda efsaneyi de ortaya çıkarmıştır. Bunun en büyük sebebi ise Antlaşmanın ideolojik olarak değerlendirilmesidir. Oysaki tarih pozitif bir bilimdir, bilgi ve belgelerle anlam kazanır. Dolayısıyla tarihi hadiseler; siyasi bakış açısıyla değil, başta arşiv belgeleri olmak üzere kaynaklarla ve dönemin şartları göz önünde bulundurularak neden-sonuç ilişkisi çerçevesinde ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Bu, esas itibarıyla tarihçilerin göreviyken ülkemizde hemen herkes, okuduğu bilginin doğru veya yanlışlığını araştırmadan peşinen kabul ederek tarih hakkında kesin hükümler verebilmektedir.
Lozan tartışmalarına bakıldığında bir kesim; Türkiye’nin yaşadığı toprak kayıplarının Lozan’da olduğunu iddia ederek Antlaşma’nın “Hezimet” olduğunu; diğer bir kesim ise Lozan’ın “Eşsiz zafer” olduğunu dile getirmektedir. Bu yazının amacı da 100. Yıl dönümünde Lozan Antlaşmasına ilişkin peşin ve ideolojik olarak kalıplaşmış kabullerden ziyade konuyu çok boyutu ve kapsamlı şekilde ele alarak farklı bir bakış açısına katkı sağlamaktır.
GİZLİ MADDE VE GEÇERLİLİK SÜRESİ
Öncelikle belirtmek gerekirse; Lozan Antlaşması’nın açıklanmayan bir gizli bir maddesi bulunmamaktadır. İddia edildiği gibi 100 yıl ile sınırlanmış bir geçerlilik süresi de yoktur. Bu gibi uluslararası antlaşmalar, imzalayan taraflarca bozulmadığı sürece geçerliliğini korumaktadır. Tartışmanın hareket noktalarından biri olan toprak kayıplarında ise Lozan, haksız bir şekilde özne durumundadır. Zira bugünkü Türkiye’nin tüm sınırları Lozan’da belirlenmemiştir. Bu kapsamda;
Doğu sınırı; Sovyet Rusya ile imzalan 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması ve Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile imzalanan 13 Ekim 1921 tarihli Kars Antlaşmaları sayesinde belirlenmiştir.
Güneydeki Suriye sınırı; Fransa ile imzalanan 20 Ekim 1921 tarihli Ankara İtilafnâmesi ile belirlenmiş olup Lozan’da bu sınırda bir değişlik yapılamadığı için mevcut haliyle kabul edilmiştir. Irak sınırı ise Lozan görüşmelerinde Musul’un egemenliğiyle ilgili İngiltere ile anlaşılamadığı için 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması ile tespit edilmiştir.
Görüldüğü üzere Türkiye’nin Batı’daki Trakya sınırı ve Ege Adaları hariç, esasında diğer tüm sınırları Lozan’dan önce belirlenmişti. Bu bilgilerden hareketle Lozan’ın nasıl bir Antlaşma olduğunu ortaya koyabilmek için hangi şartlarda ortaya çıktığını hatırlatmak da fayda vardır.
Şöyle ki Birinci Dünya Savaşı’nın 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesiyle sona ermesiyle Osmanlı toprakları işgale uğramış; bu haksız işgale karşı Türk Millî Mücadelesi başlamıştı. Bu mücadelenin askerî safhası, 30 Ağustos 1922’deki Büyük Taarruz Zaferi ve akabinde Eylül ayında Yunan işgali altındaki Türk şehirlerinin işgalden kurtarılmasıyla sona ermişti.
Bu durum, başını İngiltere’nin çektiği İtilaf Devletlerini Türkiye ile Sevr dışındaki yeni barış şartlarını belirlemek üzere diplomatik görüşmelere başlamasına mecbur bırakmıştı. Neticede Türkiye ile İngiltere, Fransa ve İtalya arasında imzalanan 11 Ekim 1922 tarihli Mudanya Mütarekesi ile ateşkes ilan edilmiş ve diplomatik zemine, yani barış görüşmelerine geçilmesinin adımı atılmıştı.
