Hazreti Ömer; "Bana ayıplarımı gösteren kişiden Allah razı olsun" demiştir.

Hazreti Ömer; “Bana ayıplarımı gösteren kişiden Allah razı olsun” demiştir. Günümüzde usulünce bile olsa ayıpları söylemek bir yana dursun, insanlık beğenilme müptelası olmuştur. Oysa iyi arkadaş, dostunun hayrını isteyen kişidir. Toplumu düşünen vicdan sahibi herkes yanındakinin, komşusunun, öğrencisinin, arkadaşının kötülüklerden uzak durmasını ister. Bu anlamda da hassasiyet taşır. Ancak özellikle de gençlikte zaaflarının esiri olabilecek nice genç, arkadaş kurbanı olup zararlı alışkanlıklara bulaşmaktadır. Bir sigaradan, bir kadeh içkiden ne olacak ki deyip arkadaşını o korteje çekecek bahaneler uydurmaktadır. Çünkü ayıplarını yanlışlarını görmek yerine kendisine taraftar bulup nefsini tasdik edecek yeni kurbanlar bulmaya yönelmektedir gençler.

İnsan kendini bilmeli

Uzun yıllardır, temel bilimlerin kurumsallaştığı zamanlardan beri aileyi temel bir yapı taşı olarak tanımlıyoruz. Ailede verilecek eğitimin öneminden bahsediyor, çocuklarda duyguların, hazların, zaafların yönetilmesinde ailenin çok önemli olduğunu söylüyoruz. Ancak bugün aile içine kadar girmiş olan bir takım araçlarla bireylerin hazları dışarıdan yönetilebiliyor ve hatta küçük yaştan itibaren cep telefonuyla çocukların kimyasıyla oynanabiliyor. Filmlerde işten gelen birinin yorulunca bir kadeh içki alması meşru gösterilebiliyor. Ya da özgürlük ve bireysel yaşam içinde sapkınlık çok olağanmış gibi verilebiliyor. Tüm bu ve buna benzer daha birçok yoldan çıkarılmaya müsait haz tetikleyici unsurlar bir araya geldiğinde insan özellikle de gençler kendilerini tanımak yerine, dışarıdan verilen kişilik tanımlamalarına uyumlanmakta mahsur görmüyorlar.

Otokontrolü kaybetmek

İş eğitime gelince de zaten orada da başka bir sıkıntı var. Eğitimde kendi tarihimizi ve değerlerimizi ezberin ötesine taşıyamadığımızdan ayrıca eleştirel düşünmek gibi bir yetenek kazanamadığımızdan hiç olmadığı kadar zaaflarımıza yenik düşüyoruz. İnsanın emredici nefse karşı durması tüm bunların ortaya koyduğu dışarıdan müdahaleler varken daha da zorlaşmış durumdadır. Eski devirlerde mürşid, usta, hoca gibi bilgelerin değer gördüğü devirlerde bir çocuk bir delikanlı bu şahsiyetlerin rahleyi tedrisatından geçer, hatta tüm mahalle; kadını, erkeği, genci, yaşlısı, meczubu nefsine uyacak da rezil olacak diye bir edeb, adap içinde kendilerine çeki düzen verirlerdi. Otokontrol sistemi vardı; İnsan kendini bilir, tanır ve kendine yabancı olmaktan utanç duyardı. İşte kendini kendine anlatan bu bilgelerin verdiği reçeteler yüzyıllar boyunca bizim Anadolu irfanının kök saldığı yerlerde hala dipdiri durmaktadır. Amma velakin dışarıdan verilen hipnotize edici uyaranlar neslimizin kendisini tanımak yerine kendinden nefret eden, acıyan, ezik bir güruh olmaları için uğraşılmaktadır.

