FREE FREE PALESTİNE

Ümit G. CEYLAN 14 Ara 2023

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Türkçe hassasiyetimi bilenler bilir. Dolayısıyla şu an burada İngilizce başlık atmama şaşıranlar olabilir.

Türkçe hassasiyetimi bilenler bilir. Dolayısıyla şu an burada İngilizce başlık atmama şaşıranlar olabilir. İngilizce özentiliğimden atmıyorum tabi. Bütün dünya bu sloganla ayağa kalktığı için ben de İngilizce kullandım. Kalbimiz Filistin için atıyor anlamında kullanıyorum. İngilizce kolay olduğu için uluslararası bir dil olduğu hepimizin malumu. Batının aklı İngiltere. Sömürgeciliğin her çeşidi onlarda. Afrika kıtası başta olmak üzere Asya ülkelerinin hem yerel kaynaklarını hem de kültürünü sömüren İngiltere. Sadece Afrika kıtası ve Asya ülkeleri mi? İngilizce eğitim yapan her yerde aslında bir nevi sömürgecilik var demektir. Konuyu Filistin’e getirmek istiyorum ama konu dönüp dolaşıp sömürge ülkesi İngiltere’ye varıyor. 

Boşuna değil!

Siyonizmin mucidi İngiliz aklı. Sanayi devriminden beri nerdeyse 300 yıldır batıya dağıttığı aklıyla her şeyi sömüren Siyonizm ve onun ağababalarının sonu geldi mi? Bu son bir anda olmayacak ama hızlı bir uyanışla sona doğru bu sömürü aklın gittiği doğrudur. Dünya tarihinde çok büyük ihtimalle böylesine kitlesel bir sömürü devri yaşanmamıştır. Nasıl yaşansın ki? Medya olmadan mümkün mü? Siyonizmin en büyük taşıyıcısı medyadır. Ama şunu akıl ederken ters köşeye yattıklarını daha önce de söyledim, sosyal medya bu kadar ellerindeyken, batı halklarını aldatamamaları gerçekten tartışmaya değer bir sonuç oldu. Bunu beklemiyorlardı. Dezenformasyonla bu katliamı zamana yayacak ve unutturacaklar, hafifleteceklerdi, sıradanlaştıracaklardı. Ama başka bir şey oldu. Beklenmedik bir şey. Gerçekleri saklayalım derken, hakikat Filistinlilerin ölen bedenlerinde canlandı. O kadar canlıydı ki bu gerçek, üzerini örtmeleri imkansızdı.

Ölürken

Filistinliler şehadete adeta sevinç içinde giderken, batı yaşamak için uğrunda ölecek bir şey keşfetti. Batı, Allah’ın ipine sarılan Filistin halkının o müthiş korkusuzluklarının kaynağının peşine düştü. Batı halkları bugüne kadar sıradan yaşadıkları o hayatlarına baktılar bir de Filistinlilerin hayatlarına. Filistin halkı batının aksine çok az şeye sahipti ama bu sahiplik travma yaşamalarına fırsat vermedi. Ellerindeki en büyük değer huzurlarıydı. Çünkü huzur parayla, malla, makamla elde edilebilecek bir şey değildi. Uğruna ölecek bir şeyleri vardı. Müslümanlığın ne olduğunu hayatlarında görmemiş olan batı halkı bu sefer adeta Filistin’deki Müslüman halkın hatta Müslüman olmamasına rağmen kilisenin papazından bir Filistinli Hristiyandan bile Müslümanlığın aksettirdiği güzellikleri duyuyorlardı. Üstelik bunlar Filistinliler ölürken oluyordu. Adeta batının vicdanında yeşeriyorlardı. Sanırım ilk defa gerçekten özgürlük neydi batı bunu keşfediyordu. O yüzden batı “free free Palestine” diye bağırıyor. Yani onların özgürlüğü ile bizim özgürlüğümüz birbirine bağlı diyorlar. 

