Tahta geçtiğinde 49 yaşında olan I. Abdülhamid Han kendisini, beş yıldır ağır kayıplarla devam eden ve Osmanlı Devleti'ni; askeri, mali, sosyal vb. birçok açıdan buhrana sokan Osmanlı-Rus Savaşı içerisinde bulmuştur.

Sultan I. Abdülhamid’in Şehzadeliği ve Tahta Çıkışı

I. Abdülhamid (Abdülhamid-i Evvel), 20 Mart 1725’de İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Babası Sultan III. Ahmed, annesi Râbia Şermi Sultan’dır.

Abdülhamid Han 5 yaşında iken, babası Sultan III. Ahmed’in tahttan indirilmesine şahit olmuş; akabinde amcazadeleri ile ağabeyi Sultan III. Mustafa’nın saltanatları süresince, (yaklaşık 44 yıl gibi uzun bir süre) Topkapı Sarayı’ndaki dairesinde şehzadelik hayatı geçirmiştir.

Bu uzun süreç sonunda, tahtta bulunan ağabeyi Sultan III. Mustafa’nın vefatı üzerine, Osmanlı hanedanının en büyük üyesi olarak (Ekber ve Erşed sistemi gereği) 21 Ocak 1774 tarihinde padişahlık makamına gelmiştir. Esasında kendisine çok uzak bir ihtimal olarak görünen Osmanlı tahtı, diğer üç ağabeyi Şehzade Mehmed, Şehzade Numan ve Şehzade Bayezid’in muhtelif tarihlerdeki vefatlarıyla ona nasip olmuştur.

Tahta geçtiğinde 49 yaşında olan I. Abdülhamid Han kendisini, beş yıldır ağır kayıplarla devam eden ve Osmanlı Devleti’ni; askeri, mali, sosyal vb. birçok açıdan buhrana sokan Osmanlı-Rus Savaşı içerisinde bulmuştur. Savaşın kötü gidişatına vakıf olan padişah, mevcut sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa’yı görevine devam ettirerek Osmanlı-Rus Savaşını bitirmeye yönelik bir politika izlemiştir.

Osmanlı-Rus Savaşı’nın Sonu ve 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması

Sultan I. Abdülhamid Han, tahta geçtiğinde Osmanlı-Rus Savaşı, altıncı yılına girmişti. Savaşın seyri içerisinde Ruslara karşı kazanılan bazı savunma zaferlerine rağmen Rus Ordusu, muhtelif bölgelerde Osmanlı birliklerini mağlup ederek Osmanlı topraklarını işgal etmişti. Bu süreçte yaşadığı kayıpları geri alarak bir barış yapmak niyetinde olan Osmanlı Devleti, Şumnu ve Kozluca’daki muharebelerde Rusların yeni askeri başarılar elde etmesiyle başka kayıplara uğramış; dolayısıyla da Rusların barış teklifi kabul edilmek zorunda kalmıştı.

Türk ve Rus murahhasları arasında yapılan görüşmeler sonunda 21 Temmuz 1774’te, 28 maddeden oluşan Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya göre, Osmanlı toprakları içerisindeki Azak başta olmak üzere Kırım ve çevresindeki bazı kaleler (Kılburun, Kerç ve Yeni Kale) Rusya’ya terk edilmişti. Kırım ise Osmanlı egemenliğinden alınarak bağımsız bir statüye sokulmuş; Rusya’ya İstanbul’da daimi elçi bulundurma hakkı ile denizlerde ticaret gemilerinin serbest dolaşımı gibi ticari imtiyazlar verilmişti. Osmanlı Devleti, Rusya’ya üç taksit halinde 15.000 kese altın (dört buçuk milyon ruble) savaş tazminatı ödeyecekti. Bununla birlikte antlaşmanın, Osmanlı kayıplarının daha çok olmasını engelleyen maddeleri de vardı. Zira Rusya, savaş sırasında işgal ettiği Eflak, Boğdan, Akkirman, Kili, Özi, Bender vd. kaleleri Osmanlı Devleti’ne iade etmeyi kabul etmişti.

