HÜZÜN İLE CİHAD

Ümit G. CEYLAN 21 Mar 2024

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Gerçekten yürekten iman edenler kesinlikle dünya üzerinde yapayalnızlar. İman edenleri ancak Allah anlar, ancak onun rahmeti insana huzur verir, hüzünlerini giderir. Hatta o öyle bir haldir ki kuytu bir köşede Allah'ı ile dertleşmek, kimsenin bilmediği yaralarını deşmek, ancak O'na açmakla muazzam bir zevk duyar.

Bu, dünyada eşi benzeri olmayan ve iman sahibini dünyadaki her duygudan uzak durmayı yeğleyen bir durumdur. Adeta dünya duygularına açılmış bir cihad halidir iman sahiplerinin durumu. Tabi her şeyde olduğu gibi imanın da dereceleri var. Allah her namazı kabul etmediği gibi her iman ettim diyen ve kalbi ile tasdik edilmeyen imanı da sorunlu bulur. Çünkü din samimiyet demektir. Din İslam’dır ve ihlas ister. Dünyada iman sahiplerini nasıl tanırız diye soracak olursak sanırım bugün Filistin’e bakmamız lazım. Onlar yalnız bırakılmanın derin hüznünü yaşıyorlar. Dünyadaki bütün duygulara savaş açmışlar ve bunu da imanlarıyla gösteriyorlar. En küçüğünden en büyüğüne onur sahibi bu milletin vakarı ve duruşu imanlarından geliyor.

Hüzün mevsimi

Bizler olan biteni medyadan izlerken de bir çeşit mücadele içindeyiz. İnsani duygularımızı harekete geçirememek bir anlamda elimizin Filistin’e uzanamaması bizi bir çeşit cihad ile baş başa bırakıyor. Hüzün ile baş başa kalarak bir cihad içinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Elimizden gelen üç beş şeyle Filistin ve Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize eşlik etmeye çalışıyoruz, o kadar. Başka da bir şey yapamıyoruz. Bu cihad değil de nedir? Elimizde düşmanı yenebilecek yegâne şey şu anda o ürünleri almayarak boykot etmek. Bir zamanlar paralar akıttığımız o ürünleri almayarak cihad seferberliğine giriştik. Elimizden daha fazlasını yapamadığımız için haklı olarak öfkemizi dindirmeye başka yararlı olabilecek taraflara kanalize etmeye çalışıyoruz. Hüznü iliklerimize kadar hissediyoruz. Onlar orada asla güvende değilken korkularını bile terk etmişken bizlerde burada onların o cihadının kırıntısına bile talibiz. Hüzünleri ile yapayalnız baş başa kalarak bize de hüzün mevsimini gönderdiler. Hüzün ile cihad bir arada şu dünyanın cemal ve celal tecellisi arasında savrulmamak için bizde hüzün ile nelerle cihad edebiliriz diye düşünüyoruz. Gerçekten de çok zormuş insanın alıştıklarından vazgeçmesi. İşte bu vazgeçiş de bir cihad.

Vazgeçiş

Sevinmekten, kahkahalarla gülmekten vazgeçiş, keyfi alışverişler yapmaktan uzak durmak, az yemek, az su içmek, kendimizi her adımda kontrol etmek, kendini layık gördüğü yerlerde bulamamak ve daha nicesini yazabileceğimiz insani şehvetlerimizden bir vazgeçiş halindeyiz. Hakkımız olsa bile vazgeçiş halindeyiz. Kötülüğe ancak bu şekilde cihad edebiliyoruz. Çünkü elimizde top yok, tüfek yok, bomba yok. Olsa ne olacak sanki. Asker değiliz ama nefsimizin askeri olabiliriz değil mi?

