SÖZLER İNCİTMEMELİ

Ümit G. CEYLAN 29 Tem 2021

Ümit G. CEYLAN
İnsanın meyli güzele, doğruya ve iyiliğe yöneliktir. Her şeyde güzeli ararız.

İnsanın meyli güzele, doğruya ve iyiliğe yöneliktir. Her şeyde güzeli ararız. Sadece görsel olarak ya da tat olarak değil konuşmalarda da güzel sözleri işitmek isteriz. Çünkü kulak güzel olanı duymaya iştiyaklıdır. Güzel bir ses duyduğumuzda içimizde bir kıpırtı duymaya başlarız. Güzel bir nağme yorgun bir iş dönüşü akşamında bizi diriltir. Ayağa kaldırır,canlandırır. Biraz keyfimiz yerinde olmasın duyduğumuz güzel bir cümle bize güç verebilir. Bir dostun güzel sözleri, içten temennileri bizi kendimize getirir. O yüzden sözün sahibine büyük bir sorumluluk yükler sözler.

Olumsuz sözler 

Kötü olan sözü duymak kalbi yorar. Yorulan kalp zamanla kararır ve umudunu yitirir. Olumsuz sözler olumsuz düşüncelere yol açar. Sürekli kötüyü düşünmek, kendinden umudu kesmektir. Söz sadece başkasına söylenmez. İnsan kendi kendine de sözler söyler. En hayırlısı kendine de güzel sözler söylemektir. Ağızında olumsuz sözleri sakız haline getirmiş kişinin yanında kim durmak ister? Kendini dinleyen sonra başkalarını da dinler. Dinlemesini bilen sözleri de dinler ve güzel konuşmasını da öğrenir. Ama benim bildiğim doğrudur sözümü dinleyeceksin diye bağıran kendini cehenneme atmış olur. Cehennemdeki insan can havliyle nasıl güzel söz söylesin öyle değil mi? Ona da ancak acımak ve halinden ibret almak düşer anlayan insana. 

Hakikatle süslenmiş sözler

Güzelliklerle süslenmiş söz insanı yüceltir. En zor anda dahi kırmadan, incitmeden söz söyleyebilmek olgun insanın doğal davranışıdır. Yüce kitabımız insanlara güzel söz söyleyiniz diyor. Güzel söz söylemek sadakadır diyor Peygamber efendimiz. Güzel konuşan insanlar dinlenir. En iyi hatipler sözleri söylerken vurguları doğru yerde yapan veya etkileyici bir ses tonuna sahip olanlar değildir. En iyi hatipler kalbinin güzelliğinden konuşanlardır. Sözler insanı anlıyorsa bilgelikle söylenmiştir. Hakikatle tezyin edilmiş sözler insanlığı kurtuluşa götürür. Öyle olmasaydı söze bu kadar anlam yüklenir miydi? Bu dünyada olamazsa dahi ahiretteki vaziyetini kurtaracağına inanır mıydı insan? Sözün gücü onu hakikatin varlığından alır. 

Yerli yerinde söz söylemek

Söylenecek sözlerin kıymeti söylediğimiz kişiye göre de değişebilir. Sözün değerini anlayacak kişiye sözü söyleriz. O sözü kaldıracak kişiye o sözü söylememeliyiz. Aksi takdirde sözümüz de ziyan olur. Kişinin kaldıramayacağı sözleri söylemek onu gereğinden fazla taltif etmek veya olduğundan daha aşağıya çekecek sözler söylemek de yakışıksızdır. Doğru düşünme mantığı ile hareket eden kimse yerli yerinde ve toplumun seviyesine göre söz söyleyecektir. Yerli yerinde söz söylemek bir yandan zaman ve mekâna göre de söz söylemesini bilmek demektir. Velhasıl ben sözümü söylerim, doğruyu mu söylemeyeceğim kabilinden bir aymazlık insanı küçültür. Patavatsızlığı doğru söz söylemekle karıştırmak insanı gülünç duruma getirdiği gibi en yakınlarını dahi kendinden uzaklaştırır. Sözler insanı ele verir. O yüzden eskilerin dediği gibi söz ok gibidir ağızdan yani yaydan çıktı mı geri alınamaz. Bu nedenle de sözlerimiz kimseyi incitmemeli; az konuşup, çok dinlemeli, öz söz söylemeli vesselam.

Toplumsal mutabakat mı dediniz?

Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Melih Bulu’nun görevden alınmasına sözüm ona bir gazeteci “toplumsal mutabakat” demiş. İletişimciler sayesinde toplumda iletişim sorunu yaşıyoruz. Öncelikle bu kişilerin hangi yollardan gazeteci olduğuna da bakmak lazım. Bu da ayrı bir konu. Toplumsal mutabakat kavramı; toplumun asgari müşterekte buluştuğu bir alandır. Kabe fotoğrafının üzerine basmak, rektör atamasını protesto için olayı LGBT gösterisine dökmek hiçbir şekilde Türk toplumun değerleri ile bağdaşmaz. Toplumumuz temelde devletinin yaptıklarına toplumun değerlerine küfrederek sözüm ona özgürlük bayraktarlığı yaparak ortalığı karıştırmaz. Hoca hocalığını yaparsa öğrenci de öğrenciliğini yapar. Ortaokul, lise yıllarında okula renkli çorapla giremez, etek boyu kısa diye alınmayınca çığırtkanlık yapmazdık. Üstelik bu örnekler çok daha saçma sapan ve gereksiz kurallar olmasına rağmen edebimizi bilirdik. Şimdi yarı çıplak üniversitenin kapısına kendini zincirleyen orasını, burasını yırtanlar öğrenci oluyor bunlara yol verenler de hoca. Toplumsal mutabakat bu değil efendim. Bir daha düşünün.

