KALKINMA MI, BÜYÜME Mİ?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Temel meselemiz "yakın gelecekte bizi bekleyen dünya ve onun yol açtığı sorunlar" olacak.

Küreselleşmenin yol açtığı iktisadi problemlerden bahsetmekteydik. Araya Cumhuriyet Bayramı ve Hocam Erol Manisalı’nın vefatı girdi. Konuya kaldığımız yerden devam etmek istiyorum. Ama daha önce yazdığım yazıyı okuyunca meseleyi tek yazıda anlatmak için çok teknik bir dil kullanmak gerektiğini fark ettim. Bu da yazıyı herkesin anlayabilmesini zorlaştıracaktı. Ben de tıpkı Hocam Erol Manisalı gibi daha kısa yazılardan oluşan bir yazı dizisi tasarladım.

Temel meselemiz “yakın gelecekte bizi bekleyen dünya ve onun yol açtığı sorunlar” olacak. Hiç şüphesiz bu dünya küreselleşmiş bir dünyadır. Yani ülkeler arası sermaye hareketlerinin (sıcak ve dış borç akışları kadar beyin göçü ve doğrudan dış yatırımları da içine almaktadır, DMD) ve yine ülkeler arası ve ülke içi işgücü hareketlerinin (ülke içi göç ve ülkeler arası dış göç, kaçak ve mülteciler, DMD) şekillendirdiği ve şekillendirmeye devam edeceği bir dünya olacak. Mevcut haliyle küresel sistem eşitsizlikleri arttırmakta ve git gide sürdürülebilir olma vasfını kaybetmektedir.

Günlük tartışmalarda gördüğümüz ana problem, yüzeysel bir bakış açısıyla, iktisadi büyümenin sürdürülmesi problemidir. Ancak daha sağlıklı bir iktisadi bakışla sorunu ele aldığımızda sadece büyümenin sağlanmasının insanlığın problemlerine kalıcı bir çözüm olamayacağı anlaşılır. Bu yüzden daha kapsamlı ve geniş içerikli bir kavram olan iktisadi kalkınmanın tartışmanın temelinde olması gerekir.

Bu yazıda kalkınma ve büyüme arasındaki farkı anlatmaya çalışacağım. Daha sonraki yazılarda ise küreselleşme sürecinin -illâ ki – büyümeyi teşvik eden ama birçok ülke veya kesim için kalkınmayı engelleyen bir niteliğe sahip olduğunu göstermek istiyorum. Böylece günümüzde ortaya çıkan ideolojisiz ve popülist siyaset, lümpenleşme, üretimsiz zenginleşme, eşitsiz servet ve gelir dağılımı problemlerinin köklerine inebileceğiz. İşte ondan sonradır ki size problemlere sunduğum çözümleri açıklayabilirim.

İKTİSADİ BÜYÜME NEDİR?

İktisadi büyüme ile kastedilen bir ekonominin üretim kapasitesindeki artıştır. Zenginliğin, gelir artışının ana kaynağı iktisadi büyümedir. Pekiyi iktisadi büyümeyi belirleyen ana etkenler nelerdir? Üretim faktörlerinin miktar ve üretkenliklerindeki artış. Biraz daha açacak olursak, nüfusun ve işgücünün üretkenliğinin artış hızı, ülkedeki fabrika ve üretim tesislerinin büyüme ve teknolojik gelişme hızı, bilgi ve beşeri sermayenin artış hızı, enerji üretim kapasitesinin ve verimliliğinin artış hızı, üretim için gerekli olan altyapı sermayesinin (ulaşım, haberleşme, şehircilik ve enerji hatlarının) gelişim hızı… Bütün bunlar bir ülkenin kaynaklarının tamamını kullandığında elde edebileceği maksimum üretim miktarını gösteren üretim kapasitesinin artış ve büyüme hızını belirler. Bunlarla birlikte iktisadi büyümeyi araştıran çalışmaların çoğu, büyüyen gelirin nasıl paylaşıldığı, gelir büyümesi ile servetin ülke içinde eşitlikçi dağılıp dağılmadığı, ülke toplamda büyürken tek tek bireylerin fakirleşip fakirleşmediği ve büyümenin farklı sektörler arasında orantılı olup olmadığı gibi sorunlarla ilgilenmez. Egemen iktisat anlayışı kapitalist üretim biçimi ve serbest piyasa ekonomisinde bu gibi sorunların çıkabilme ihtimalini göz ardı eder.    

İKTİSADİ KALKINMA NEDİR?