Bu antlaşma ile 1683’de başlayan Osmanlı-Rus Savaşlarından beri iki devlet arasında birkaç kere el değiştiren ve neticede bir Osmanlı toprağı olarak kalan Azak ve çevresi, 90 yıllık mücadele sonunda Rusya’nın idaresine girmişti. Savaş sırasında kaybedilen birçok yer, geri alınsa da özellikle bir Müslüman toprağı olan Kırım, Hristiyan bir devletin isteği ile bağımsız hale getirilmişti. Bu durum Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesinin ilk adımı olacaktı.

Antlaşma ile oluşan yeni statüde, dini bakımdan Kırım’daki Müslümanların, Müslümanların Halifesi olan Osmanlı padişahına bağlılığı devam edecek ve Cuma Namazlarındaki Hutbe de padişah adına okunacaktı. Buna karşılık Rusya, Osmanlı tebaasında önemli bir yekûn teşkil eden Hristiyan Ortodoksların hamisi olacak ve bu konuda Osmanlı Devleti’nin içişlerine müdahale etme yollarını arayacak bir maddeyi Osmanlı Devleti’ne kabul ettirmişti.

Küçük Kaynarca Antlaşması’nın imzalanmasına sebep olan Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1774’e kadar olan süreçte, bir devlete karşı aldığı en ağır askeri yenilgi sonunda, ağır şartlarda imzaladığı bir antlaşma idi. 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması’nda büyük toprak kaybı olsa da bu antlaşma beş farklı devletin yer aldığı Müttefik Haçlı birliği ile yapılmıştı. Neticede Küçük Kaynarca Antlaşmasından sonraki süreçte yaşanan gelişmelere bakıldığında, Osmanlı Devleti'nin uluslararası arenada diplomatik gücünün ve askeri prestijinin önemli ölçüde azaldığı görülmektedir.

Sultan I. Abdülhamid Dönemindeki Diğer Önemli Gelişmeler

Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı Devleti’ni meşgul eden büyük bir meseleye son verildikten sonra Sultan I. Abdülhamid, iç problemlerin halledilmesine yönelmişti. İdari anlamda birçok önlem alarak disiplini sağlamaya çalışan padişah, 1775-1882 yılları arasında sık sık sadrazamlık değişikliği yapmıştı. Nitekim Yağlıkçızade Derviş Mehmed Paşa, Darendeli Mehmed Paşa, Kalafat Mehmed Paşa, Silahtar Seyyid Mehmed Paşa, İzzet Mehmed Paşa ve Yeğen Seyyid Mehmed Paşa olmak üzere altı farklı sadrazamı göreve tayin eden padişah, 1782’de ise Halil Hamid Paşa’yı sadaret makamına getirmiştir.

Bu dönemde Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle taşrada ortaya çıkan asayişsizlik ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda Anadolu’da bir süredir devlet otoritesini tehdit eden Leventler bertaraf edilmiş; Suriye’de ortaya çıkan Zahir El Ömer’in isyanı 1775’te bastırılmıştır. Aynı şekilde Mısır’da isyan eden Kölemenler kontrol altına alınmış ve İran’ın kışkırtmasıyla hareket eden Bağdat’taki Kölemenler ile mücadele edilmiştir.

Arap Yarımadasının güneyinde ortaya çıkan Vehhabilik bu dönemde önemli bir sorun olarak gündemde olmuştur. Şeyh Muhammed Bin Abdülvehhap ile Necid hâkimi Suudlar arasında yapılan ittifakla, Vehhabilik ve Suudların egemenliğini genişletme çabaları vuku bulmakta ve bu durum Osmanlı Devleti’ni uğraştıran bir sorun olarak genişlemekteydi.