Yine burada hatırlatılması gereken bir önemli noktada Lozan Konferansı başlamadan henüz 3 ay önce (20 Ağustos 1922), Türk ordusu Büyük Taarruz hazırlığı içindeydi. Bu sırada başkent İstanbul dâhil şu an Türkiye’nin 16 şehri (İstanbul, Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Çanakkale, İzmir, Balıkesir, Bursa, Bilecik, Eskişehir, Kütahya, Afyon, Manisa, Uşak, Aydın ve Denizli’nin bir kısmı) işgal altındaydı. Ancak, Büyük Taarruz Harekâtı kapsamında (26 Ağustos-20 Eylül 1922) bu toprakların büyük bir bölümünün (Trakya ve İstanbul hariç) işgalden kurtarılması ile Türkiye, masaya çok daha güçlü oturmuş ve Sevr şartlarını kabul etmeyeceğini en bariz şekilde ortaya koymuştu.
Bu durum aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı’nda kaybedilen topraklardan ziyade anavatanın dahi yeni işgalden kurtulabildiğini ve ne denli zor şartlarda olunduğunu ortaya koymaktaydı. Bir bakıma Bursa’nın, İzmir’in dahi işgalden yeni kurtarıldığı bir ortamda uzun süredir işgal altında olan Mısır ve Sudan gibi yerlerin talep edilmesi, reelpolitike asla uygun düşmeyecekti.
ULUSLARARASI PLATFORM
Nitekim Lozan Konferansı başlarken mesele sadece Yunanistan’a karşı kazanılan askerî zafer çerçevesinde bir barış yapılmasından veya sadece Yunanistan’la olan sorunların çözümünden ibaret değildi. 1914’ten itibaren Osmanlı Devleti ve İtilaf Devletleri arasındaki savaş durumunu bitirmek için henüz kalıcı bir barış antlaşması yapılmamıştı. Haliyle neredeyse 9 yıldır devam eden savaş ve ateşkes sürecinin ortaya çıkardığı ve geniş bir coğrafyayı ilgilendiren sorunların karara bağlanması gibi kapsamlı sorunlar bulunmaktaydı. Dolayısıyla 20 Kasım 1922’de başlayan Lozan Konferansı, Türkiye’yi ve bütün Yakındoğu Coğrafyasını ilgilendirecek kararların alınacağı önemli bir uluslararası platform haline gelmişti.
Lozan Konferansında, Türkiye’nin karşısında birçok konuda ihtilaflı olduğu ve bu yüzden çetin müzakereler yürüteceği İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan bulunmaktaydı. Çözülmeyi bekleyen başlıklar ise; Türkiye-Yunanistan sınırı ve bu çerçevede Batı Trakya ile Adalar’ın durumu, Türkiye-Irak sınırı ve Musul meselesi, Başkent İstanbul ve Boğazların durumu, Kapitülasyonlar ve dış borçlar ile diğer ekonomik ve ticari sorunlar, azınlıkların durumu ve Ermeni meşelisiydi. Şüphesiz Türk heyetinin ele alınacak bu konularda temel dayanağı Millî Mücadele’nin ana programı olan ve Türkiye’nin egemenlik ve bağımsızlık hedefini ortaya koyan Mîsâk-ı Millî idi.
Ayrıca TBMM Hükûmeti, Türk delegasyonuna 14 maddelik bir talimatname vermişti. Talimatnamede Türkiye’nin sınırlarının ne şekilde belirlenmesi ile idari, askerî, ekonomik ve hukuki konulardaki egemenliğinin tam anlamıyla temin edilmesi ve Ermeni yurdu teklifinin asla kabul edilmemesi yer almaktaydı.