Bu cihadın parçası olabilmek

Cihadlarının bir parçasına bizi de kattıkları için Filistin halkına ne kadar dua etsek haklarını ödeyemeyiz. Sayelerinde biz de aşırı taraflarımızı görüp dünyaya meyleden hallerimizden sıyrılmamızı bu hüzün mevsimine borçluyuz. Biz de yalnız kalmalıymışız şu alemde. Biz de boykot yaparken küçümsenmeliymişiz. Biz de Filistin için kefiye takarken alaycı bakışlara maruz kalmalıymışız. İnsan ancak kardeşi için cihad ettiğinde gerçekten iman etmenin emniyeti ile Hak Teala’ya sığınıyor. Elimizden geleni yapma iradesi gösteriyoruz. Allah’tan daha merhametli, Allah’tan daha güçlü değiliz vesselam.

Yabancı gazetecilerin derdi ne?

CNN International iki gün önce Üsküdar çarşıda vatandaşlara Türkiye ekonomisi ile ilgili sorular soruyordu. Bana denk geldi Allah’tan. Emekli bir abiyi durdurdular. Soru yağmuruna tuttular. Türkiye’nin ekonomisinden memnun musunuz?  Fiyatlar yükseldi mi? Adam evet çok yükseldi diye cevap verdi. Emekli olduğunu ek işler yaptığını söyledi. Muhabir sormaya devam ediyor. Geçen seneye göre fiyatlarda yüzde kaç artış var? Başka bir soru Ramazan’da evinize misafir çağırabiliyor musun? Adam yarım ağızla fiyatların geçen seneye göre yüzde 100 arttığını ve arkasından da evine evet bu ramazan ayında misafir çağırabildiğini söyledi. Arkasından hükümetin faiz politikası hakkında ne düşündüğünü sordu. Sordu da sordu. Ben sabırla başında bekledim bitmesini. Sonra cevap vermek istediğimi söyledim. Gazeteci olduğumu söyledim. Enflasyonun bütün dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de yüksek olduğunu söyledim. Ayrıca faiz dengesi spesifik bir konu, ekonomist değilim dedim. Ülkeme güvendiğimi, işlerin toparlanacağını söyledim. Etrafta savaş var kolay değil tabi bir de deprem yaşadık, bu sonradan aklıma geldi. Söyleyemediğim için hayıflandım ama sonra konu ile ilgili Reels çektim. Ülkemizi ne pahasına olursa olsun kötülemem ben başlığını taşıyan bir videoydu. Gelen cevaplara hayret ettim. Ne aptallığım kaldı ne yandaşlığım. Neden? Ülkeme güvendiğimi koruduğumu söylediğim için. 105 milyar doları geçen bir deprem maliyetimiz var bizim. Sadece bu bir tanesi. Savunma sanayiine harcanan yatırım maaliyeti. Pandeminin etkileri. Yazık. Allah’tan vatanseverler de var. Onlarla yürüyeceğiz artık yoksa Allah korusun bu ülkeye bir savaş filan vermesin. Dışarıdakilerle mi içeridekilerle mi kiminle uğraşırız bilmem. Dışarıdakiler kolay da… İçeridekiler beter… Dışarıdan gelen CNN Int kanalı bize yardım etmek için sormuyor bu soruları. Dertleri başka. Neden ellerine koz verelim. Öyle değil mi? Herkes kendi ülkesine baksın.

“EVİNİ EVİNDEN YAPIYOR İNSAN”

 

O cıvıl cıvıl, neşeli inançlı kadının nasıl oluyor da Ramazan ayı yaklaşırken ki paniğine, Ramazan ayı geldiği zamanki korkusuna ve Ramazan ayı bitene kadarki öfkesine bir türlü anlam veremezdim. Bu benimle ilgili de olabilir, çünkü ondan beklediğim; Ramazan ayı yaklaşırken sevinç, Ramazan Ayı geldiği zaman sakinlik ve Ramazan ayı bitene kadar huzurdu.

İçine bir yabancı kaçmışa döner çoğu zaman kendini tanıyamadığını söylerdi. Ona inanırdım. Benim bildiğim ama onun bilmediği bir “kuşaklar arası aktarım” olabilirdi.

