TOPLUM OLMAK

Ümit G. CEYLAN 29 Haz 2023

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Son zamanlarda en çok konuştuğumuz konulardan biri de toplumsal yapının korunmasına yönelik gösterdiğimiz hassasiyetler.

Son zamanlarda en çok konuştuğumuz konulardan biri de toplumsal yapının korunmasına yönelik gösterdiğimiz hassasiyetler. Dünyanın geldiği şu son kertede adeta bir kaos bir tünelden önceki son çıkış tarzındaki konuşmalarla yüreklerimiz kabarıyor. Bazen karabasan gibi üzerimize gelen çeşitli felaketlerle içimiz daralıyor bazen dünyanın hala yaşanabilir güzelliklerini görünce de içimiz ferahlıyor. Acaba diyorum medya ile her şeyin bu kadar görünür olması mı bizde bu kadar büyük etki yaratıyor? Çünkü eskiden her şey bu kadar görünür değildi. Bunca olan bitenden haber alınamıyordu. Bu aslında her olan biteni bilmenin de çok iyi bir şey olmadığını göstermiyor mu? Az bilmek insanın daha temiz kalmasını da sağlıyor. Toplumlar acayip şeylerden hızla etkileniyor. Hatta özellikle etkilenmesi için bir sürü saçma sapan şeyler ortalığa dökülüyor. Bazı şeylerin gizli kalıp öylece üzerinin örtülmesi de her zaman çok kötü değilmiş diyorum. Çünkü kötü olanın, yanlış olanın duyulmasının kime ne yararı olacak? Bilmesi gerekenler bilsin ve gereği yapılsın yeter. 

Birlikte hareket etmek

Toplumun en değerli kabiliyetlerinden biri bir olabilmek ve birlikte hareket edebilmektir. Yanlışı kınamak, doğruyu kucaklamak toplumun özelliklerinden en önemlisidir. Toplum kendi değerlerini oluşturur ve bunu korur. Bölünmemek, parçalanmamak için toplum, bayram gibi, kandil gibi, milli ve manevi duygular etrafında sarıp sarmalayan ve kendi içinden doğan bu hasletlerle varlığını devam ettirir. Özellikle bizim gibi geçmişi çok eskilere dayanan toplumlar kolay kolay dağılmazlar, içlerindeki kodlara sıkı sıkıya bağlıdırlar. Bir kalkışmada veya karşı saldırıda hiç düşünmeden ayağa kalkan toplumlardanız. Hatta belki de tekiz. Kendi içimizden gibi görünüp nereden geldiği belli olmayan güruhları da bir bölgeye sıkıştırır orada kontrol içinde tutarız. 

Birimiz hepimiz için

Toplumsal varlığımız bireyi dışlamaz. Tam aksine olgun bir bireyin toplumun varlığı ve devamlılığı için esas olduğunu bilir ve ona göre de bireyin eğitimine büyük önem verir. Sadece okumak, yazmakla değil kendini bilen bireyin toplumda büyük değer göreceğini ve toplumun yapısına olumlu katkıda bulunacağını bilir. O yüzden Türk aile yapısı önce bireyi ve beraberinde içinde bulunduğu aileyi ve aileyi de içinde bulunduğu mahalleyle birlikte esas alır. Yani Türk toplum yapısı içten dışa bir daire şeklinde bir bütünü görür. Ne birini diğerine önceleyip diğerini dışarı da bırakır ne de bireyi tek başına yüceltir. Hepsinin aynı anda önemli olduğunu bilen Türk toplum yapısı en ufak yara almaktan imtina eder ve tehlike anında da kendini otomatik olarak korumaya alır. 