LOZAN'IN BAŞARI KISTASI
Böylece Türkiye Lozan’da, hukuken olmasa da Birinci Dünya Savaşı’nda ve öncesinde fiilen kaybettiği toprakları geri alma gibi bir amaç gütmemiş; saha-siyaset ilişkisini dikkate alarak gerçekçi bir politika takip etmişti. Bu açıdan Lozan’ın başarı kıstası olarak Mîsâk-ı Millî’yi göz önünde bulundurmak daha doğru olacaktır. Aynı şekilde Lozan’dan önce İtilaf Devletleri tarafından dikte edilen Sevr Anlaşması şartlarını göz önünde bulundurmak ve bu şekilde kıyaslama suretiyle bir sonuca ulaşmak da en gerçekçi neticeyi verecektir.
Zikredilen başlıklardan “Türkiye-Yunanistan” sınırına bakıldığında; Anadolu’yu işgal eden ve nihayetinde büyük bir başarısızlığa uğrayan Yunanistan ile sınırların tespit edilmesi büyük bir engel teşkil etmişti. “Trakya” Sınırları iki yönden ele alınmıştı. Doğu Trakya ile savaş tazminatı olarak sadece Karaağaç’ın Türkiye’ye bırakılması temin edilmişti. Fakat Türk heyeti, Batı Trakya’ya yönelik Mîsâk-ı Millî’de yer alan plebisit yapılmasını kabul ettirememişti. Sevr’de ise Doğu Trakya sınırı Çatalca hattından geçmekteydi. Doğu Trakya’nın elde edilmesi büyük bir kazanımken, yoğun Türk nüfusun bulunduğu Batı Trakya’da en azından plebisit yaptırması için daha büyük gayret sarf edilebileceği değerlendirilmektedir.
Ege’deki “Adalar” meselesinde ise Trablusgarp Savaşı’nda İtalya’nın işgal ettiği 12 Ada (Menteş Adaları) ile Balkan Savaşları’nda Yunanistan’ın işgal ettiği kuzeydeki Ege Adaları tartışma konusu olmuştu. 14 maddelik talimatnamede, Türkiye’ye yakın adaların elde edilmesi hedeflenmişti. Bu çerçevede; Türkiye’nin Çanakkale’nin güvenliği için kendisine bırakılmasını istediği Gökçeada ve Bozcaada’nın egemenliği ile diğer Ege Adalarının askerlikten arındırılması konusunda istekleri temin edilmişti. Ancak Türkiye’nin talep ettiği Semadirek ile fiilen Yunanistan kontrolünde bulunan diğer adalar Yunanistan’a, 12 Ada ise İtalya’ya bırakılmıştı. Şüphesiz başta Meis Adası olmak üzere Türkiye’ye çok yakın adaların İtalya ve Yunanistan’da kalması hedefin dışında bir feragat olmuştu. Ancak bu adaların zaten işgal altında olduğu; üstelik Sevr’de Türkiye’ye bırakılan iki adanın yanı sıra Doğu Trakya ile İzmir ve çevresi Yunanistan’a verildiği hatırlanmalıdır. Dolayısıyla Lozan’da, Sevr’deki tüm bu hususlar kazanılan askerî zafer sayesinde geçersiz kılınmış; Ege’deki adaların alınamaması üzerine Türkiye buraların askerden arındırılması şartını kabul ettirmişti.
TÜRKİYE-IRAK SINIRI VE MUSUL
“Türkiye-Irak Sınırı ve Musul” meselesine bakıldığında; İngiltere ile büyük tartışmalara sebep olmuş ve Lozan Antlaşması’nın kabulünü etkilememesi için bu sorunun 9 ay içerisinde Türkiye ve İngiltere arasında çözülmesi kabul edilmişti. Böylece Lozan’da Musul meselesinin halledilemediği; yine de Türkiye’nin bu konuda kararlı ve sonuna kadar müzakereleri sürdüren bir tutum takındığı görülmektedir. Sevr’de ise Irak sınırında Güneydoğu Anadolu’nun bir bölümünü de içerecek şekilde özerk Kürt bölgesinin kurulması ve akabinde bağımsız bir devlet olarak kurulabileceği yer almaktaydı. Böylece Irak sınırında Sevr’e kıyasla önemli bir kazanım sağlanırken Mîsâk-ı Millî’ye göre Türkiye’ye dâhil olarak kabul edilen Musul Vilayetinin sınır dışında kalması bir eksiklik olacaktı.
