SPORLA RUHSAL TEDAVİ

Mehmet Arif DEMİR
Son birkaç aydır toplum olarak yaşadığımız sıkıntılı, kasvetli ve yer yer cinnet hali esintileri taşıyan ruhi depresyonumuza olimpiyatlar "Hızır" gibi yetişti. Biraz nefes aldık Tokyo'da mücadele eden sporcularımızın performanslarıyla.

Son birkaç aydır toplum olarak yaşadığımız sıkıntılı, kasvetli ve yer yer cinnet hali esintileri taşıyan ruhi depresyonumuza olimpiyatlar “Hızır” gibi yetişti. Biraz nefes aldık Tokyo’da mücadele eden sporcularımızın performanslarıyla.

Madalya sayımız öyle ahım-şahım değil, olimpik sporlara meraklı bir ülke olmadığımızdan kaynaklanan sebeplerden dolayı TRT Spor ve Yıldızlı TRT Spor’da seyrettiklerimizin çoğunu anlayıp, yorumlayacak spor genel kültürüne de uzak olduğumuz için, konu bizi bir şekilde ilgilendiriyorsa kulak kesiliyoruz yayına, yok değilse diğer spor kanallarındaki futbolcu transfer haberleri daha cazip geliyor çoğumuza.

Ay Yıldızlı bayrağımızın temsil edildiği her müsabaka bizim için bir sportif iş ve eylemden öte anlamlar taşıyor doğamız gereği. Yenince 80 milyon yenmiş gibi oluyoruz, yenilince tüm Türkiye yenilmiş gibi hissediyoruz ki bu hiç sağlıklı değil. Hele de bir hakem kararıyla veya hakkımız yenerek yenildiysek-elendiysek vay halimize. Hemen başlıyoruz “gâvur-Müslüman”, “hilal-haç” kavgası faslından bir yerlerden.

Bunda spiker arkadaşlarımızın hamaset ve goy-goy dolu anlatımları da oldukça etkili oluyor maalesef. Yayınlanan tüm sporlardaki detaylara hâkimiyet oldukça büyük bir birikim gerektirdiği için yüksek tansiyon, üst perdeden anlatım ve hamaset daha kolayına geliyor genellikle. Ne de olsa onun alıcısı hazır oldukça büyük bir kitle var ekran başında.

Haydi sen yaparsın, zaten senin şanlı ataların da zamanında yapmıştı, vur-kır parçala bu maçı kazan çizgisi ile izleyici kitleye “gaz” vermek yerine sporun yenmek ve yenilmek dışında yarışmak ve rekabet etmek erdemlerinden, olimpizm ruhundan, eksik neyimiz varsa bir dahaki turnuvaya kadar onu gidermekten bahsetmek bizde raitingi çok yüksek olmayan, renksiz Eurosport üslubu olarak adlandırılıyor. Hele hakem kararları konusunda sicili pek parlak olmayan uluslararası kuruluşların bize şaşı bakmaları neticesinde bir de hakem faciası yaşandıysa ver Mehteri. “Ey Şanlı Ordu, Ey şanlı Asker” deyip hücuma geçecek noktada buluveriyoruz kendimizi.

Konuyu dağıtmadan şöylece toparlayalım; ormanlarımız yanıyor/yakılıyor, havalar mevsim ortalamalarının bile çok-çok üzerinde seyrediyor, Kovid belâsı varyant üstüne varyant atlıyor, aşı olmayan milyonlarca insanımız risk altında, ekonominin seyri negatiften kurtulamıyor bir türlü, her şeye zam geliyor, maaşlar yetmiyor, metrobüsler, minibüsler tıklım-tıklım ve havasız, düzensiz göçle her yanımız mülteci dolmuş … Bu ve benzeri onlarca sebepten dolayı toplum keman yayı gibi gerilmiş durumda.

İşte Mete Gazoz’un başarısı veya Voleybolcu hanım kardeşlerimizin galibiyetleri bize biraz olsun terapi niyetine geçiyor da ruhsal sağlığımızı sağaltmak yolunda şifa buluyoruz bu başarılardan. Boksör hanım kızımızın olimpiyat madalyasını garantilemesi de bunun için önemli. Hanımlarımız daha istikrarlı galiba.

Oldukça büyük bir potansiyeli, yıllardır olmayan spor politikaları ile ziyan etti Cumhuriyet hükümetleri. Ne yüzmede, ne atletizmde, ne eskrimde ne de takım sporlarında (voleybol, futbol, basketbol vb) düzenli bir başarı grafiğine sahip olamadık. Kazanılan günübirlik başarıları kalıcı ve sürdürülebilir kılacak bakış açısını oturtamadık bir türlü. Oysa ne Mete Gazozlar, ne Eda Erdemler, ne Busenaz Sürmeneliler var bu toplumun bağrında. Hep lokal kaldı gayretler, voleybolu yıllarca Eczacıbaşı ayakta tuttu şimdi sağolsun Vakıfbank sürdürüyor, Okçuluk Vakfı henüz olimpik seviyede üretime geçebilmiş değil, güreş bile hak ettiğimizin çok gerisinde. Atletizmde devşirmeler olmasa adımız anılmayacak. Yüzme deseniz, yeteneğin ailesi varlıklıysa bir şeyler oluyor yoksa o da nanay.

Neyse güzel bir Ağustos Ayı ve sporcularımıza başarılar diliyoruz.