Birey kendine değer katmalı

Sağlıklı toplum için gerek fizyolojik gerek psikolojik olarak ve zincirin son halkası olarak toplumdaki yeri açısından da kişilerin, sağlıklı olması ve kendini sürekli olarak yaratılışına uygun bir şekilde yapılandırması gerekmektedir. Bugün maalesef toplumları içten çökertmeye yönelik bazı planlı hareketler gençleri kullanmaktadırlar. Geçmişte de benzer akımlar tarihte her zaman en elverişli grup olan gençleri hedef almıştır. Ancak günümüzdeki içerik daha öncekilerden daha aşağı ve mide bulandırıcıdır. Çeşitli fikir ve anlayışlarla gençleri doğal hallerinden saptırmaya çalışan akımlarla toplumun adeta altı oyulmaya çalışılmaktadır. Bu durumda gençlerimizin dimağlarını temiz tutmak ve onları türkü şeytani oyunlardan uzak tutmak için çok uyanık olmak zorundayız. Çocuklarımız, gençlerimiz bencillik tuzağına da düşmeden birey olarak toplumu nasıl yücelteceğini bilmeli ve bu değerler içindeki fonksiyonunu çok iyi anlamalıdır. Hayatımızda hatalar yapabiliriz ancak bazı hataların bedeli çok ağır olmaktadır. Çocuklarımızı ve gençlerimizi toplumun en önemli unsurları olarak görüyoruz. Bu yüzden asla onların yalnız bırakmamalıyız. Toplumumuz ve insanlık ailesi yüce değerlerle donanmış bireylerin üzerinde yükselecektir vesselam.

BAYRAM VATAN KOKUSUDUR

Haziran ayının yarısını sırasıyla İsviçre, Avusturya, Almanya’da geçirmiş olarak diyebilirim ki vatanımdan başka güzel kokan bir yer yok. Hani bülbülü altın kafese koymuşlar o yine de illa vatanım demiş ya, benim ki de işte bu manada vatanımdan daha güzel bir yer yok. Mana âleminde değilseniz sadece madde âlemindeyseniz tercihinizi ona göre belirliyorsunuz. Her ülkenin kendine has güzellikleri, özellikleri var elbette. Ancak her şeyiyle Türkiye’min kokusu bambaşka. Daha uçaktan al bayrağımı görür görmez şehitlerimin kokusunu alıyorsam, iner inmez toprağımda peygamberimizin izinden giden erenlerin, alplerin, evliyaların gül kokusunu alıyorsam, İstanbulum’un kendine has deniz kokusunu, mahalleme gelir gelmez hanımeli, yasemin kokusu beni karşılıyorsa bayram benim için vatanımdır. Daha güzel ve kutlu bir mutluluk düşünemiyorum. Hür ve onurlu bir şekilde ülkemde vücut buluyorum. Rabbim hiç birimizi bu duygulardan azat etmesin. Bu kalbî duygularımla hepimizin bayramı kutlu olsun. 

AĞABEYİN VARSA

ftk2906

Kardeşini veya kardeşlerini beklemek için yola erkenden çıkmış, kendini henüz anlayamadan kardeşlerine mihmandarlık etmeye gönülden razı olan kişidir abi. Sırtını yaslayacağın, dağ, tepe tırmanırken arkana bile bakmana gerek duymadan kendini bırakabileceğin bir eldir abi. Daha ilkokul yıllarında kahvaltını hazırlayan, beslenme çantanda bulunacak şeyleri dahi hazır hale getirip çantana koyan kişi abidir. Bisiklet binmeyi, altı parçalı uçurtma yapmayı, rengârenk kuyruk takıp uçurtmayı uçurtmasını öğretendir abi. Bütün hatalarının, suçlarının sonuçlarını üzerine alan, anne, baba kızmasın diye öne atlayandır abi. Yıllar geçse de yine aynı koruma ve kollama aynı sevecenlikle seyahate gitmeden önce, önüne ekmekleri koyup bunları kendine yolluk hazırla diyen kişidir abi. Hatta unutmayıp bir de yanına iki kutu pudingi de verip metal kaşığı da yanına düşünen kişidir abi. Yıllar geçti hepimiz çoluk çocuğa karıştık hüzünle barışık iki insan olduk. Şimdi vefa ve sadakat ile birbirimizi bırakmamaya gözlerimizle ant içtik. Umulur ki abi ve kardeş, kardeşler şu kısacak ömürde birbirilerini kırmasınlar anlayıp, kollayıp gözetsinler. İnsanın en ihtiyaç duyduğu şey birbirine uzatacağı sevgi, şefkat ve yardım elidir. İnsanın hayatta bir ağabeyi olsun. Başın sıkıştığında ararım iki lafın belini kırar konuşuruz diyebileceğin, hallerimize gülüp geçeceğimiz ve uzakta da olsak iyi dileklerimizle birbirimizi düşündüğümüz, derdin derdimdir diyebileceğimiz bir abiniz olsun şu hayatta. Bu yüzden çocukluk anılarımın en keskin karakteridir abim. Çocukluğumuzun en saf en masum hallerini unutturmayan tüm abilere selam olsun. 