Bekledim, yine Ramazan ayı yaklaşırken bana gelecek ve derdini, büründüğü bu bet insanı bana anlatacaktı…

Geldi…

Ama konuyu o açmadı.

“Ramazan yaklaşıyor” dedim

“He ya sorma, benim şalterlerin atması da yaklaşıyor. Ya ne oluyor anlayamıyorum ne pişirsem yeniyor. Sahura geç kalksam, beş dakikada yemeklerini yiyip üstüne eline sağlık da diyorlar. Mutlu olmam gerekmez mi? Kalkamamışım işte, bağır, çağır bir laf söyle. Ama yok bir de minnettar oluyorlar” dedi.

“Sen ne yapıyorsun?” diye sorduğumda;

“Sanki dünyanın azarını yemişime dönüyorum. Onlar sessiz sessiz yerken, sanki bana kızmaları gerekiyor da kızmıyorlarmış gibi yapıyorlar öyle zannediyorum. Bu sefer ben bağırıp çağırmaya başlıyorum. Beş dakikada dünyayı başlarına çevirip sinirimden köpürüyorum bu sahura has. Bir de iftar vakti göreceksin beni. Bir saat kala başlıyorum değişmeye. Sanki şeytan giriyor içime ne deseler bir hır çıkarıyorum”

“Sebepsiz yani” diyorum

“Evet hiç sebebi yok, sanki geç kalacağım eve, sofra hazırlanmayacak, çay demini almayacak diye endişelenip önüme gelene çatmaya başlıyorum. Gerçekten sonra üzülüyorum. Zehrediyorum önlerine koyduğum bir tas çorbayı”

“Böyle yapmayı nereden öğrendin, içine doğduğun çekirdek ailede durum nasıldı, orada en çok kim öfkelenirdi” dedim

Uzaklara daldı, yutkundu, gözleri de yaşardı biraz…

“Babam” dedi. “Daha önce anlatmıştım ya babam ayık gezmezdi Ramazan harici.  Ramazan ayında tövbekâr olurdu, hatta imana da gelirdi. İçti mi ayrı getirirdi boğazımızdan, içmedi mi ayrı. Her iftar sofrasında gerekli gereksiz bir sıkıntı çıkarır, fasulyenin salçası fazla, çorbanın tuzu az, sofrayı tepemize geçirirdi. Zıkkımın kökü elin yok mu, atsana tuzunu milleti ağlatacağına”

“Peki annen, siz ne yapardınız” dedim

“Biz dilimizi yutardık, annem de dahil. Gülme ciddi ciddi söylüyorum nefes bile almazdık korkumuzdan, zavallı annem ağlardı her gün yazmasının kenarına silerdi gözünün yaşını, şu Ramazan bitse de gitse dua ederdim aynı şimdiki gibi gelmeden gitse diye bekliyorum”

“Yaşadıklarınız zor olmalı anlıyorum seni, ama örüntüye bak” dedim

“Ne yani bu öfkem, babama mı benziyorum?” dedi öfkelendi bana

“Hayır babana benzemiyorsun, annene benziyorsun, annen olmuş da bugün babana karşı geliyorsun. Annenin o zamanki halini bugüne taşımışsın. Sadece onu değil o korkuyu o travmayı bugün ki evine taşımışsın. Yani bildiğin eski yaralar…Beklentin hep aynı korku”

Gözlerini açtı şaşırdı…

“İnsan evinden yapıyor evini, ne gördüysek onu taşıyoruz, ondan örüyoruz duvarlarımızı” dedim

Kafasını salladı, bir örgüyü söker gibi…

 Sen yine de evini evine taşıyıp, evini evinden oluşturan, ama bunun da ceremesini çeken bir sancılı insan gibi hatırla beni sevgili okur. Taşıdığı öfkeye sen nereden geliyorsun, biz seninle nereden tanışıyoruz diye soran bir dilsiz kahraman gibi hatırla…

 

 “Şıkıdım... Şıkıdım!..”

-"Yar bana bir eğlenceeeeeee...Yar bana bir eğlence!.."

