ENFLASYON DÜŞECEK Mİ?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Geçen hafta Perşembe günkü yazımda Merkez Bankası'nın seçim öncesinde 500 baz puanlık bir faiz artışına girmesinin çok olumlu olacağından bahsetmiş, eğer bunu yaparsa hem enflasyonist beklentilerin kırılacağı hem de dövizdeki artış trendinin sonlanacağını söylemiştim. Faiz artışının toplumsal getirisi toplumsal maliyetinden daha fazlaydı ve bu konuda kamuoyunda bilinen iktisatçıların hepsi de hemfikirdi.

MERKEZ BANKASININ FAİZ KARARI

Nitekim bu sebeple genel olarak 250 baz puanlık bir artış bekleniyordu. Bense biraz daha vites arttırıp Merkez Bankası’nın cesaretli davranıp 500 baz puan arttırması gerektiğini yazmıştım. Neticede, Merkez Bankası geçen hafta Perşembe günü politika faizini 500 baz puan arttırma kararı verdi. Dahası Merkez Bankası günlük borç faizi bandını da genişletti. Bilindiği gibi politika faizi bir haftalık repo faizi iken günlük borç verme ve borç alma faizleri de gösterge faizi olan politika faizine göre belirlenmekteydi. Pratikte Merkez Bankası 150 baz puan olan günlük borç ve bandını 300 baz puana çıkardı. Bu şu demektir: Merkez Bankası’nın bankalara borç verme faizi %53’e kadar çıkabilir. Yani aslında “Efektif olarak yüzde 8’lik bir faiz artışı yapılmıştır.”, dense yeridir.

TCMB Başkanı Sayın Fatih Karahan’ı ve PPK üyelerini kararlı ve sağlam duruşları sebebiyle tebrik ediyorum. Bu kararla üç önemli noktayı vurgulamış oldular: 

Birincisi TCMB’nin politika belirlerken siyasi baskıyla karar aldığı, Sayın Cumhurbaşkanı’ndan izin almadığı durumda faiz arttıramayacağı gibi söylentiler dolanmaktaydı etrafta. Bu kararla birlikte, TCMB yöneticileri bu tür söylentilerin aslının olmadığını, kendilerinin siyasetten bağımsız bir şekilde karar alabildiklerini göstermişlerdir.

İkincisi döviz kurunda yeni bir spekülatif atak olma ihtimali belirirken bu tür kıpırdanmalara, kontrolsüz kur artışlarına da müsaade etmeyeceğini belirtti. Görsel, yazılı ve sosyal medyada Doların bir ay içinde 50 ilâ 100 TL arasında bir değere sıçrayacağı şeklinde spekülatifler yorumlar dönmekte. TCMB bu tarz bir spekülasyona hiçbir şekilde izin vermeyeceğini göstermiş oldu.

Üçüncüsü gerçek anlamda parasal sıkılaştırma şimdi başlamış oldu. Çünkü 2024 sonu için Merkez Bankasının tahmini ortalama yüzde36 ve üst limiti de yüzde 42 iken, piyasa ve kamuoyunda genel beklenti enflasyonun yıl sonunda yüzde 45-50 arasında gerçekleşeceği yönündeydi. Bu beklentilerin olduğun yerde politika faizinin yüzde 45’te olması ancak politikanın normal seyrine dönmesi anlamına geliyordu. Sıkılaştırma içinse bu faizin üstüne çıkmak gerekiyordu. Bu anlamda önemli bir iş gerçekleştirilmiştir. 

ENFLASYONU YÜKSELTMEK KOLAY, DÜŞÜRMEK ZORDUR

“Pekiyi Hocam, TCMB doğru pozisyon aldı diyorsunuz, o zaman enflasyon düşecek mi?” Elbette, sadece para politikası ile enflasyonu koordine etmek kolay değildir. Burada temel bir noktayı belirtmek isterim: Enflasyonun arttırıldığı, kredi ve harcamaların tam gaz arttığı durumlarda toplumsal olarak çok problem olmaz: fiyatlar arttıkça ücretler ve diğer gelirler de artar. Bu arada reel satın alma gücü sabit maaşlı çalışanlar aleyhine bozulsa da bu çok fark edilmez. Ancak iş enflasyonu kontrol etmeyi ve düşürmeyi hedefleyen bir program uygulamaya gelince işler tersine döner. Böyle bir programda kredilerin ve harcamaların artış hızı yavaşlatılmalıdır, bu da bütün toplum için ister istemez yüksek enflasyon dönemine göre reel olarak daha az harcama ve daha az refah anlamına gelir. Tabii ki, anti-enflasyonist programlar, ya da bugünkü dublaj Türkçesi meşhur tabirle “dezenflasyon programları”, vatandaşların reel satın alma gücü ve refahını kısarken ekonominin genelinde de, iyi senaryoda doğal büyüme oranının altında bir büyüme ve kötü senaryoda küçülme ile karşı karşıya kalınmasına sebep olabilir. 