Bize gelince

Bizim kafamız karışık. Biz kimiz hala bunu anlamaya çalışıyoruz. Oraya mı buraya mı aitiz? Karmaşa içindeyiz. Biz Türk milleti olarak bu acıları yaşamış bir millettik. Nasıl oldu da unuttuk? Aklım almıyor. Yalnız şöyle bir şey var. Alttan altta bizi dürten bazı duygular, kıpırdanışlar var, kollektif hafızamızdan çıkagelen. İşte onu ortaya çıkaracak bir kıvılcım yetecek. Umarım bu bir savaş veya bir başka zor bir dönem olmaz. Allah’ın uyandırma şekli ne olur, onu da bilemeyiz. İşte yanı başımızda kardeşimiz olan Filistin’den yükselen nidalara eşlik etmezsek biz kimiz sorusunun cevabını nasıl vereceğiz?

CANIM BÖYLE İSTİYOR!

Gençleri suçlamıyorum onları yetiştiren ebeveynleri gerçekten çok merak ediyorum. Dünyada olup bitene karşı duyarsız, köşeyi kısa yoldan dönmek isteyen, hocayı uyutacağını sanan bir kesim var. Ama buna mukabil gerçekten de çok duyarlı, merhametli anında desteğini hissettiğim ve farkındalığı yüksek gençler de var. Sanırım bu devrin özelliği bu. Bu saydığım özellikler eşit dağılmamış. O kadar göze batıyor ki adeta donmuş, hipnoz olmuş, beyni uyuşmuş gibi duran, sırada oturduğu yerden hocaya öylece bakan, öte yanda da anında olumlu refleks gösteren bir başka kesim gençlik. Ancak gençlerimizin çok büyük kısmı sorunlu. Yarının toplumunu oluşturacak bu gençlerin sadece hissettiklerinden yola çıkarak kendilerini doğrulamaları hiçbir olgusallığa dayanmayan halleri, yarın öbür gün toplum adına büyük sorun teşkil edecek. Ben böyle hissediyorum o zaman bu doğru. Canım böyle istediği için yapıyorum gibi. Ya da ben böyle düşünüyorum. Neden? Öyle istiyorum. Duygusuna bağlı bir haklılık peşinde koşan ve halleriyle yüzleşecek bir aynaları dahi yok. Ayna olmaya bile kalkışamıyorsun. Kendilerini hemen başka bir duygunun içine sokup haklı çıkmaya çalışıyorlar. Mutsuzlar ama mutsuzluklarını, istediklerinin olmamasına bağladıklarından yine haklı olduklarını sanmak gibi bir kısır döngü içindeler. Ne yazık ki yarın öbür gün bu gençler topluma karışacak. Onlarla karşı karşıya kalacak olan azınlıktakiler olacak. Bir çözüme ihtiyaç olduğu kesin. Toplumda herkes eşit olamaz ama bir rehabilitasyonun da olması gerektiği muhakkak. Çünkü herkes canının istediğini yapmaya kalkarsa maazallah aklıma gelenleri yazamıyorum.

VATAN SEVGİSİ

Foto Kritik1412

Osmanlı Devleti'ni kuran Türklerdir. Fakat hiçbir Türkte ırk taassubu yoktur. Türkler kavimlerden bir kavimdir. Türkler necip bir millettir.  İdaresi altında her inançtan, her ırktan, her anlayıştan toplulukları idare etmesini bilmiştir. İşin sırrı adalettir. Dolayısıyla Osmanlı bakiyesi olan yerlerde Türklere duyulan sevgi hala günümüze dek sürmektedir. Türkler gittikleri her yere sadece adalet götürmedi; medeniyet de götürmüştür.  Osmanlı halka hizmet Hakka hizmet şiarıyla kalplerde yer edinmiştir. Türklere duyulan sevgi; saygıya dayalı bir hayranlıktır. 