Suni Rüzgârlar

Yüreğindeki yangına bak istersen. Herkesi kor gibi yakıyor. Sense esip geçiyorsun; lafları, bir bir çarpıyorsun yüzümüze. Sonra da bir şey olmamış gibi pervanenin önünde, suni rüzgârlara tutuyorsun korunu. Bize de esen yelden bir tutam gönül kırıklıkları yolluyorsun. Oysa hiç birimiz çocuk değiliz ki geçiştirelim sözlerindeki yangını. Ateşini söndürmeye, alevini almaya geldik. İçindeki yangını soğutmaya talibiz. Antik çağlardan kalmış bir sütuna sarılan sarmaşık misali, medet bekliyorsun yaldızı dökülmüş un ufak olmuş uygarlıklardan. Bizde haberler taptaze rüzgârların getirdiği, kalplere serinlik veren bilgelerin sözlerinden. Sen hâlâ dedikodulardan bahset. Bak çarpar o suni rüzgâr seni! Öyle olursun ki bir anda hayat kayıverir avuçlarından. İşte korkum bundan. Elinden tutuyor sözlerim. Serinletiyor alevini gözlerim. Ama sen illa bir pervaneye tutuldum diyorsun. Hangi yoldan gitmek istediğine karar veremiyorsun. Afetler üzerine yıkılmadan çekilsen şu pervanenin önünden. Duymak gitgide zorlaşıyor, sersemleten cereyan kulaklarını tıkıyor. Süslenmiş güzel sözler etrafa saçılıyor. Sen uğultuyla gelen sesleri kucaklıyorsun. Çık yüksek bir tepeye ver yüzünü kekik kokan rüzgârlara. Hangisinin esintisi tatlı tatlı yalıyor yanaklarını? Sözün özü: Tertemiz rüzgârda yıkanmış hiçbir düşünce anafora kapılamaz.

Aşılanmayanların özgürlükleri kısıtlanmalı mı?

Kovid-19 ile hayatımıza giren birçok yeni gündelik gerçek var. Bunlardan biri de aşı ve aşı tartışmaları. Aşı olmak isteyenler, istemeyenler, aşı karşıtı olanlar, kararsız kalanlar ve daha nicesi. Bütün bunlar konuşulurken bir tarafta da aşılı insanlar ve aşılanmamış insanlar arasında ak koyun kara koyun gibi ayrım yapılacak durumlar olmalı mı sorusunu da tartışmalıyız. Aşıyı neden olmalıyız veya neden olmamalıyız sorusunun yanıtını bulduktan sonra belki aşılanmamış insanların özgürlüklerini kısıtlayıp kısıtlayamayacağımızı daha açık bir biçimde tartışmaya başlayabiliriz. 

Deutsche Welle’de yayınlanan bir habere göre Almanya’da aşılanmayanların özgürlüklerinin kısıtlanması fikri yeni tartışmalar başlattı. Sonbaharda dördüncü dalgayı bekleyen Almanya aşı olmayan vatandaşların özgürlüklerini kısıtlayacak mı? Merkel Almanya’nın Eylül’de 100 bini aşacak vaka sayılarını beklediğini açıklamıştı. Böylesi bir tehlike karşısında aşılanmamış insanların kısıtlanması etik bir karar olur mu?

Almanya Başbakanlık Dairesi Başkanı Helge Braun'un hafta sonu yaptığı açıklamalarda aşılanmayanlara yönelik sonbaharda kısıtlama getirilebileceğini; restoran, sinema veya maçlara girişte aşı olmayan vatandaşların gidişinin imkânsız hale gelebileceğini belirtmişti. Sosyal Demokrat Partili Adalet Bakanı Christine Lambrech  restoran sahiplerinin aşılanmamış vatandaşları mekânlarına kabul edip etmemeye kendilerinin karar verebileceğini söylemişti. Alman Etik Konseyi Üyesi olan Rixen kısıtlamalarla insanların aşı olma isteğini artırma fikrine şüpheyle yaklaştığını yaptığı açıklamalarda belirtti. Alman Otel ve Restoranlar Birliği (Dehoga) Başkanı Ingrid Hartges ise aşılananların daha fazla özgürlüğe sahip olması fikrine olumlu baktığını ifade etti.  Hartges "Aşı yaptırmış olanların şimdi kazanılan özgürlükleri sonbaharda vaka sayıları artarken de koruyacağı açıkça ifade edilirse motivasyon  artırılabilir" diye konuştu. Hartges "Bunun anlamı, iki doz aşı yaptırmış olanların koşullar nasıl gelişirse gelişsin sonbahar ve kış mevsiminde restoranlara girme ya da otellerde kalmaya izinli olacağıdır" dedi.