Zaafları yönetebilmek

Kimisi çocuğuna aşırı düşkündür, kimisi paraya aşıktır, kimisi uykuya müpteladır, kiminin arabası kiminin kitapları veya kimisi beğenilmek ve tasdik edilmek konusunda aşırıya varacak derecede zaaf gösterebilir. Sigara, alkol ve yabancı madde, kumar, şekerli yiyecekler bunlara hiç değinmedim bile. Çünkü bunlar zaaflarımızı yönetemediğimiz noktada hazdan bağımlılığa varacak derecede tehlikeli durumlardır. Zaaflarına yenik düşenler zaman içinde kalpleri kararır ve sağlıklı düşünemez hale gelirler. Önemli olan bu noktaya gelmeden zaaflarımızın farkına varabilmek ve önlem alabilmektir. Zaaflar bazen genetik bazen de sonradan çevresel etmenlerle oluşabiliyorlar. Zaaflarımızın bizi yönettiği bir ortamda adaletten, hakkaniyetten yani kısacası bir ahenkten bahsedemeyiz. Kısa zaman içinde insanın kendini bilip, kendine ve etrafına verdiği zararları fark edip toparlanması gerekir. Özellikle gençlik hazların tutsağına kolaylıkla düşülebildiği dönemlerdir. Genç arkadaş bu dönemde ailesi, iyi arkadaşlar ve iradesiyle zaaflarını yönetmeyi öğrenirse gelecek yıllarda kendindeki açıkları bildiğinden zaafların getirdiği tuzaklara karşı bir savunma mekanizması geliştirecektir. Helal ve haram, yararlı ve zararlı, güzel ve çirkin gibi kavramların onun hayatında nasıl bir değişikliğe yol açacağını bildiğinden onu yoldan çıkaracak bir hayata yaklaşmayacaktır ve ayakları geri geri gidecektir. Zayıf yönlerini bilen bunların üzerine giden her yaştan insan mutlaka zaaflarını yenecektir. Kararlı, inançlı ve gayretli bir tavır içinde olmak zaafların zamanla körelmesine sağlam irade karşısında varlık gösteremeyeceğinden kendini yok edecektir, yenilgiyi kabul edecektir. Yeter ki hak ve hakikatten ayrılmadan sağlam bir irade gösterelim vesselam.

ÇEVREYE SİZ SİZ OLUN BİR ŞEY ATMAYIN

Son yıllarda farkındasınız değil mi? Dünya büyük bir imtihanla karşı karşıya. Koronayı daha tam atlatamamışken bir anda Marmara Denizi’nde deniz salyası adı verilen bir kirlilik ve hatta bazı uzmanların değişiyle denizin ölümü meydana geldi. Bu haber beni çok üzdü ve hala da üzülüyorum. Tabi deniz uzun zamandır sinyal veriyor olmuş olmalı ki bir anda bu durum oluştu. Sadece bunun bu noktaya gelmeden alınması gereken önemler yok muydu diye düşünüyorum. Tabi olan oldu. Şimdi bununla ilgili sadece bir kurum veya bir kişiyi sorumlu görmek de anlamsız. Doğa bize bir mesaj veriyor. İnsan gibi yaşayın diyor. Aslında biz evde evsel atık ve geri dönüştürülebilen atıkları ayrıştırıyoruz. Evsel atıklar kompost oluyor. Ama bununla da yetmiyor ki, kimyasallardan kurtulmak lazım. Bir anda bu da olacak bir şey değil. Fakat şunu yapacağıma inanabilirsiniz. Sokakta yere bir şey atan kim olursa ben de ona ya o attığı şeyi üşenmeyip geri atacağım ya da kafasına bir şey fırlatacağım. O kadar hassasım bu konuda. O yüzden siz siz olun yere bir şey atmayın. Kafanıza geri gelen bir şey olursa bilin ki o benim.

ÇOCUKLARI SEVİN.

Bırakın çocuklar eğlensinler, bırakın hava alsınlar, bırakın yaşasın çocuklar. Ahh çocuklar aaah.. Hani nerede kumdan kaleler yapan çocuklar. Kuyruğunu sallayan uçurtmalardan bihaber çocuklar! Beton bloklar, caddeler, bulvarlar, meydanlar, iç içe kaynıyor insanlar. Çağın en trend hastalığı sanal bağımlılığı. Özgür çocuk ayağı toprağa değecek. Yerde ne var; yer boncuk, gökte ne var; gök boncuk diyecek. Devran çiçeklerle böceklerle dönecek. Masum melekler ve masum çocuklar kelebeklerle renklenecek. Su akacak ırmak olacak, ağaçlar kök salacak, dal dal orman olacak. Güneş ısıtacak, ay aydınlatacak. Bir masal akacak yüreğimizden. Hayaller kök salacak, ümitler çiçek açacak, meyve verecek kutsal inançlarımız. Soy soylayacak, boy boylayacak. Ne diyor ak saçlı bilge! Çocukları sevin, onları üzmeyin. Onlar için; bu yaşta ne yapacak demeyin. Çocuk bu büyür büyür, küçülür. Küçülür de tekrar büyür. Çocuklar hayata hazırlanacaklar, mahkûm olmadan hayata. Kimlik kişilik sahibi olacaklar. Yalnız yeter ki biz büyükler önlerine engel koymayalım. Cehaletin kurbanı olmayalım. Onlarla duygudaşlık kuralım. Acı, keder ve sıkıntı ile terbiye olmaz insan. Yalnız sevgi ile ayağa kalkar insan. Yalnız sevgi ile kurtulur insan tasadan ve yalnızlıktan.