Hacivat;

-"Tövbeeee, tövbe!.."

Karagöz;

-"Şıkıdım, şıkıdım, şıkıdım!.."

Hacivat;

-"Karagözüm tam da iftar vaktinde nereden çıktı eğlence. İftar vakti; dua vakti... Filistin'i tefekkür et; dua et!.. Darda ve zorda olanları hatırla. Onlar darda ve zorda olduğu için eğlence aramanın zamanı değil!..”

Karagöz Hacivat'ın bu sözüne karşılık veremez. Bu ikaz adeta müvekkil gibidir ve sesini keser, sükut eder;

-"......................!"

Hacivat;

-"Az sabır... As sabır Karagöz'üm. Bayramda hep birlikteyiz. Hem sevinir hem eğleniriz. Sevinmek ve eğlenmek hakkımız. Oruç nasıl bir bir ibadetse bayram da bir ibadet. Hep birlikte hemhal olmak ta..."

Karagöz;

-"Pekala Hacıcavcav o kadar savaş ve katliam var bayramda da eğlenmeyelim o zaman. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu."

Hacivat tekrar izah  ve ikaz eder;

-"Karagöz'üm müsait bir zamanda ittifaka girelim tefekkür edelim. Hassasiyetimiz artsın.” 

Karagöz Hacivat'ın ikaz ve nasihatleri karşısında tasdik edercesine başını sallar. Hacivat da konuşmayı, ortaya attığı bu son sözüyle nihayetlendirir;

 

"Oruç zamanı oruç... Bayram zamanı bayram."

Kütüphane haftası ve bir soru: Kütüphaneler için yapay zekâ çağı geldi mi?

Doç. Dr. Işıl İlknur Sert

 

Kütüphane Haftası, Bilgi ve Belge Yönetimi alanında halka açık etkinliklerin yapıldığı ve her yıl mart ayının son pazartesi günü ile başlayan bir kutlama haftasıdır. Kütüphanelerdeki yeniliklerin tanıtıldığı, atölyeler, oyunlar, seminerler ile dikkatin bilgiye erişim, bilgi okuryazarlığı, okuma alışkanlığı gibi konulara çekilmeye çalışıldığı kütüphane haftaları sayesinde toplumda farkındalık oluşturulmaya gayret edilir. Her yıl belli konu başlıkları ön plana çıkar. Bu yılki etkinlik başlıklarında çok ilgi çekici bir konu var: Yapay zekâ uygulamaları.

Yapay zekânın kütüphanelerdeki etkinliklerde ve hizmetlerde devreye giriyor olması Türkiye için oldukça önemli bir adım. Özellikle İstanbul'daki Rami Kütüphanesi'nde  23-27 Mart 2024 tarihleri arasında düzenlenecek olan Uluslararası Kütüphane ve Teknoloji Festivali, haftanın hemen öncesinde dikkat çeken bir etkinlik. Yapay zekâ ve teknoloji konulu atölyeler, ilham veren konuşmalar, firma sunumları, mesleki seminerler, paneller ve sanatsal etkinliklerle özellikle bir kütüphane içinde böylesi kapsamlı bir festivalin yapılması takdire şayan bir çalışma.

Kütüphane haftasında düzenlenen bu tür etkinliklerden bahsederken, Türkiye için bu alanda atılan adımları da es geçmemek gerekiyor. Yerli ve milli projelerle adından söz ettiren Aselsan'ın bu yıl şubat ayında duyurduğu Chat GPT'ye rakip olacak Türk yapay zekâ projesi Asel GPT'nin konuşulduğu bir zamanda, Kültür ve Turizm Bakanlığının yapay zekâ destekli kütüphanelerden bahsetmesi de çok anlamlı. 2024 yılı içinde yapay zekâ destekli 100 akıllı kütüphanenin kullanıma sunulacağı da Bakanlıkça müjdelenmiş.