İzmir’de bir restoran kapısına “Aşı olmayanlar giremez” yazısını asmış. Mekânın sahibi, müşteriler ilk başta biraz şaşırdıysalar şimdi anlayışla karşılıyorlar diyor. TESDER Türkiye eğlence sektörü ile ilgili dernek yaptığı yazılı açıklamada pandemiyi  önlemekteki en güçlü silah olan aşının kapalı mekânlarda gerçekleştirilecek tüm etkinliklerinde zorunlu kılınmasını doğru bulduklarını ifade etmişler.

(Haberi yayına hazırlayan Mürvet Kara)

Artı Eksi

Artı

Görme engelli kız

Antalya’da görme engelli Simay Özen Liseyi birincilikle bitirip Hukuk fakültesini kazandı. Ancak dezavantajlı durumunu annesi sayesinde ortadan kaldırdı. Elbette hayatında büyük zorluklar yaşadı ama hikâyenin sonu en azından şimdilik güzel sonlanmış. Hayatımızdaki zorlukları sadece biz yaşıyoruz ve bundan daha beteri yok zannederek sürekli şikâyetle hayatına devam edenlere bir mesaj olsun. Fakat gençler bana bir faydası var mı bu örneğin deyip yine geçiştireceklerini biliyorum. Gün gelir bu örnekler hatırlanır ve bir uyanış olur diye paylaşıyoruz. Herkesin hayatında bir aydınlanma dönemi vardır veya olacaktır. Bunu yaşamadan anlayamayacaklar. Simay’ın annesi bir görme engelli çocuk sahibi. Bununla yakınıp, ömrünü acıyarak geçireceğine bu engeli nasıl aşarız diye azimle yola koyulmuş bir anne. Adeta Simay’ın gözleri olmuş, kızına kitap olmuş bir anne. Bu hayat örneğinde bir azim, inanma ve umut var.

Eksi

Arkeoloğun liyakatsizliği

İstanbul Fatih semtinde bir apartmanın altında Roma dönemine ait bir sarnıç bulundu. Laurentius Kilisesi olarak bilinen bu yapı orta Bizans döneminde yapılmış. Daha sonra sarnıca en son da Osmanlı döneminde Şeyh Murad Mescidi olarak bilinen bir yapıya dönüşmüş. Ama acı olan buranın üzerine üç katlı bir beton binanın inşa edilmiş olması ve 2008 yılında liyakatsiz bir Arkeolog tarafından tarihi eser yoktur şeklinde bir rapor verilerek buradaki inşaatı meşrulaştırmasıdır. Her meslekte her alanda ne yazık ki bu şekilde insanlar var. Liyakatsizlik bir toplumun hastalığıdır. Kangren gibi kanser gibi bir uzvu en sonunda da bünyeyi yok eder. Bunun önüne geçilecek ahlak eğitiminin ve yaptırımların getirilmesi gerekiyor.

Dikkat filtre var

Norveç’te alınan bir sosyal medya yasası ile artık paylaşılan fotoğraflarda varsa filtre ve benzeri müdahalelerin uyarı olarak belirtilmesi gerekecek. Bu karar ülkede farklı görüşlere sebep oldu. Özellikle sosyal medya fenomenlerini ikiye bölen bu karar ile bazıları uygulamanın gerekli olduğunu bazılarıysa faydası olmayacağını ileri sürdü. Bu yasa ticari amaçla üzerinde oynanan ilgili her türlü reklam ve benzeri tanıtıma yönelik video, fotoğraf vb. paylaşımların üzerine filtre vardır ibaresi koyulmasını zorunlu kılıyor. Beden algısı üzerinde yapılan baskıyı azaltmak amacıyla yürürlüğe girecek olan bu yasanın Çocuk ve Aile İşleri Bakanlığının Norveç parlamentosuna gönderdiği ilk teklifte "Ulusal Halk Sağlığı Enstitüsü'ne göre "anoreksiyanın (yeme bozukluğu) genç kızlar arasında en yaygın üçüncü ölüm nedeni olduğuna" işaret edildi. Ön ergenlik döneminde gençler arasında bir rekabete ve beden algısının homojenize eden bu tür standartlaşmaların kültürel bir blokaj oluşturduğunu da söyleyebiliriz. Standart bir güzellik ve beden algısından tutun da giyim kuşam, yaşam tarzına kadar bir dizi küreselleşmeyi beraberinde getiren bu tür paylaşımlar bir anlayışı simgeliyor. Özenilmesi gereken bir yaşam tarzı, erişilmesi gereken bir hayat anlayışınıdayatıyor. Ayrıca bu paylaşımlar bir bütünün sadece bir parçasını teşkil ediyor. İnanca dayalı her türlü değerler ve kültürel anlayışları eritip bitiren medyanın bu dayatmaları uyarılarla ortadan kaldırılabilir mi? Bir aldanışın önünü kesmesi için bir bilinç uyandırabilir belki ama yetmez elbette.