VATAN SEVDASI,

Suna YILDIRIM

Bugün Kurban Bayramının ikinci günü bu vesileyle öncelikle herkesin bayramını içtenlikle kutluyorum.  Anavatanımızdan uzakta yaşayan vatandaşlarımız, günler ve hatta aylar öncesi bayram için plan program içinde olurlar. Tatlı tatlı hayal kurarlar ve heyecan duyarlar. Çünkü bütün yurt dışında yaşayanlar anavatanlarında bayramı idrak ettiklerinde sıla hasretini gidermiş olurlar. Benim gibi Avrupa ve dış ülkelerde bayramını geçirenler için ise, doğal olarak sıla burukluğu yaşarlar.

Herkes bayramını ana vatanında geçirmek ister elbette. Sıla hasretini dindirmek için yaşadığı Avrupa topraklarından yola çıkmak için hazırlanırlar. Hummalı bir ön hazırlık döneminden sonra yaz tatili havasına girerler. Avusturya’da bu yıl okul tatiliyle Kurban Bayramının kesişmesinden dolayı okula giden çocukları olan aileler de dâhil, hemen herkes, erken tatil sürecine girdiler. Gerek kendi arabasıyla gerek havayoluyla gidecek olanların vatan sevdası ve yaşanan sevinçleri görülmeye değerdi doğrusu. Bu bir tatlı telaştır. Bu tatlı telaşı görmek değil yasamak gerekir aslında. Haftalar hatta aylar önce başlar hediyelik alışverişler, indirim pesinde koşmalar. Çaylar, kahveler, çikolata indirimleri… Gurbetçi eli boş gitmez sevdiklerinin yanına; bizim kültürümüzde az da olsa, küçük küçük hediyeler hazırlanır. Bu yüzdendir tatlı telaşlarımız ve hummalı koşuşturmalarımız. Hediyelerimiz de bu yolculukta olmazsa olmazımız… 

Çoğunun valizi 1 ay öncesinden konur odanın bir köşesine, eline geçen atılır içine ve aldıklarını koyar ki; son anda unutulmasın diye. Son güne kadar eksikler ve yapılacaklar bitmez ama son günde de araba yolculuğu için yolluklar hazırlanır. Komşu komşuya, ya da arkadaş dost akraba hep yardımcıdır bu konuda birbirine. Türkiye sevdamız kelimelere sığmaz. Özellikle Türkiye’de doğmuş, büyümüş, yetişmiş kişilerin özelidir bu izin yolculuğu. En çok da ailesini eşini dostunu vatanında bırakmışların arzusu her yıl izine gitmek. Ben mesela en çok da ailemi ve annemin yemeklerini özledim. Memleketimin insanını, havasını, suyunu kısacası her şeyini özledim. "Bülbülü altın kafese koymuşlar; ah vatanım da vatanım demiş" Biz de öyleyiz; vatan sevdasıyla ve hasretiyle yanıp kavruluyoruz işte. 

Şimdi bayramdayız ve Müslümanlar olarak tüm dünyada bayramı idrak ediyoruz. Sevinç ve hüznü bir arada yaşıyoruz. Sevdiklerine kavuşanlarımız sevinci ve coşkuyu birlikte yaşarken, bizim gibi gurbettekiler özlemi ve hüznü bir arada yaşamış oluyoruz. Türkiye topraklarına, yani anavatanımıza ayak basmamız, Ay yıldızlı al bayrağımızı görmemiz kadar huzur veren ne olabilir ki!