.....

Bir gün eski Kudüs'te bir çocuk ayakkabı tamircisi sakallı bir ihtiyarla karşılaşır. Tamirci ihtiyar elindeki bıçak ve makasla derileri keser biçer. Çekiciyle ayakkabının ökçesine çivi çakar. Bu mesai küçük çocuğun dikkatini cezbeder. Tamirci dudağındaki çivileri tek tek ayakkabı ökçesine çekiciyle çakarken çocuk seyre dalmıştır. Gayri ihtiyari çocuk Türkçe olarak, “Amca bu dudağındaki çiviler ağzına batmıyor mu?” der.  İhtiyar heyecanla, “Türkçe olarak evlat sen Türk müsün?” der. Kendiliğinden doğan bu diyalog iki insanı birbirine kaynaştırmıştır. Böylece her ikisi de Türkçe konuşacak birer dost edinmişlerdir. Bütün Osmanlı bakiyesinde Türklere hatırşinaslık gösterilir. Taksici para almaz, lokantacı kebapçı ikram eder. Yolda belde bir Türk görseler ihtiram ve ikram ederler. Türk bayrağındaki hilal ümidimizdir. İslam’ı ve cenneti işaret eder. Yıldız ise, rütbemiz ve cesaretimizdir. Bundandır ki; bizim İslam sancaktarlığı yapmamız. Bilirler ki; Kudüs kurtulacaksa ancak bizim ay yıldızlı sancaktarlığımızla kurtulur.

Gökçe Güneygül

AYRILIKTA VE VUSLATTA DİNLE NEYDEN!

Yedi katın derinliğinde, yerin gökyüzüne ulaşan köprüsünde dünyevî derdi ardında bırakan dervişin kudüm sazının zahmesiyle ilk darbı vurmasıyla, çokluktaki yokluğun, mânâ ve madde âlemini Yaradan’ın “Ol!” emriyle kainat meydana geldi. İşte o ânda ışığa kanat açan pervaneler semaya doğru havalanıverdi. Sema; ilahî ve sırdan mürekkep kelâmlar arasında gökyüzüne ve kainata doğru selâm verirken, aynı zamanda “Dinle” anlamını taşıyarak, sükut içinde yeri yerinden oynatacak kadar gürültülü ama sukûta davet eden bir kelâmın tâ kendisinde vücut buldu.

 Dinle! Nasıl gökyüzü ve kainat, yıldızlar nasıl ahenk içinde bir devri, bir demi, bir zamanı tamamlıyorsa sen, evet sende yaratılmışlar içinde en yüce yaratılan, bedenine can ve ruh üflenmiş olan sende topraktan gelip toprağa doğru dönerken kubbede hoş bir iz bırakan aks-i sadayı dinle dedi. Cana can verenin sesini, sana seni bahşedeni, yokluğunu var edeni, yârdan ayrılanların çilesini, sırrından kesiliveren şu garip kamışın, başparesine her üflenişinde firak gözyaşları içindeki esrarlı cezbesini, ağlayıp inlemesinden, feryâd figân etmesinden dinle!

İki cihan arasında, sağ eliyle Hakk’tan aldığını, sol eliyle halka bırakan emanetçi misafirlerin insan-ı kâmilliğe doğru yol alan yolculuğunda, bu dergâha yüz sürenlerin, her ney taksiminde varlığını kül edenlerin,  yananların yaktığı nağmelerin,  ateşten gömleğini giyen dervişlerin, kulların, cem-i cümlemizin kalplerinde titreyen ezgilerin, onun müsaadesiyle toprağa düştüğün yerden ellerini vurarak yeniden Elif gibi dimdik ayağa kalkan, onun kudretinin karşısında ondan bir parça taşıyan fakirlerin Vav gibi boynunu bükmesindeki sessizlerin sesine gönül ver, kulak ver de dinle! 