Yapay zekânın, hayatın pek çok noktasında insanlığın yardımına koşuyor olduğu görülse de gerçekte bu bir yardım mıdır yoksa bizim için bir güvenlik sorunu var mıdır diye sormak da gerekiyor. Hatta eklenecek bir başka soru daha var: yapay zekâ insanlığı tembelliğe mi sürüklüyor? Soruları çeşitlendirmek mümkün olsa da aslında yapılmak istenenin dijitalleşme ile artmış ve adeta bir çöplük haline gelmiş bilgi yığını içinden anlamlı parçaları birleştirmek ve etik, doğru, anlaşılır geleceğe ışık tutacak özellikte yeni veriler ortaya koymak olduğu bir gerçek. Anlamsız bilgi yığını içinden anlamlı ve doğru bilgiye ulaşmak çağımızın en önemli sorunlarından biri haline geldi. İşte tam da bu noktada bilgi ve belge yönetimi uzmanlarının yani kütüphaneci ve arşivcilerin birer veri analisti gibi davranması gerektiği ortaya çıkıyor. Bunun için ise yapay zekayı kütüphane hizmetlerinde de kullanmak zaman, emek ve para açısından tasarruf sağlıyor.

Gelişmiş ülkelerin çalışmaları bu noktada Türkiye için de ilham kaynağı olmaktadır. Bankaların yapay zekâ destekli asistanlarının olması gibi günümüz kütüphanelerinde de kullanıcıların özellikle çok sık tekrarlanan sorularına cevap bulmak amacıyla hazırlanmış yapay zekâ asistanları bulunmaktadır. Sohbet robotları (chatbot) denilen bu yazılımlar sayesinde kütüphaneler, kapalı olduklarında bile kullanıcılarına bilgi hizmeti verebilmektedir. Hazır bilgiye etik koşullar çerçevesinde ulaşmak isteyenler için iyi bir fırsat sunan bu uygulamalar kişisel bilgilerin korunması gibi hukuk ve güvenlikle ilgili konularda da oldukça sıkı önlemler gerektirmektedir. Veri güvenliği bu noktada yine en çok konuşulan konular arasındadır.

Hayat, insanı tüm yönleriyle kuşattığında ona uyum sağlamak dışında yapacak bir şey bırakmıyor bize. Bir yanda savaşların sürdüğü, soykırımın hala bir insanlık dramı olarak gerçekleştiği, doğal afetlerde nice can kaybedilen bu dünya için üzülmek, bir yanda teknolojiyi konuşmak, bir yanda geleneksel değerlerimize sıkı sıkıya bağlı kaldığımız Ramazan ayını yaşamak... Kütüphanelerde yapılan etkinliklerle Ramazan ayını idrak etmek ve yapay zekâ çağı çocuklarına bu değeri anlatmaya çalışmak da yapılan değerli çalışmalar arasında. İnsanlığımızı unutmadan, makineleşmeden teknoloji nimetlerinden faydalanan bireyler olmamız, bu çağın gereklerinden biri. Her şey teknolojiden ibaret değil ama teknoloji, onu görmezden geleceğimiz bir alan da değil. Hayatın her noktasında karşımıza çıktığı gibi, bilgiye erişim konusunda da bakış açınıza göre en büyük yardımcılarımızdan biri ya da en büyük düşmanlarımızdan biri.

Bilgi çağından ne zaman yapay zekâ çağına geçtik, bu çağı adına yakışır şekilde yaşıyor muyuz yoksa Chat GPT'ye bilgi okuryazarlığı anlayışına yakışmayan ve etik olmayan ödevler, kopya haberler, yanlış bilgiler hazırlatarak bir de bunları sosyal medyada paylaşarak bilgi çöplüğünü gün geçtikçe içinden çıkılmaz bir hale mi dönüştürüyoruz? Kütüphane Haftası bu pazartesi günü kutlanmaya başlayacak ve aklımda şu soru dönüp duruyor: Gelişmiş ülkeleri bir yana bırakırsak, Türkiye kütüphaneleri için yapay zekâ çağı gerçekten geldi mi?