Evet! Vatana sevdalıyız biz. Çünkü vatan demek, milletçe özgürlük ve bağımsızlık yaşamak demek. Vatan demek, iffet ve namus demek. Vatan demek ekmek ve su kadar kutsal demek. Vatan demek bayrak ve ezan demek. Yağan, yağmur ve yağan kar, esen rüzgâr, çakan şimşek demek. Vatan demek, bir şarkı, bir türkü, bir hoyrat, bozlak demek. Kalbe dokunmak, vicdan demek. Vatan demek sen, ben  o; hepimiz demek. Evet! Vatana sevdalıyız biz. Vatandan uzaklaştıkça vatan hasreti yakalar içimizi. İşte o zaman anlarız vatanımızın değerini. Tekrar hayırlı bayramlar vesselam.

ALMANYA’DA GAZETELER

Dünya’nın her yerinde olduğu gibi Almanya’da da dijital gazetecilik ve buna bağlı uygulamalar hızla kendini gösteriyor. En son bir habere göre Bild gazetesi, tamamen dijital bir dönüşümle gazeteciliği yeniden ele alacağını duyurmuştu. Gazetecilik mesleğinin nereye gidiyor sorusunu aslında sürekli soruyoruz. Ancak bu türden haberler çoğaldıkça iletişim fakülteleri ne gibi hazırlıklar içindeler diye ayrıca bir düşünce sarıyor bizleri. Buna rağmen Almanya’da mahallelerde fotoğraftaki bu gazete kutularını görebilirsiniz. 1,6 euroya satın alınabilen bu gazeteler hafta sonu gazeteleri, yerel gazeteleri veya belirli alanlarda uzmanlaşmış gazeteler olarak çeşitleriyle okuyucuya ulaşıyorlar. Dijital dünyanın içindeyken bu otomatların buralarda durması, kutuya para attığınızda geçmişe yolculuk yapabileceğiniz hissini veriyor. Bununla birlikte yaşlı Alman nüfusunun hala gazete satın aldığını ve okuduğunu biliyoruz. Ancak genç nüfusun bir kısmı da hala gazete okuyor. Fakat hızla dijitalleşme gazetelerin araç fonksiyonunu değiştirecek. Ama ne kadarı nasıl etkilenecek bunu zaman içinde göreceğiz. Almanya ve Japonya hala dünya çapında bakıldığında gazete basma ve okuma oranı en yükseler ülkeler arasında ilk beşte yer alıyor. Türkiye’de ise durum tamamen farklı. Dijitalleşme ile birlikte basılı gazete satın alma ve okuma hızla azaldı. Bu aslında biz gazeteciler için üzücü. Belki de Türkiye’deki gazeteciler olarak bizlerin şapkayı önümüze koyup düşünmemiz lazım.

TÜRKİYE’DE SURATLAR ASIK

Batı Avrupa’da en dikkat ettiğim şey insanların sürekli teşekkür etmesi, özür dilemesi ve suratlarının asık olmaması. Bunu bir Avrupalı olarak üstün gördüklerinden dolayı da yapıyor olabilirler. Onların neden böyle olduklarından çok asıl bizim bir Müslüman Türk olarak neden suratlarımızın asık olduğuna cevap aramamız gerektiğidir. Sokakta, toplu taşımada, araç koltuğundaki şoföre kadar herkesin suratı asık. Kasiyer, yolda yürüyen insanımız, garson, hastanede memurumuz nereye baksam tebessüm eden birini neredeyse görmüyorum. Ben gülümsemek istiyorum acaba beni aptal mı zannederler diye endişe ediyorum. Almanya’da özel araçla yolcu ederken kırmızı ışıkta durduk. Yanımızdaki araca baktım gayri ihtiyarı. Özel aracın şoförü beyefendi ile göz göze gelince kendisi gülümsedi. Ben de kendimi kötü hissettim bir an. Ama bunun altında başka bir şey aramaya gerek yoktu. İnsanlar birbirlerine selam veriyorlar. Ancak bu bizde olsa bir yandan kültürel açıdan da çok uyumlu bir şey olmayacağı kesin. Evet! Gülümseyelim. Teşekkür edelim ve özür dilemesini de bilelim. Yani birbirimize kayıtsız kalmayalım. Suratlarımız da asık olmasın artık. 