SURİYE SINIRI
“Suriye Sınırı” ise Fransa ile imzalanan 20 Ekim 1921 Ankara İtilafnâmesi ile geçici olarak belirlense de Lozan’da aynen kabul edilmişti. Böylece Mîsâk-ı Millî’de öngörülen sınırlarından Hatay ve İskenderun ile Halep kuzeyi sınır dışında kalmıştı. Bu eksik kısım 1939’da Hatay ve İskenderun’un Türkiye’ye katılması ile bir ölçüde telafi edilmişti.
İSTANBUL VE BOĞAZLAR
Başkent “İstanbul ve Boğazların” durumuna bakıldığında ise Lozan’a göre İstanbul’un askerden arındırılmış bir şekilde Türkiye’ye bırakılması kabul edilmiş; Boğazlar ise Antlaşma’ya ek bir sözleşme ile belirlenmiş ve Boğazların uluslararası bir komisyon gözetiminde Boğaz girişindeki adalar dâhil silahlardan arındırılması ve gidiş-geliş serbestliğini denetlemesi kabul edilmişti. Bu durum Mîsâk-ı Millî’deki “İstanbul ve Marmara Denizi’nin güvenliği tehlikelerden uzak tutulacak biçimde düzenlenecek.” ibaresine uygun düşse de Türkiye, Boğazlar üzerindeki egemenliğini kısıtlayan hususların varlığını ancak 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi sayesinde kaldırabilmişti.
KAPİTÜLASYONLAR
Yine Lozan’da Türk heyetinin üzerinde durduğu en hassas konulardan biri olan “Kapitülasyonlar” meselesi, Mîsâk-ı Millî’de belirtildiği “Siyasi, mali ve adli gelişmemizi engelleyen sınırlamalar kabul edilemez.” üzere tamamen kaldırılmıştı. Aynı şekilde “Osmanlı Borçları”nın ödenmesi hem taksite bağlanmış hem de Osmanlı’dan ayrılan devletlere de paylaştırılmıştı. Bu bakımdan Kapitülasyonlar ve borçlar meselesinde Lozan’da Mîsâk-ı Millî ölçüsünde başarı sağlanmıştı. Sevr’de ise bu konularda büyük devletlerin denetimini ortaya çıkaran ve egemenlik haklarını ortadan kaldıran ağır hükümler bulunmaktaydı ki Türkiye’nin geleceği noktasında Lozan’daki bu kazanımların ne denli önemli olduğu anlaşılmaktadır.
“Azınlık” hükümleri de çok detaylı bir şekilde Lozan’da ele alınmıştı. Mîsâk-ı Millî’nin azınlık maddesi, “karşılıklı mütekabiliyet esasında göre azınlıklara haklar verilebileceğine” ilişkindi. Sevr’e kıyasla Lozan’da Türkiye’nin iç hukukunu önceleyen ve egemenlik haklarını ortaya koyan maddeler yer almış; böylece diğer devletlerin azınlıklar bahanesiyle Türkiye’nin iç işlerine müdahale edebilecek bir kazanım elde etmesine imkân verilmemiştir.
Yine Lozan’da elde edilen bir diğer önemli kazanım ise “Ermeni” meselesidir. Başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletlerinin, Türkiye’nin Doğu sınırında Ermenistan’a toprak verilmesi talebine karşı çıkılmıştır. Türk heyeti tarafından bu konunun tartışılmasına dahi müsaade edilmediği ve çok net bir tavır ortaya konulduğu görülmektedir.