Yine bu dönemdeki önemli siyasi gelişmelerden biri de Sultan I. Mahmud devrinde tesis edilmiş olan İran ile sulh ortamının bozulması ve çatışmaların başlamasıdır. 1775 yılında sınır olayları nedeniyle başlayan Osmanlı-İran arasındaki savaş ortamı, büyük bir savaşa dönüşmese de İran’ın Basra ve Bağdat’a yönelik işgal girişimleri ile devam etmiştir. Osmanlı-İran Savaşı, iki taraf için de bir kazanım olmadan dört yıl kadar devam etmiş ve 1779 yılında, eski sınırlar aynı kalmak üzere iki devlet arasında sulh tesis edilmiştir.

Yine bu dönemde Fas, Hindistan ve Özbek hükümdarlarıyla yakın ilişkiler tesis edilmiş; Prusya, İsveç, İngiltere ve Fransa ile de münasebetler olumlu seyirde devam etmiştir.

Sultan I. Abdülhamid döneminin başlangıcında Akdeniz’de bulunan Rus Donanmasının Küçük Kaynarca Antlaşması ile geri yollanması önemli gelişmelerden biridir. Nitekim Osmanlı Donanması, bilhassa Kaptan-ı Deryâ Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın faaliyetleri ile Akdeniz sahillerindeki otoritesini yeniden devam ettirmeye çalışmıştır.

1785 senesinde, Sadrazam Halil Hamid Paşa’nın da içinde bulunduğu bir bürokrasi grubu tarafından, padişahın yeğeni Şehzade Selim’i (Sultan III. Selim: 1789-1807) tahta çıkarma teşebbüsü; Gazi Hasan Paşa’nın, olayı Sultan I. Abdülhamid’e ihbar etmesiyle engellenmiştir. Bu olayın ortaya çıkmasıyla azledilen ve akabinde idam edilen Halil Hamid Paşa’nın yerine evvela Hazinedar Şahin Ali Paşa ve akabinde Koca Yusuf Paşa sadrazam olarak tayin edilmiştir.

Osmanlı-Rus Çekişmesi ve Kırım’ın Rusya Tarafından İlhakı

Fatih Sultan Mehmed döneminde Osmanlı hâkimiyetine alınan ve padişahların tayin ettiği Kırım Hanları tarafından özerk bir şekilde yönetilen Kırım Hanlığı, Küçük Kaynarca Antlaşması ile bağımsız hale getirilmişti. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etme isteğinin ilk adımı olan bu durum, kısa sürede Osmanlı ve Rusya arasında, nüfuz mücadelesini ortaya çıkarmıştır. Dini yönden Kırım Müslümanları, Osmanlı Padişahı/Halifeye olan bağlılıklarını devam ettiriyordu. Dolayısıyla Osmanlı idaresi de Kırım’ı geri almak niyetinde idi. Rusya ise Karadeniz’de varlık tesis etmek gayesiyle Kırım’ı ilhak etmek istiyordu.

Kırım’da başlayan isyan girişimi ve han seçimi yüzünden iki devlet arasında ortaya çıkan gerginlik, 1779 Aynalıkavak Tenkihnamesi ile kısa süreliğine engellenmişti. Bu kapsamda isyanı bastırmak için Kırım’a giren Rus birlikleri geri çekilirken Osmanlı Devleti de Rusya’nın isteğiyle Şahin Giray’ın hanlığını kabul etmişti. Ayrıca bu mutabakatla Rusya, Eflak ve Boğdan’daki Hristiyanlarla ilgili söz sahibi olmaya çalışmış; bu kapsamda Hristiyanlara ait arazilerin eski sahiplerine iadesi ve kilise yapılması gibi maddeleri metne ekletmişti.

Fakat 1783’te, Rus taraftarı olan Kırım Hanı Şahin Giray’ın yönetiminden memnun olmayan Kırım halkı, yeniden bir isyan başlatmış ve Şahin Giray, Kırım’ı terk etmek zorunda kalmıştı. Bunun üzerine aradığı fırsatı bulan Rusya, ordusunu yeniden Kırım’a göndermiş ve Şahin Giray’ı yeniden hanlığa getirmişti. Yaşanan gelişmeler karşısında Rusya’ya yeniden bir savaş ilan etmeye, o dönem için kendini yeterli görmeyen Osmanlı Devleti, 9 Ocak 1784’te “Kırım Senedi” ile Kırım’ın Rusya’ya terkini resmen kabul etmiştir.