“POST-TRUTH” ÇAĞINDA YAPAY ET İMALATI

ŞİRKETLERİN GERÇEK HEDEFİ NEDİR?

Mürvet KARA

İnsanların hayvansal gıdalardan elde ettiği proteinler sağlıklı ve dengeli beslenmenin bir parçasıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, vegan ve vejetaryen bireylerin hassasiyetleri gibi pek çok konu hayvanların hangi koşullarda ve ne tür amaçlar için kullanıldıklarına dair soru işaretleri çerçevesinde birleşiyor. İnsanlar doğal, sağlıklı ve dengeli beslenirken sürdürülebilir bir dünya için çevreye daha az zarar vermenin yollarını da arıyorlar. Peki! Sürdürülebilir bir dünya için yapay etle beslenmek şart mıdır? 

Euro News’in haberine göre geçtiğimiz günlerde ABD Tarım Bakanlığı ilk defa laboratuvar ortamında üretilen tavuk etinin satışına onay verdi. Habere göre bakanlık hayvanlara verilen zararı ortadan kaldırmayı ve hayvansal atıkların çevresel etkilerini azaltmayı amaçlıyor. Merkezi Kalifornia’da bulunan Upside ve Good Meat adlı iki şirket canlı hayvanlardan, döllenmiş yumurtalardan ya da özel bir hücre bankasından gelen hücrelerden gerçeğine çok yakın görünen tavuk etleri üretiyor. Good Meat'i işleten Josh Tetrick; "Kesilen tüm bu hayvanları beslemek için kullanılan onca toprak ve onca su yerine, bunu farklı bir şekilde yapabiliriz" diyor. Şirketin ABD’den karar çıkmadan önce de Singapur’da yapay etleri sattığı biliniyor. Ayrıca üçüncü bir şirketin de yapay et üretmesine izin verildi. Şirketler ilk üretimlerin sınırlı olacağını vurguluyor. Ancak Upside, tesislerinden birinin yıllık yapay et imalatını 184 tona kadar yükseltmesi hedefleniyor. Hücre bazlı gıdalar uzmanı Sebastian Bohn, bu ürünlerin pazarını 10 yıla kadar genişleteceğini söylüyor. Ayrıca Sebastian Bohn’un ilaç, biyoteknoloji ve gıda şirketleri için tesisler tasarladığı ve inşa ettiği biliniyor.

Akla ilk gelen soru şu; neden önce Singapur? 2021 yılında hayvanlar üzerinde yapılan deneyler konuşuluyordu. Bu deneyleri yapan şirketlerin isimlerinin bulunduğu listeler açıklanmıştı. Hayvanlar üzerinde deneyler yapan şirketler kadar hayvanları beslemek için kullanılan toprak ve suyu hesaplayan şirketler de gündeme gelmelidir. Şirketlerin kar marjının artması ile daha sürdürülebilir bir dünya için yapay et üretmek arasındaki ilişkinin ekonomik ve siyasi çıkar grupları çerçevesinde araştırılması gerekiyor. Bu türden girişimlerin toplumsal, biyolojik sonuçları araştırılmalıdır. Şirketlerden şeffaf bir şekilde gerçek hedeflerini açıklaması bekleniyor. Sanırım işler bir endüstri etrafında birleştikçe kafalar karışıyor. Öyle ya da böyle, doğal et ya da yapay et hepsinin bir endüstriyel tarafı varsa açık ve net cevaplar alabilmek zorlaşıyor. Böyle devam ederse insanlık eninde sonunda ayrıma gidecek endüstriye mahkum olanlar ve olmayanlar olarak.