Doç.Dr. Meliha Yıldıran Sarıkaya

“KILIÇ MI KESER HİMMET GİYENİ”

Bâzı kelimelerin anlam kapasiteleri bâzılarına nazaran daha geniş ve çeşitlidir. Bu özellikleri bu tür kelimelerin daha fazla rağbet görmesine yol açar. Bir başka ifâdeyle bu kelimelerin bahtları açık tâlihleri yâver olur. Fakat bu ifâde zenginliği farklı anlamalara da zemin oluşturacağı için zaman içinde kelimeyle kastedilen mânâ muğlak kalabilmekte, anlam zihinde net ve doğru şekilde açılamamaktadır. Bu kelimeler Türkçe kökenli de yabancı menşeli de olabilir. Türkçe kelimelere nispetle Arapça ve Farsça gibi müşterek kültür havzasından gelen kelimelerde bu problem biraz daha karmaşık hâle gelebilmektedir. Öyle ki kaynak dillerde kelimeye verilen karşılıklar Türkçeye bütünüyle aktarılmamakta, bâzen alınan kelime kendi dilindeki karşılığın uzağına düşebilmekte, bâzen mecâzî anlamları gerçek anlamın yerine ikame edilebilmekte, alınan kelimler bâzen de neredeyse zıt anlamlarıyla dilimize yerleşebilmektedir. Dilimize Farsça üzerinden gelen Arapça kökenli kelimelerde bu farklı kullanımlara tâbir câizse bir de Farsçanın yorumu eklenir. Bu yorum kelimenin Arapça karşılıkları arasından birinin öne çıkartılması şeklinde olabileceği gibi kelimenin telaffuzu üzerinde bile görülebilmektedir. Örnekleri hiç de az olmayan bu kelimelerden biri, Farsça metinlerden dilimize intikal eden Arapça kökenli “himmet” kelimesidir.

Himmet bizi, Bektâşî geleneğinde yer alan bir menkıbenin çağrışımı üzerinden Yûnus Emre’ye bağlamaktadır. Bu menkıbe bir anlamda Yûnus’un himmete ilticâ ederek Yûnus Emre olma hikâyesidir. Bu yöneliş ona mânâ âleminin kapısını aralamış, o günden bugüne sözü nefesi her dem tâze kalmıştır. Yûnus’un himmetle irtibâtını ilk olarak Hacı Bektâş-ı Velî’ye dâir başlıca bilgi kaynaklarından olan Vilâyetnâme’de görürüz. Daha sonra himmet kavramı Yûnus’un diline yerleşecek, şiirlerinde bu kelimenin geniş anlam dâiresinden istifâde edecektir.