Asırlar, asırlar boyunca kalbine fısıldanan sırrın seni çağırdığı, özündeki hikâyeni dinle! İster Evliyâ Çelebi’nin rivayetiyle Hz. Musa’nın devrindeki on iki neyden dinle, ister Hz. Mevlânâ’dan feyz al da Mesnevî’den, istersen neyzenlerin kutbu, Kutb-i nayi Hamza Dede’den dinle! İster gönlünü hoş eden, rebabın iniltisinden, Hz. Sultan Veled’in Rebabnâme’sinden dinle! İster Konya Mevlevîhanesi’nden Gülüm Dede’den, İster Kasımpaşa Mevlevîhanesi’nden Neyzen Derviş Süleyman’dan, Kutb-i nayi Osman Dede’den, ister Neyzen Kevserî Efendi’den, ister Yenikapı Mevlevîhanesi’nden Derviş Ömer’den, ister Beşiktaş, Galata Mevlevîhanesi’nden Neyzen Derviş Mehmed Emin’den, ister Abdülbâkî Nasır Dede’den, istersen Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den, ister Fatih sokaklarında ney üfleyen Neyzen Tevfik’ten, ister harabat ehlinden, ister divaneden, istersen viraneden dinle! 

Demez mi ki dergâhımız tövbe kapılarının ardına kadar açık olduğu bir dergâhtır, demez mi ki bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Demez mi ki? Dinle! Nasılsa her vatanından, yuvasından ayrılan kendi geldiği yeri, özünü, kendini, asıl derdini aramayacak mı? Bu arayış çağrısını her cemiyette sorgusuz sualsiz inleyen neyin feryâdında kalp bir diğer kalbi aynasınca duymayacak mı? Demez mi ki bu güçlü arama isteğini anlayabilmek için ayrılık acılarıyla kavrulmuş, yanmış bir kalp isterim!  Demez mi ki beden ruhtan, ruh bedenden gizli durmayacak, lakin herkesin o ruhu görmesine, üflenen sesi duymasına ruhsat olmayacak ve nasipten öte yol kalmayacak. Dinle! 

Son satırda demez mi ki:

“O halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm” 

O bile yoktur demez mi ki? Yoktur bu dünyada hicrandan, ayrılıktan daha acı, Allah’ım vuslatları sen ayrılık etme! (…) Umut kabesini öylesine viran, öylesine perişan etme! 

HAZRETİ MEVLANA VE RAP MÜZİĞİ

“Hz. Mevlana'yı ve fikirlerini ya da Filistin'i anlatan rap şarkınızı oluşturun, videonuzu çekin ve gönderin, profesyonel stüdyo ortamında şarkınızı okuma ve ödül kazanma şansı elde edin”.

Bu yukarıdaki tırnak içindeki satırlar Esenler Belediyesi Kültür Dairesi Başkanlığı tarafından yayımlandı. Instagram hesabında bu şekilde duruyor. Hazreti Mevlana’nın yazdığı eserlerin bestelenmesi asırlar öncesine kadar uzanır. Dede efendinin Mevlevi ayini şerifi en bildiklerimizdendir. Birçok farklı makamlarda musikimizin ölçüleri dahilinde ayinler bestelenmiştir. Rap bugünün başkaldırı müziği olarak ABD’nin arka sokaklarında zenciler arasından doğmuş bir popüler müziktir. Belediyemizin tam olarak ne yapmak istediğini anlamış değilim. Filistin için bestelenebilir o ayrı bir mesela ama Hazreti Mevlana için Rap müziğini anlayamadım.? Gerçekten çok mu hassas düşünüyorum? Ancak kültür yozlaşmasına da gitmesin, böyle her şeyi şimdiki nesillere anlatacağız diye. Hazreti Mevlana’nın herkes tarafından anlaşılmak gibi bir derdi olmadı zaten. İstanbul’da doğmak nasıl İstanbul’u anlamak için yeterli değilse Hazreti Mevlana’yı da herkes anlamasın. Ya da anlatmak için daha anlamlı ve faydalı işlerle uğraşalım. Dış kabuğunda aklıyoruz bu düşüncelerle. İçini açıp bakmadan Mevlana’yı anlamak mümkün değil. O yüzden Hazreti Mevlana’yı ve tüm büyüklerimizi lütfen kendi değerlerimiz içinde anlayalım. 