Şu ana kadar açıklandığı üzere İsmet Paşa (İnönü) başkanlığındaki Türk heyeti, bahsedilen başlıklarda bazen bir ülke ile bazen de karşısındaki tüm ülke temsilcileriyle sert ve zorlu müzakerelerde bulunmuştu. Bunun bir neticesi olarak Kasım 1922’de başlayan görüşmeler 4 Şubat 1923’te kesilmiş ve heyetler Lozan’dan ayrılmıştır. Ancak tarafların, müzakerelerin devam etmesine yönelik karşılıklı beklenti ve niyet taşıması üzerine Nisan ayında yeniden Lozan görüşmeleri başlamıştı. Konferansın kesintiye uğraması dahi, Türkiye’nin İtilaf Devletlerinin isteklerini kabul etmeyen kararlı ve dirençli müzakere politikasının bir yansıması olarak değerlendirilmelidir.
ZORLU DİPLOMASİ
Lozan Konferansı, Türkiye tarafının kazanılan askerî zaferi diplomatik olarak taçlandırmak, tam bağımsızlık ilkesi ve Mîsâk-ı Millî’yi gerçekleştirmek için gittiği; bu kapsamda büyük kazanımlar elde ettiği, belli konularda da müttefiklerin isteklerini kabul ettiği bir antlaşmaya dönüşmüştü. Böylece Lozan’ın karşılıklı tavizlerin olduğu bir antlaşma olarak değerlendirmek gerekir. Zira Antlaşmayı ortaya çıkartan uzun bir diplomatik pazarlık süreci olmuştur. Bu gibi diplomatik uzlaşıların en doğal eylemi, karşılıklı fedakârlık yapılmasını gerekli kılmaktadır ki ortak bir karar alınabilsin ve antlaşma sağlanabilsin.
Nihayetinde 24 Temmuz 1923 tarihinde Türkiye ile İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya) ve diğer davetli devletlerin (Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven devletleri) imzasıyla 143 madde ve 17 protokolden oluşan Lozan Antlaşması imzalanmıştır. Lozan Antlaşması, 23 Ağustos 1923 tarihinde TBMM’de oy çokluğuyla onaylanmıştır.
(Lozan Antlaşmasına göre Türkiye haritası)
Lozan Antlaşması;
- Türkiye’nin bağımsız ve egemen bir devlet olarak varlığının uluslararası arenada tanınması,
- Türkiye sınırlarının Mîsâk-ı Millî’ye yakın bir şekilde temin edilmesi,
- Türk topraklarında Ermenilere yurt verilmesi talebinin reddedilmesi,
- İdari ve adlî Kapitülasyonların kaldırılması,
- Azınlıklara Türkiye’nin egemenliğini kısıtlayıcı hakların verilmemesi,
- Osmanlı borçlarının istediği şekilde ödenecek olması gibi birçok başlıkta isteklerin karşılandığı; özetle Türkiye’yi her yönden esarete altına almayı planlayan Sevr projesini geçersiz kılan bir antlaşmadır.
Bununla birlikte,
- Musul Vilayetinin Türkiye sınırlarına dâhil edilememesi ve çözümünün sonraya bırakılarak risk alınması,
- Ege’de Türkiye kıyılarına çok yakın adaların Türkiye’ye bırakılmaması ve Trakya sınırında tam istenilenin gerçekleştirilememesi gibi hususlar bağlamında Türkiye’nin konferans başında benimsediği ve Mîsâk-ı Millî’de yer alan hususlar elde edilememişti. Şüphesiz bu eksiklerin ortaya çıkmasında zikredilen yerlerin işgal altında olması da belirleyici olmuştu.
Esasında Türkiye, Millî Mücadele’nin askerî safhasında işgalden kurtardığı topraklarda egemenliğini tesis ederken, işgal altındaki topraklara yönelik kazanıma ulaşamamıştır. Bu durum, diplomatik zaferlerin elde edilmesinde sahada varlık göstermenin ve askerî başarının ne denli önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. O süreçte Türkiye’nin, elindeki tüm imkânları seferber ederek mümkün olan en geniş kapsamlı askerî harekâtları gerçekleştirdiği unutulmamalıdır.