Vilayetnâme’de yer alan meşhûr kıssaya göre Yûnus bir kıtlık vaktinde Hünkâr Hacı Bektâş’ın kapısına buğday talep etmek niyetiyle vâsıl olur. Yanında hediye olarak alıç getirmiştir. Hacı Bektâş-ı Velî, Yûnus’a buğday yerine nefes teklif eder. Bu hususta ısrarcı da olur, getirdiği her bir alıç çekirdeği başına on nefes vereceğini söyler. Buğday ihtiyâcı için yola çıkan Yûnus niyetinden dönmez, o da buğday tercihinde ısrarcı olur. Buğdayı yükleyip dergâhtan ayrıldıktan sonraki menkıbede “hamamın öte yanındaki yokuşu çıkar çıkmaz” şeklinde ayrıntı da mevcuttur, bu tercihi sebebiyle nedâmet getirir. Hak erenlerinden nefes yerine buğday istemekle büyük hatâ ettiğini, buğday sebebiyle nasipten mahrûm kaldığını idrâk eder. Verilen buğday zâten birkaç gün içinde tükenecektir. “Döneyim, tekrar varayım belki gene himmet eder.” düşüncesiyle tekkeye avdet eder ve bu defâ karârını gayet açık bir ifâdeyle, “Erenler bana himmet ettiği nasîbi versin, buğday gerekmez bana.” cümlesiyle beyân eder. Hünkâr ise, “O iş bundan böyle olmaz, o kilidin anahtarını Tapduk Emre’ye sunduk. Ona gitsin, nasîbini ondan alsın.” buyurur. Ayrıntılar bir tarafa hikâyenin sonu mâlumdur; bu tâlimâta eyvallâh diyen Yûnus, Hacı Bektâş’ın selâmıyla Tapduk Emre’ye giderek hâlini arzeder. Tapduk Emre selâmı ve zâten kendisine mâlûm olan emâneti alır kabul eder. Fakat Tapduk’un kapısındaki teâmül biraz farklıdır. Tapduk Emre Yûnus’u, “Hizmet et, emek ver, nasîbini al.” diyerek ceht ve gayret yoluna sevkeder. Yûnus’un mânevî tekâmül mâcerâsı böylece başlamış olur.

Esâsen gerek nefes gerek nasip ve himmet kelimeleri, lugat anlamlarının fevkinde hayli geniş anlam alanlarına sâhip dinî tasavvufî kavramlardır. Bunlar arasında özellikle himmet, Türkçe dinî edebî metinlerde Yûnus Emre’den de önce meselâ Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’inde, hattâ ondan da önce Kutadgu Bilig’de “mürüvvet” kelimesi ile birlikte Türkçenin tabiî seyri içerisinde kendisine yer bulmuş kelimelerdendir. Fakat himmetin dilimize yerleşmesi, kaynak dil olan Arapçadaki öncelikli anlamlarının biraz uzağındaki bir anlam üzerinden olmuştur. Himmet Arapçada; kasıt, azim, niyet, meram ve gayret karşılıklarını almakta iken Türkçede; lutuf, kerem, mürüvvet, ihsân gibi mânevî yardım anlamı kazanmış veya kelimenin bu anlamı öne çıkmıştır. Yûnus’un muhayyilesinde ise bu yardım, giyilen kuşanılan bir kıyafete evrilmiştir. “Işk bâzirgânı ser-mâye cânı” mısrâı ile başlayan meşhûr Yûnus ilâhîsinde himmet, ölümden veya ölümlülükten koruyan bir kalkan gibi tasavvur edilmiştir;

Zihî bahadur cân terkin urur

Kılıç mı keser himmet giyeni (353/2)

Hak erenlerinin yâni âşıkların yoldaki sermâyeleri, cânlarıdır. Cânını başını bu yola koyan er kişi himmet kuşanır. Himmet kuşanan himmet sâhibi olur; himmet sâhibi için ölüm bir son değildir. Yûnus da ezelî istîdâdı ve irâdesiyle mürşid-i kâmili olan Tapduk Emre’nin “Hizmet et, emek ver, nasîbini al.” tavsiyesine tâbî olarak nefes, nasip ve himmet sâhibi bir velî olmuştur. Onun hayâtı baştan sona himmeti buğdaya, mânâyı maddeye tercih etme hikâyesidir. Türkçe üzerindeki himmeti de bâkîdir.

O BİR ÖĞRETMEN

O bir Down sendromlu öğretmen. Kendisi gibi çocuklara eğitim verilen bir okulda özel eğitim öğretmenliği yapıyor ve hayali bu okulda müdür olabilmek. Filistin Gazze’de yaşayan Hiba el-Şerifa muhteşem bir yüreğe sahip. Her ne kadar yakından görememiş olsak da videodan gözlerindeki ışıltıyı ve içtenliğini bizlere çok iyi geçiriyor. Annesi kızıyla gurur duyuyor. Çünkü Hiba hem çocuklara gönül vermiş bir öğretmen hem de evde her işini annesinden yardım almadan yapabiliyor. Hiba yaptığı işin onu heyecanlandırdığını söylüyor. Bende bu sözlerin bir öğretmenden duyulabilecek en güzel söz olduğunu düşünüyorum. Hiba izlediğimiz videoda kendisi gibi Down sendromlu çocuklara sahip çıkılması onlara güzel sözler söyleyerek teşvik edilmesi gerektiğini anlatıyor. Hepimiz için aynı şey geçerli değil mi? Dünyada aslında öyle güzel gönül hikâyeleri var ki ama biz hep kötülerine takılıp kalıyoruz.