Rusya’nın Kırım ve Balkanlar’daki yayılma siyasetine karşı Osmanlı Devleti bu dönemde Kafkasya’da nüfuzunu kuvvetlendirmeye çalışmıştır. Padişahın emriyle Karadeniz’in kuzeydoğusundaki Anapa ve Soğucak kaleleri tamir ve tahkim ettirildikten sonra bölgeye gönderilen Ali Paşa tarafından Çerkez kabileleri ile iletişime geçilmişti. Osmanlı Devleti, Çerkez kabilelerinin bir araya getirmeye çalışarak bölgede Osmanlı nüfuzunu tesis etme yolunda büyük başarı sağlamıştı.

1787-1792 Osmanlı-Rus ve Osmanlı-Avusturya Savaşlarının Başlangıcı ve Gelişimi

Kırım’ı aldıktan sonra Rusya’nın, Osmanlı topraklarındaki emelleri genişlemişti. Bu durum diğer Avrupa Devletlerinin Osmanlı’dan toprak alma hayallerini de güçlendirmekteydi. Bunlardan biri olan Avusturya’nın da Rusya ile yakınlaşarak Osmanlı aleyhine faaliyete geçtikleri görülmekteydi. Nitekim Rusya ve Avusturya temsilcileri, Peteresburg’da bir araya gelerek hazırladıkları Rum/Grek Projesi ile İstanbul başta olmak üzere Rumeli ve Balkanlar’daki tüm Osmanlı topraklarını kağıt üzerinde paylaşmışlardı.

Osmanlı Devleti ise Kırım’ı tamamen kaybetmesinden dolayı büyük bir prestij kaybına uğramış; iç kamuoyunda da Kırım’ın kaybı, büyük bir rahatsızlık ve endişeye yol açmıştı. Rusya’nın saldırgan tutumu da artınca Osmanlı Devleti, Rusya’ya ve müttefiki Avusturya’ya savaş ilan etmişti.

Savaşın başlamasıyla iki cephede mücadele eden Osmanlı Ordusu, 1788’de Tımışvar üzerinden saldırıya geçen Avusturya Ordusunu, Sadrazam Koca Yusuf Paşa’nın idaresinde Muhadiye ve Şebeş’te durdurmuş ve önemli iki zafer kazanmıştır. Fakat aynı dönemde Osmanlı birliklerinin Rusların kontrolündeki Kılburun Kalesi üzerine gerçekleştirdiği hücumu püskürten Rus Ordusu, Dinyester Nehri’nden Osmanlı topraklarına saldırı başlatmıştır.

Ruslar ilk olarak stratejik önemi haiz olan Karadeniz’in kuzeybatı kıyısındaki Özi Kalesini kuşatmıştı. Osmanlı Donanmasının Cezayirli Hasan Paşa idaresinde bu şehre yardım ulaştırma çabaları sonuçsuz kalmış ve Rus kuşatması yarılamamıştı. Sonuç olarak Rus Ordusu, 1789 senesinde Özi’yi işgal etmiş ve buradaki Müslüman halkın büyük bir bölümünü kılıçtan geçirmiştir. Akabinde bölgedeki önemli merkezlerden Yaş, Hotin ve Anapa kaleleri de Rusların işgaline uğramıştır.