DENGELİ BİR SONUÇ
Lozan; sadece Yunanistan’a karşı kazanılan askerî zaferin diplomatik olarak taçlandırılacağı bir arena olmamıştır. Aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesinin sonuçlarının ödenmek zorunda olduğu, bu bakımdan dengeli bir sonuca razı olunan bir Antlaşmadır.
Yani Lozan, Türk tarihinde ne “Büyük bir hezimet” ne de “Eşsiz bir zafer”dir. Ayrıca Lozan’ı bugünün bakış açısıyla değil, dönemin şartlarıyla değerlendirmek gerekir. Zira o dönem Türk ordusu topyekûn bir millî dayanışmayla iaşe edilmekteydi. Sürdürülebilir bir ekonomi ise yoktu. Ayrıca yıllardır devam eden savaşlarda kayıplar yaşayan nüfusun da savaşı sürdürebilme kapasitesi sınırlıydı. Nitekim Türkiye, yıllar içerisinde siyasi, diplomatik, askerî, ekonomik ve insani gücünü artırdıkça daha etkin bir hale gelmiştir. Bu kapsamda Lozan’da temin edemediği Boğazlar ve İstanbul’un tam egemenliğini elde etmiş, Hatay ve çevresini de sınırlarına dâhil edebilmiştir. Şüphesiz Lozan, yıllardır devam eden savaş halini bitirmesi ve kalıcı bir barış sağlaması bakımından da Türkiye açısından hayati önemi haiz olmuştur. Bu sayede Türkiye, uzun bir süre sonra savaşlardan başını kaldırarak içeride kapsamlı reformlara yönelmiş, ülkenin kalkınması ve gelişmesine yoğunlaşabilmiştir. Aynı şekilde yıllardır devam eden savaşlarla milyonlara varan kayıplar yaşadığı nüfusunun başta eğitim olmak üzere nitel ve nicel yönden gelişmesine yönelmiştir.
ÖNEMİ ASLA İNKAR EDİLEMEZ
Nihai olarak değerlendirmemize göre Lozan, dönemin şartları içerisinde fedakârlıkların yapılmak zorunda kalındığı, ancak büyük kazanımların da elde edildiği önemi asla inkâr edilemez bir antlaşmadır. Kanaatimizce bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgesinde ve dünyada etkin bir güç olarak hemen her alanda varlık göstermesinde Lozan Antlaşması ile elde ettiği hakların belirleyici bir katkısı bulunmaktadır.
Sonuç itibarıyla Lozan, Türkiye Cumhuriyeti için önemli ve kritik bir uluslararası belgedir ve bizler için pek çok tarihi hadisede olduğu gibi ilham ve ibretler sunmaktadır. Lozan’ın, nasıl zor şartlar altında gerçekleştirilen Milli Mücadele sonunda başarıyla elde edildiği düşünülerek bu fedakârlıktan ilham alınmalı; aynı şekilde Lozan’ın eksik kalan yönleri daha iyisine ulaşmak için irdelenmelidir.
TÜRK MİLLETİNİN ORTAK DEĞERİ
Ve son olarak tarihe, sadece kendi ideolojimize uygun peşinen kabullerle değil, eleştirel yaklaşabilmek de gereklidir. Bu eleştiri ideolojik değil, doğruyu bulmak ve daha iyiye ulaşmak maksadıyla olmalıdır. Ayrıca her tarihi hadise hakkında kesim hüküm verilmesi diye bir şart da yoktur. Esas olan, olayların hangi şartlarda ne şekilde meydana geldiğinin tüm yönleriyle ve doğru kaynaklarla ortaya konulabilmesidir. Ayrıca tarih, bir milletin bilhassa Türk milletinin ortak değeridir. Bu yönüyle ayrıştırıcı ve suçlayıcı değil, ilham ve ibretleriyle birleştirici olmalıdır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bugün her birimize düşen görev; hangi işi yapıyorsak yapalım ülkemize ve asil milletimize faydalı olmak için azami gayret göstermek; daha büyük, daha güçlü bir Türkiye hedefiyle azim ve kararlıkla çalışmaktadır.