İktisat biliminde “iktisadi kalkınma bir millet, bir bölge, bir topluluk veya bireyin esenliği ve yaşam kalitesini belirlenmiş hedef ve amaçlar doğrultusunda geliştirme süreci” anlamına gelir. “İktisadi kalkınma” terimi 20’inci yüzyıldan bu yana artan sıklıkla kullanılmaktadır. Ancak kavram orijinal olarak Batı Dünyasından kaynaklanmaktadır. İktisadi kalkınma etrafında yapılan tartışmalar çoğunlukla “modernleşme”, “batılılaşma” ve “sanayileşme” kavramlarını da içermektedir. Ancak tarihsel olarak bakıldığında iktisadi kalkınma politikaları uzun bir müddet sanayileşme politikaları ile aynılaşmıştı, 1960’lardan itibaren ise iktisadi kalkınma çalışmaları daha çok “fakirliğin azaltılması” etrafında odaklanmaktadır. “Hocam hiçbir şey anlamadık! Biraz daha açar mısınız?” Elbette…

1960’lara kadar iktisadi kalkınma deyince birkaç istisna dışında iktisadi büyüme anlaşılmaktaydı. Pekiyi iktisadi büyüme deyince ne anlaşılıyordu? Fiziki sermaye birikimi… Yani büyüme eşittir yapılan alt yapı ve fabrika yatırımları, kalkınma eşittir büyüme. Bu yüzden kalkınma sanayileşmenin eş anlamlısı olarak kullanılıyordu. Teknolojik değişim ve teknoloji politikaları, işgücünün üretkenlik artışı ve enerji hammaddesinin kıtlığı dikkate alınmıyordu. 1960’lardan sonra sanayileşmeye başlayan ülkelerde fakirlik sorununun devam ettiği gözlendi. Bunun yanında hızlı büyüyen ülkelerde gelir dağılımı düzeleceğine bozuluyordu. Yani ülke ekonomilerini pasta gibi düşünürseniz pasta büyümekteydi ama bir kişinin payı çok büyürken çoğunluğun pastadan aldığı dilimler küçülmekteydi. 1970’ler sonrasında teknolojideki hızlı gelişmenin de uluslararası eşitsizlik yarattığı gözlemleniyordu. En son olarak hızlı sanayileşmenin yarattığı çevre kirliliği, bunun sonucunda ortaya çıkan iklim değişimi tehlikesi insanlığın tümünün esenliğini tehdit eder hale geldi. Yani üretim kapasitesi artsa bile toplumların çoğunluğunun daha zenginleştiği ve yaşam kalitelerinin yükseldiği söylenemezdi. Bu egemen iktisatın, yani Neo-Klasik okul ve takipçilerinin, tezleriyle uyuşmuyordu. Gelişen ve karmaşıklaşan toplumların problemleri de farklılaşmıştı. Bu yüzde 1960’lardan itibaren iktisadi kalkınma çalışmaları “fakirliğin sebepleri” üstüne yoğunlaştı. 2000’lerden itibaren yapılan çalışmalarda çevre bilinci ve çevre dostu büyüme konularına yoğunlaşılmaya başlandı.

Bütün bunlardan ne anlıyoruz? İktisadi kalkınma süreci eğer insanların gerek birey, gerek topluluk gerekse toplum ölçeğinde esenliklerinin ve yaşam kalitelerinin artması anlamına geliyorsa bunun bir numaralı kaynağı iktisadi büyümedir. İktisadi büyüme olmazsa zenginlik artmaz. Ama büyüme için sadece fabrika yapmak, yol-baraj-köprü inşa etmek ve çocuk doğurmak yeterli değildir. Mesleki donanımı olan ve üretken işgücü sahibi olmak ve teknoloji üretmek de çok önemlidir. Yani sanayileşme kadar eğitim yatırımları ve bilim politikaları da öncelik sahibi olmalıdır. Öte yandan tek başına büyüme de karın doyurmamaktadır. Artan üretim gücü ve zenginliğin adil bir şekilde insanlara paylaştırılması, gelişen toplumlarda yaşayan insanların sosyal ihtiyaçlarının karşılanması, sosyal güvence, sağlık güvencesi ve emeklilik güvencelerinin sağlanması, toplumu doyurmaya yetecek ve nitelikli üretim yapabilecek tarım sektörünün korunup geliştirilmesi gerekmektedir. Bütün bunlar yapılsa bile çevre kirliliği ihmal edilirse sürekli ve daha fazla üretim insan türünün sonunu bile getirebilecek felâketlere yol açabilir. Yani kalkınma büyümeyi içerir, ancak büyümeden çok daha fazla anlama gelir. Burada anlattıklarım kalkınmanın sadece iktisadi etkileridir. Kalkınmış bir toplumun açık, şeffaf, demokratik ve katılımcı bir toplum olması gerekmektedir. Hukukun, idari teşkilat ve toplumsal kurumların bu amaca yönelik yeniden dönüştürülmesi de zorunluluk arz etmektedir.

Bütün bunların sonucunda söyleyebiliriz ki, iktisadi büyüme ancak ve ancak iktisadi kalkınmayı desteklediği ölçüde önemlidir. Bu senenin başında bir dizi yazıyla tanıttığım sürdürülebilirlik kavramı, işte bu amaçla, öne çıkmıştır. Pekiyi ekonomiler büyüdüğü halde nasıl fakirlik artıyor? Çevreyi korumak önemliyse büyümeden vaz geçmeli miyiz? Üst düzey üniversiteler mi, fabrikalar mı yoksa nitelikli üretim yapan çiftliklere mi öncelik vermeliyiz? Bunları da Pazartesi ele alalım.