Sultan I. Abdülhamid Dönemindeki Islahatlar ve Mimari Faaliyetler

Sultan I. Abdülhamid döneminde siyasi ve askeri başarısızlıklar yaşanmasına rağmen, devletin içinde bulunduğu durumdan mütevellit ıslahata hareketlerine devam edilmiştir. İdari anlamda taşrada bozulan düzen tesis edilmeye çalışılırken diğer yandan da önceki padişahlar döneminde özellikle askeri alanda başlayan yenilikler devam ettirilmiştir. Özellikle askeri faaliyetlerin ihtisaslaştırılması kapsamında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Nitekim 1775’te Mühendishane-i Bahri Hümayun (Deniz Harp Okulu) açılmıştır. Bu kapsamda Osmanlı Donanmasında da yenileşme faaliyetleri olmuş; gemilerin tamiri ve yeni gemilerin denize indirilmesi gerçekleştirilmiştir. Yine 1776 senesinde Donanma için Tersane Mühendishanesi, 1784’te ise İstihkâm Okulu açılmıştır. Aynı şekilde Sürat Topçuları ocağı ıslah edilirken, Topçu birlikleri ve Humbaracı sınıfının daha etkili olabilmesi için teknik ve eğitimsel anlamda bir takım yeni uygulamalar hayata geçirilmiştir. Osmanlı Ordusunun kuruluşundan itibaren iki ana birliği olan Tımarlı Sipahiler ve Yeniçerilerin de bu dönemde ıslah edilmeye çalışıldığı görülmektedir.

Sultan I. Abdülhamid döneminde gerçekleştirilen ıslahat ve yeniliklerin yanı sıra, her padişah devrinde olduğu gibi bu devirde de mimari faaliyetlere de devam edilmiştir. Padişah tarafından 1777’de Sirkeci’de bir imaret ile yanına bir çeşme, sıbyan mektebi, medrese ve kütüphane yaptırılmıştır. Kendi türbesinin de yer aldığı bu imaret, türbesi hariç daha sonra yıkılmış olup yerinde bugün IV. Vakıf Hanı bulunmaktadır. 1778’de ise annesi Râbia Sultan adına Beylerbeyi sahilinde bir cami ile muvakkithâne, hamam ve sıbyan mektebi inşa ettiren padişah, Beylerbeyi İskele Meydanı başta olmak üzere İstanbul’un çeşitli bölgelerinde çeşmeler yaptırmıştır. Yine bu dönemde, birçok mimari yapının tamir/yenileme işlemi gerçekleştirilmiştir.


Sultan I. Abdülhamid’in Vefatı ve Hakkında Değerlendirme

Osmanlı- Rus Savaşı devam ederken Sultan I. Abdülhamid, sadrazam tarafından kendisine gönderilen -Rusların Özi’yi işgalini bildiren- yazı okunurken aniden rahatsızlanarak felç geçirmiştir. Yapılan müdahaleye rağmen kurtarılamayan padişah 7 Nisan 1789 tarihinde, 64 yaşında iken vefat etmiş; Fatih/Bahçekapı’da kendi yaptırdığı türbesine defnedilmiştir.

Sultan I. Abdülhamid’in içinde bulunduğu şartlardan dolayı diğer padişahlar gibi iyi bir eğitim alamamış olduğu ifade edilse de iyi niyetli, ıslahatlara açık, aynı zamanda sakin tabiatlı, merhametli, duygusal ve dindar olduğu görülmektedir. O’nun tahta geçtiğindeki en büyük talihsizliği, ağabeyi Sultan III. Mustafa döneminde başlayan ve ağır kayıplarla devam eden Osmanlı-Rus Savaşı idi. Bu savaşı sona erdiren I. Abdülhamid, o tarihe kadar Osmanlı Devleti’nin tek bir devlet karşısında imzaladığı en olumsuz antlaşmayı imzalamak mecburiyetinde kalmıştı. Bu dönemde devlet, içişlerinde birçok isyan girişimini ve asayişsizlik oluşturan meseleyi bertaraf etmeye çalışsa da vuku bulan savaşlar, artık Osmanlı maliyesini yıpratmaya başlamış; sosyal ve ekonomik sorunlar artmıştı. Siyasi ve askeri kayıpların yaşandığı Sultan I. Abdülhamid döneminde Osmanlı Devleti, artık dünyanın en büyük devleti olma vasfını da tamamen kaybetmiş ve bu güç o dönem için Fransa’nın eline geçmişti.

Önemli Kaynak

(Münir Aktepe, “Abdülhamid I”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c.1, ss.213-216)

(Kemal Beydilli, “Küçük Kaynarca Antlaşması”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c.1, ss.524-527)