ARTI EKSİ

Artı

Pazardan doğaya geri dönüşüm

Gastronomi dünyasının Nobeli sayılan Basque Culinary World Prize'da 2 yıl üst üste dünyanın en iyi 10 şefi arasına giren ilk ve tek Türk şef olan Ebru Baybara Demir'in kurucuları arasında yer aldığı Topraktan Tabağa Tarımsal Kalkınma Kooperatifi ile doğaya geri döndürülen projeler üzerinde çalışıyor. Diyarbakır'da Kayapınar Belediyesi ve gönüllüler ile birlikte 'Topraktan Toprağa - Organik Atıkların Dönüştürülmesi' projesi kapsamında özellikle pazar yerlerindeki sebze meyve atıkları her gün düzenli olarak toplanıp, arazide ayrıştırılıp bir dizi işlemden geçirildikten sonra organik gübreye dönüştürüyor. Tarımsal kuraklığın etkilerini azaltıp, yıpranan toprağın iyileştirilmesi, verimin artırılması ve sağlıklı gıdaların üretilmesi amacıyla semt pazarlarında çöpe giden sebze meyve atıkları gönüllüler tarafından toplanıp, çeşitli işlemlerin ardından kompost gübreye dönüştürülerek yeniden tarıma kazandırılıyor.

Eksi

İfşa edilmeli

İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü Türkiye’deki yerel gündemlerin yüzde 47’sinin, küresel gündemlerin yüzde 20’sinin sahte olduğunu açıklamış. Haziran 2015 ile Eylül 2019 dönemini kapsayan araştırmada, 2019 yılının eylül ayına kadar bilgisayar yazılımları tarafından oluşturulan 108 bin "bot", yani sahte hesabın ortaya çıkarıldığı ifade ediliyor. Buna bakıldığında haberin doğruluğu ve kaynağı hatta kaynağının bile en az iki, üç yerden kontrol edilmeden inanılmasının mümkün olmayacağını göstermektedir. Çünkü kaynağına bakmadan inandığınız haberin doğru ağızdan verildiğini de bilemezsiniz. Sahte hesaba gerek duyanın da haberi sahte olacağı gerçeğini bilmeliyiz. Doğru sözün saklanmaya ihtiyacı yoktur. Bu sahte hesaplar ifşa edilmelidir.

ALTERNATİF TIP!

Modern tıp ve alternatif tıp diye bir ayrım var. Oysa tıp yani tababet bilimi bir bütündür. Çağın hastalıkları ve yine çağın teknolojik imkânlarına göre hekimlik bilimi, farklı hastalıklar ve farklı tedavi imkânlarını mümkün kılar. Son yıllarda resmi olarak adına tamamlayıcı tıp dediğimiz klasik ve kadim bilgilerin kullanılması ile birlikte modern tıbba destek unsuru olan bir ilim olduğunu uzun zamandır biliyoruz. Bunun adına “alternatif” dediğimiz zaman bir iletişim kazasına uğruyoruz. Sanki birkaç tane tıp var ve ona karşı da oluşan başka bir tıp var ve bunlar birbirlerinin rakibi gibi lanse ediliyor. Oysa bugün doğru adıyla “tamamlayıcı tıp” modern tıbbı tamamlaması bakımında bir alternatifi değil birbirinin tamamlayıcısı konumundadır. Aslına bakarsak bugün adına modern tıp dediğimiz bilimin de atası ve kökeni bugünkü tamamlayıcı tıptır. Araya ilaç sanayiinin girmesi ile birlikte yön değiştiren tıp dünyası bugün aslını inkâr edemeyecek bir konuma gelmiştir ve kökenlerine ihtiyaç duymaktadır. Tıp dediğimiz zaman tek bir şeyden bahsediyoruz.