Bu durumu farklı bir örnekle açıklayalım: Bir otomobili 3-4 saniyede saatte 0 km’den saatte 100 km hıza çıkarabilirsiniz. Anca 100 km hızla giderken 3-4 saniyede durmak aynı kolaylıkta olmaz. Hızı arttırırken otomobilin motoru çok zorlanmazken, hızı düşürürken daha temkinli olmalıyız. Çünkü çok sert bir frenle hem fren ve vites balataları hasar görebilir, hem de otomobilin kontrolünü kaybedebilirsiniz. Bu yüzden ehliyet kursu Hocaları hız keserken yavaş yavaş, pompalaya pompalaya fren yapmamızı tavsiye ederler. 

Aynı durum enflasyonun düşürülmesi için de geçerlidir. Bugün Hükümet istese enflasyonu 6 ayda sıfırlar. Nasıl mı? Devlet bütün harcamalarını ve memur-emekli maaşlarını keser, hiçbir harcama yapmazsa, milli gelir hızla düşer, iflaslar artar, işsizlik tepeye çıkar ama enflasyon da düşer. Gerçekten bunu mu istiyoruz, hakikaten böyle bir hedefi olan bir devlet olabilir mi? Tabii ki hayır. Bu yüzden, enflasyonu hızla yükseltebiliriz ama sıra düşürmeye gelince büyük sosyal facialar yaratmadan yavaş yavaş düşürmek de zaman alır. 

PARA POLİTİKASI YETER Mİ, DEĞİLSE NE YAPMALI?

“Enflasyonu düşürmek zaman alacak, anladık. Pekiyi, sadece para politikası yeter mi?” Hayır, yetmez. Çünkü enflasyonun arttığı dönemde faizler indirilirken bankacılık sektöründe kredi arzı da tam gaz arttırılıyordu. Bu yetmezmiş gibi kamu harcamaları da çok hızlı bir şekilde arttırıldı. Yani sadece faiz indirimi ve genişletici para politikası değil, aynı zamanda genişletici maliye politikası da uygulandı. Bu da yetmezmiş gibi, kur artışlarını kontrol etmek amacıyla döviz rezervleri yakıldı. Dolayısıyla şimdi ne yapmamız gerekiyor: Hem sıkı para hem de sıkı maliye politikaları uygulanmalı, ek olarak da yakılan rezervleri yerine koymak için dış destek de sağlanmalı. Yani herkesin anlayacağı şekilde ifade edersek 2021’den 2023 Mayıs’a neler yapılmışsa tersini yapmamız gerekecek. 

Hocam, Devlet daha çok vergi alacaksa, ben ne olacağım? İki yakam bir araya gelmiyor?” Bu soruyu soran çok vatandaşımız var. Doğrudur, yüksek enflasyon en çok sabit gelirlileri yani maaşla çalışan işçi ve memurları olumsuz etkiler. Bugünkü durumda bunlara emekliler de eklenmiş vaziyette. Pekiyi enflasyonist süreçte gelirine gelir, servetine servet katanlar kimler: Arsa ve emlâk rantçıları, mirasyediler, döviz ve altın istifçileri, sattığı mal veya hizmetin fiyatını belirleme gücüne sahip firma ve tacirler… Doğal olarak enflasyonun yükseldiği dönemde kim faydalanmışsa, enflasyona karşı istikrar programını da bu kesimleri vergilendirmek üzerine kurmak gerekir. Bu anlamda son haftalarda tartışılan ve benim de bir senedir destekleyip önerdiğim servet vergisi uygulamaya sokulmalı. Ancak bu 200 bin dolar gibi nispeten düşük bir birikim sahiplerinden değil de, örneğin bir milyon dolar ve üstü servet sahiplerinden yüzde 5 oranında alın malıdır. Yeter mi? Yetmez… Kurumlar vergisi müterakki olmalıdır. Emekçinin, çalışanın gelir vergisini müterakki kesiyorsunuz, ama patronların vergisi müterakki değil… Bu noktanın da düzeltilmesi gerekir. Son olarak ciddi bir kamuda tasarruf programının hayata geçirilmesi elzemdir. Bütçe dışına çıkarılan ve Maliye – Sayıştay denetiminden muaf olan fonların yeniden bütçeye dahil edilmesi de önemli bir önlem olacaktır. Bunlar yapılırsa KDV ve ÖTV’yi arttırmayı bırakın, azaltsanız bile yine sıkı maliye politikası uygulamış olursunuz. 

Yani sonuç olarak sıkı maliye politikası tartışma konusu değildir. Tartışma konusu Hükümetin enflasyonun maliyetini kimin sırtına yükleyeceğidir. Ben bu yükün zenginlerin, servet sahiplerinin, aşırı kârlar elde eden kapitalist şirketlerin sırtına yüklemesi gerektiğini düşünüyorum.  

Ya dış destek? O nasıl olacak? Onu da başka bir yazıya bırakalım.