ARTI

Görgü kuralları ve nezaket ile Adabımuaşeret

Çok şükür diyeceğim. Çünkü bu sayfada kaç kez yazdım bilmiyorum ama sonunda Milli Eğitim Bakanlığımızdan açıklanan yeni eğitim müfredatına girecek olan iki dersin çok kıymetli olacağına baştan beri inananlardanım. İnşallah haliyle de bu derslerde anlatılanlara örnek olan öğretmenler müfredatta yerlerini alırlar. Başta konuşma adabı, güzel Türkçemizi konuşma şeklimiz kaydı gitti. Küfürlü konuşmalar, hal ve tavırlar içler acısı. Bunlara bir dur denmeliydi bakalım nasıl ilerleyecek. İnşallah hayırlısı olur. Bakanlığımıza buradan teşekkür ederim.

EKSİ

Sıraya girmek

Metro, Marmaray istasyonlarında artık sıraya giren insanları görebiliyoruz. Özellikle sabah saatlerinde herkesin birbirine saygı göstererek sıraya girmesi gerçekten çok hoş davranışlar. Toplumu birbirine bağlayan nezaket ve incelik taşıyan tavırlar. Ama gelin görün ki mutlaka bir kural bozan, saygı göstermeyen, anlamayan, idrakten yoksun çıkıyor. Onlara böööyleee bakıyorum, bazen uyarıyorum. Genci, yaşlısı, kadını, erkeği fark etmiyor, var bunlardan. Bu tarz insanlara 3 ay İstanbul dışında yaşama cezası vereceksin. Sürgüne göndereceksin. Başkaları beklerken kaynak yapmak nedir? Nasıl bir saygısızlıktır! Hepimizin acelesi, telaşı var. Bahaneler saygısızlığı katmerliyor. Yapmayalım, etmeyelim ve de utandırana kadar uyaralım.

BOYKOTU SULANDIRMAK

İsrail’e açıkça destek veren markaları kendi adıma boykot etmeyi onurlu bir davranış olarak buluyorum. Diğerlerinin onursuz olduğu anlamına gelmemeli. Başka bir sebepleri olduğu muhakkaktır. Boykot malum kendi adımıza yaptığımızda anlamlı hale geliyor. Yoksa boykot bitince ne yapacağız sorusunda cevap veremeyiz. Öte yandan son günlerde telefonlarımıza gelen değişik hesaplardan garip boykot mesajları da olmadı değil. Bir gün boyunca grev yapıp hayatı durdurmak gibi. Anlayabiliyorum evet ama ben tam tersini düşünüyorum. Tüketmek değil fakat daha çok çalışıp, üretmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bir de şöyle tuhaf mesajlar alanları gördüm; İsrail’i protesto etmek için bugün medreselere dahi gitmemek dinen vaciptir diye başlayan cümlelerle gene bildirimler. İşin suyunu çıkarmaya ve tuhaf tuhaf işler yapmaya gerek yok. Önce üretime odaklı bir ülke nasıl olacağız buna kafa yoralım. Bütün meselemiz bu. Topraklarımızı daha fazla kendi tohumlarımızla ekip biçmeliyiz. Üretime odaklı bir eğitim anlayışını kurmamız lazım ve en önemlisi de birbirimizi destekleyecek, takdir edecek şekilde bir anlayışla kalkınabileceğimizi ve güçlenebileceğimizi de hiç unutmayalım.